30 Haziran 2010 Çarşamba

Trabzonspor 2010-2011 Forma Kreasyonu

Çok fazla Trabzonspor taraftarının takip etmediğini düşünüğüm blogda diğer takımlara gönül veren arkadaşlardan yeni sezon formalarımıza dair yorum bekliyorum. En çok hangisini beğendiniz, gri forma nasıl olmuş sizce?


Mutlu Yıllar Ünal Karaman

Efsane futbolcularımızdan Ünal Karaman'ın doğumgünü dün. Mutlu yıllar diliyorum kendisine.
Deplasmanda 4-3, Avni Aker'de 4-1 yenerek eleyip destan yazdığımız Lyon maçları sonrasında Ünal Karaman'la ilgili çıkan gazete küpürünü de paylaşayım istedim bu vesileyle.




Raynold Domenech Lyon'un hocasıymış o aralar. Elememiz gayet normalmiş yani, büyütülecek bir olay yok :)

Deli İbo & Quaresma

Bizim Deli İbo yabancı dil bilmemesine rağmen tarzancaya çok hakim olduğu için dünya yıldızlarıyla hemen anlaşıyor
hatta sulu şakalar bile yapıyor. (Bkz. Quaresma ve Krasic)
(Yorum SAL 66)

29 Haziran 2010 Salı

Nartallogiller


'Ailecek izliyoruz' pozu...

Yapma Bunu

Fotospor merkez, kafasına göre herkes (written by AcıbadeM)

Hami & Jabulani

Trabzonspor'un bir BJK maçı. Ceza sahası içinden bir endirekt serbest vuruş..Barajda tam 10 BJK'li..

Hami'nin zamanında Jabulani olsaydı rakip takımlar yedek oyuncuları da baraja sokabilmek için izin isterlerdi heralde.

28 Haziran 2010 Pazartesi

The End

The Sun gazetesi İngiltere'nin elenmesinin ardından hem takımı hem Capello'yu hem de maçta verilmeyen golü eleştirirken oldukça alaylı bir tavır sergilemiş. İngiltere'nin elenmesine üzülerek şahit olurken verilmeyen goldeki haksızlığa mı yanalım, doğru dürüst top oynayamadıklarına ben de karar veremedim doğrusu.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Euro J 2010-St. Etienne (3)

Galatasaray dün aldığı mağlubiyetin ardından bugün 4 rakibiyle karşılaştı. 8 grupta yer alan 6 takımdan ilk ikiye girenlerin oluşturacağı 16'ya kendini atmak için 3 galibiyet 1 beraberlik alması gereken Galatasaray 3 galibiyet almayı başardı. Sırasıyla Club Azur 5-0, Auxerre 4-0 ve Ujpest Budapest'i 2-0 ile geçen Galatasaray son maçında beraberlik alması durumunda gruptan çıkacaktı fakat rakip Valencia olunca Galatasaray direnemedi. 3-1 yenildiği Valencia ile Metalurg son 16'ya kalmayı başardı.

Turnuvada yer alan takımların teknik kadrolarına baktığımda bir şey çok dikkatimi çekti. Tüm takımların hocaları en az 40-45 yaşındaydı. Milan ve Juventus'un hocalarına dede bile diyebiliriz. Turnuvanın en genç teknik kadrosu ise bizdeydi. Galatasaray'ın genç takımını çalıştıran antrenörün bir eksikliği olduğundan değil de bizim tecrübeli teknik adamlarımızın toprağın altına yatırım yapmak istememesinden bu yaş farkı önemli. Kendi reklamlarını yapamayacak olmalarından kaynaklanıyor bu durum.

Bir diğer konu ise hemen hemen her takımın maçları videoya alınırken, notlar tutulurken Galatasaray'ın maçlarında teknik kadronun sadece sahadaki oyunu izlemesi ve bir kayıt ihtiyacı duymamaları garibime gitti doğrusu.

Galatasaray'ın maçlarını izlerken hiç sıkılmadım. İzlenenler maçlar arasında en büyük kalabalığı Galatasaray topladı dersem abartmış olmam. Oynadıkları oyunla birlikte bireysel yetenekleri de toplarsak seyir zevki yüksek bir takım yaratmışlar diyebiliriz. Defansta Ogün, ortasahada adının Mehmet olduğunu düşündüğüm 8 numara, Doğanay, 11 ve 9 numaranın geleceği çok parlak.

Bu çocuklara emeği geçenlere helal olsun...

25 Haziran 2010 Cuma

Euro J 2010-St. Etienne (2)

Bugün 48 takımlı turnuvanın ilk maçları tamamlandı. Galatasaray U-12 yaş takımı Ukrayna'nın Liepajas Metalurgs takımına 2-0 kaybetti. Turnuva ufak bir köy kasabasının sahasındaydı. Yaklaşık 1000 kişilik tribünün tamamı doluydu. Galatasaray ile Metalurg sahaya çıkarken alkış kıyamet koptu diyebilirim. Cezayirlilerin tamamı Galatasaray'ı tuttuklarını turnuva başlamadan önce de söylemişlerdi. Turnuvanın tek müslüman takımı Galatasaray diye destekliyorlar.

Sahaya çıktıklarında ilk göze çarpan Ukraynalı çocukların fiziksel üstünlüğüydü. Maçta da fazlasıyla hissedildi bu durum. Her omuz omuzayı aldılar. Maçın başında golü yiyen sarı kırmızılılar sonrasında bastırıp bir topları direkten dönünceye kadar rakibi yaptıklarıyla paslarla bitirdiler. Ta ki Galatasaray kalecisinin kontrolünde ağlara giden topa kadar. Rakibinden kat be kat iyi oynayan Galatasaray'ın 10 numaralı kaptanı Doğanay sahanın yıldızıydı. Hiçbir maçta tribünler heyecanlanmadı ama Doğanay nefis futboluyla büyüledi. Öyle ya da böyle her sene altyapıdan bir yıldız çıkartmayı başaran Galatasaray bu çocuğu işlerse büyük topçu kazanır

Kazım Koyuncu Röportajı

Sanırım geçen sene de eklemiştim bu röportajı bloga. Kazım Koyuncu'yu daha yakından tanımak isteyen herkesin okumasında fayda var...

Mart 2004'te -yani ölümünden 15 ay önce- Trabzonspor Dergisi muhabiri Aytekin Akay'a verdiği röportaj..

Nur içinde yat Kazım Abi..

KAZIM KOYUNCU: "GÜÇLÜLER’ İN İKTİDARINA KARŞI HAYDE TRABZONSPOR’A"


"Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.”

İşte böyle diyor Kazım Koyuncu...1992 yılında Mehmet Ali Beşli ile kurdukları dünyanın ilk Laz Rock grubu "Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) ile tanıdık O’nu... İstanbul Siyasal’dan siyasi nedenlerle ayrılan Kazım için 90’ lı yılların ortasında yol, müzik yoludur, tabii bir de Trabzonspor vardır hayatında... Üç İstanbul takımının iktidarıyla kafasını bozmuş çoğu insana inat Trabzonspor’u hep içinde taşır Kazım... O herkes gibi sonuçlarla yaşayan biri olmasa da, sonuç da bekler tuttuğu takımdan. Her yıl, "Artık bu yıl şampiyonuz” diye düşünür. Çünkü O’na göre Trabzonspor’da oynayan her futbolcu, 'şampiyon olacak takımın futbolcusu’ psikolojisiyle sahaya çıkmalı. fiampiyonluğa inanmayanın, halkını, taraftarını da inandıramayacağını hatırlatan Koyuncu, "Hiç kimse boşuna Trabzonspor’un şampiyon olup olmamasını tartışmasın. Mazimiz her şeyi tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.” şeklinde konuşuyor. Tünel’deki ZB stüdyolarında bizi ağırlayan Kazım Koyuncu, "Siz bulmasaydınız ben bulacaktım sizi” demesi ve derginin her sayısını takip etmesi "Trabzonsporlu sanatçı duyarlılığı” olsa gerek. Futbolu O’na iki isim sevdirdi: Trabzonspor ve Armando Dieogo Maradona...Trabzonspor’u da Maradona’yı da aynı nedenlerle seviyor; iktidarın iktidarlarını yıkan ve farklılığı getiren eylemleri... Karadeniz müziğine getirdiği yeniliklerle Türkiye’ye malolan Koyuncu, yakın bir zamanda Trabzonspor gibi Avrupa sahalarında boy gösterecek. Tulumuyla, gitarıyla, Trabzonsporluluğuyla...

- Trabzonsporluluğunuz, yöresel bir takım nedenlere mi dayanıyor?

- Hayır, sadece bununla açıklanamaz. Trabzonspor’un bendeki ifadesi, statükonun karşısında yer alması, statükoyu parçalaması, güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir. Trabzonspor, sadece bir yöre takımı olarak ben de ifade bulmuş olsaydı, bu lokal bir şey olurdu ve de çok doğru temellere oturmamış olurdu. Oysa Trabzonspor, sadece Trabzon’ u değil tüm Karadeniz’i aşmış bir olgu. Evrensel değerlere sahip olan benim için de Trabzonspor, Türk futbolunun en evrensel değeri ve en önemli unsurudur.

- Siz Karadenizli ve Laz bir sanatçısınız ama sizi Urfalı da dinliyor, Muğlalı da...

- Karadenizli dışında çok sayıda dinleyici kitlem var ve sık sık onlarla konserlerde buluşuyoruz. Urfalı, Diyarbakırlı, Mardinli o kadar fazla Trabzonspor taraftarı var ki, bu memleketlilikle açıklanabilecek bir olgu değil. Aslına bakarsanız, yoksulların, ezilenlerin, "farklı olanların” var olduğu ve birbirleriyle dayanışma içinde olacağı duygusunu ifade ediyor. "İnsan neden Diyarbakır’dan Trabzonspor’u tutar?” diye bir soru sorulduğunda, "Güçlülere karşı direnen ve statükoya hayır diyen anlayış nedeniyle” cevabını buluyorum.

- Trabzonspor, sizin söylediğiniz anlamda hala "güçsüz”lerin yanında bir felsefeye mi sahip; yoksa o da “güçlüler”in kıyısına çoktan geçti mi?

- Sorunun düğümlendiği yer burası işte. Kendine has yapısından dolayı Trabzonspor var oldu. fiimdi modern zamanların birtakım ilişkilerini yaşıyoruz. Trabzonspor, modern zamanların kendine dayattığı ilişkilere girdiği andan itibaren çöküşü de başladı. Biz, varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutmaya başladıkça ne anlama geldiğimiz de anlaşılmıyor. Eğer kendimizi üç büyük kulübün yanında dördüncü kulüp olarak adlandıracaksak, alınacak şampiyonlukların da bir anlamı olmayacak. Oysa kazanacağımız şampiyonluklar, tıpkı eskisi gibi oynanan futbol, kazanma hırsı, diğerlerinden farklılığımızı ortaya koyacak. Trabzonspor olarak, o eski değerlerimizin peşinden koşmalıyız.

- Sevgili Kazım, Zuğaşi Berepe’de farklı bir müzik ve farklı bir Kazım Koyuncu vardı, şimdi ise daha farklı bir Kazım Koyuncu var. Tıpkı Trabzonspor’un 70’ li yıllardaki Trabzonspor olmadığı gibi...

- Evet ancak, ben çok farklı bir hayat yaşıyorum. Her ne kadar eskiye göre daha popüler biri olsam da, popülaritenin getirdiği yaşam biçimini hayatıma sokmadım ve hayatımın sonuna kadar da sokmayacağım. Televizyonlarda görünür olmaktan gurur duyan bir insan değilim ve asla da bununla gururlanmam. Eski arkadaşlıklarım, dostluklarım sürüyor. Hakkını vererek müzik yapmak, doğru bildiğim ne varsa peşinden gitmek benim için çok önemli. Değişen ne? Eskiden 10 bin satıyordu albümlerim, şimdi 100 bin satıyor. Hayatım daha da zorlaşmıştır; Trabzonspor gibi. Ben kendimle ilgili bir takım seçenekler koyabiliyorum, Trabzonspor da son bir yıldır bu seçenekleri koymaya başladı. Ben de farklıyım Trabzonspor da farklı. Albümüm 1 milyon da satsa kimse beni albümü 1 milyon satan diğer şarkıcılarla aynı kefeye koymayacaktır.

- Değişime kayıtsız kalmayalım ancak değişirken de başkası olmayalım. "Kendimiz olarak - kalarak nasıl değişebiliriz?”i tartışalım...

- Değişirken, eskiye dair olan her şeyin bir kısmını da ortaya çıkartmak gerekiyor. Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil etmeli. Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de... Yöneticilerden, futbolculardan, sizden daha çok başka insanların hayatlarını etkileyen bir olgu. Mesela bununla ilgili büyük sorumluluk taşıdığımı düşünüyorum.

- Hissettiğiniz sorumluluğu tam olarak nasıl açıklarsınız?

- Bir sanatçının çok sevildiğini bildiği noktada ürününü koruma güdüsü onun için beladır. Hani, bir albüm yaptım çok sevildi, bunu koruyayım, onu devam ettireyim güdüsü...Etliye sütlüye dokunmama gibi kaygılar da taşır böyle sanatçılar. Sanatçının kişiliğini bitirmeye doğru giden yoldur bu ve ben de karşılaşıyorum böyle hallerle. 2 bin kişinin alkışını aldıktan sonra, "Ben ne kadar müthiş bir adamım” duygusuna kapılıyorum...Ve bu saatten sonra da kendime çekidüzen vermek için mücadeleye girişiyorum. Bireysel olarak böyle düşünüyorum. Konu Trabzonspor olunca, mesela, orada oynayan futbolcuların kendini çok özel hissetmesi ve insanlara bir şeyler vermek zorunda olduklarını bilmeleri gerekir. Bu duygu saf bir duygu olabilir ama böyle düşünüyorum.

- Bir yerde, "Hopa da Trabzonspor’u tutmazlar” dediniz. Neden Hopalılar Trabzonspor’u tutmaz?

- Açıkçası Hopa da Lazlar daha çok Fenerbahçe’ yi tutar. Benim ailemdeki herkes de Fenerbahçeli’dir. Normal olan benim de Fenerbahçeli olmamdır ancak kafayı biraz kaldırdığımda, biraz farklı olduğumu hissettiğim anda farklı olanla buluşabildim. Farklı olan Trabzonspor’du. Mesela kazara Fenerbahçeli olsaydım hayatımda futbolun bu kadar yeri olmazdı; en fazla arada bir Fenerbahçe maçlarının özet görüntülerini izlerdim; futbolun bende bir karşılığı olmayabilirdi.

- Türkiye’de size futbolu, futbol ötesi yaşatan takım Trabzonspor, ya yurt dışında?

- İngiltere’de Liverpool ’u, renk ve karakter benzerliğimizden dolayı da Barcelona’yı çok fazla seviyor ve tutuyorum.

- Sevgili Kazım, ünlü ve popüler bir sanatçısın. Popüler olan insanların eski takımlarını bırakıp popüler takımları tuttuğuna şahit olduk...

- Bazen, "Aaa Trabzonspor’u mu tutuyorsun?” diyenler var; şaşırıyorlar yani. Eee, "Ne var diyorum?” ben de...

- Albümünüz 10 bin satarken Trabzonspor’u tutmak normal gibi görülüyor. Çünkü böyle düşünen insanlar, "Trabzonspor, albümü 10 bin satan bilmem kaçıncı sınıf sanatçıların takımı” diye düşünüyor...

- Hayatta doğru bildiğim şeyleri şüphesiz soru işaretiyle algılamışımdır ancak o soru işareti kalktığı yerde de o doğruları sonuna kadar savunmuşumdur. Trabzonsporlu olmakla kendimi ayrıcalıklı ve farklı hissediyorum. İlla bir futbol takımının peşinden gidilecekse bu takım bana göre Trabzonspor’dur. Bir futbol hareketi olarak Trabzonspor’u desteklemek de bana göre ayrıcalıklı ve elitist bir durumdur.

- Trabzonspor da Kazım Koyuncu da Karadeniz’ den yola çıktı; ulusal bir müzisyen oldu...

- Karadenizli insanlarla müzik ya da konser noktasında tam bir tanışma sağlamamışken beni Türkiye’nin diğer yörelerinden insanlar dinliyordu. Dört Diyarbakır konserim var, Tunceli’ ye gittim. Yine bu ay içinde Doğu-Güneydoğu turnem var. Trabzonspor da ben de Karadeniz’den yola çıktık ama nereden yola çıktığı kadar nereye ulaştığı da çok önemlidir. Biz büyümek zorundayız ve herkesle bir şeyleri paylaşmak zorundayız. Karadenizliler, evrensel değerleri üst noktalarda olan topluluklardır. Gerek Trabzonspor, gerekse bizim gibi sanatçıların yaptığı iş bunu daha iyi gösteriyor.

- "Zuğaşi Berepe”, "Dinmeyen”, "Viya” derken şimdi de Hayde... O eski radikal söylemi hafiflettiniz...

- Yoo, radikal söylem yerinde duruyor aslında, ancak arayışlarım var. Zuğaşi Berepe’yla yaptığımız Karadeniz müziğinden ziyade rock müzikti. Lazca’yı kullanmamız, bu dilin yok olmamasını istememekti. Rock, özgün-rock karışımı müzikler, hatta son 5-6 yıldır elektronik müziklerle de uğraştım. Tüm etnik müziklere karşı duyarlılığım var; Karadeniz müziğini de yeni yeni öğrendiğimi düşünmüyorum. Hayde, biraz daha olgunlaşmış Karadeniz müziğiyle batı müziği konsepti diye düşünüyorum. Ama hayatımın sonuna kadar da Karadeniz müziği yapacağım diye bir kuralı da kabul edemem. "Zuğaşi Berepe” daha çok rock, "Dinmeyen” özgün müzik, "Viya” ne olduğu tam belli olmayan işaret veren bir albümdü. fiunu belirteyim, idealimdeki sounda yaklaşmak için epey daha sürem var.-

Volkan Konak’ın müziğinde de sizin müziğinizde de Karadeniz’de olmayan pek çok çalgıya rastlayabiliyoruz...

- Karadeniz türkülerine elektrik gitar, bas gitar sokan bir insanım. Karadeniz müziğini yozlaştırdığım noktasında eleştiriler gelebilir. Ama o enstrümanları müziğime sokmak için yırtınıyorum. Emek verilsin Karadeniz müziğiyle caz yapılsın. Ama lütfen emek verilsin.

- Şu an ünlü biriyle konuşuyorum. Sizin gibi ünlü olamayacağım nasıl olsa, hiç olmazsa ünlü olmanın hayatınıza getirdiklerini anlatın da kendimizi teselli edelim?

- Çok ünlü olduğumu düşünmüyorum. Ancak, çok ünlü olduğunu düşünen ve de onları çok sevdiğini sanan binlerce insan var. Bu sevginin yalan olduğunu düşünüyorum. Beni seven çok insan var ve sadece o sevgiye inanıyorum. Neden inanıyorum? Çünkü, beni televizyonlarda görmeden, sadece yaptığım marjinal albümlerle seven insanlar bunlar. Beni sevenler, elbette televizyona çıkmamı istiyorlar ancak saçma sapan yerlerde de görmek istemiyorlar. Müzik yapıyorum ve yaptığım müzik sadece şarkı söylemek değil. Hayat dışarıdan bakıldığında çok karmaşık, çok yoğun ama bu hayatı seviyorum çünkü çok sevdiğim bir şey yapıyorum, müzik yapıyorum.

- Çevreniz genişledi, zaten gazeteciler ve televizyonlar da buraya akın ediyor...

- Çok açık söylüyorum, bunu birileri yanlış da anlayabilir, hep müzikle, konserlerle, dizi ve film müzikleriyle anılmak isterim. Üretmek istiyorum.

- Müziğinize etnik müzik desek, sanatınızı sınırlandırmış olacağız gibi geliyor bana...

- Aslında ne isim vereceğimi ben de bilmiyorum ancak "Hayde”yle birlikte esas yapmak istediğim müzik noktasına yaklaştım. O da, Tiflis’ten Trabzon’a bir hat izlemekti. Gürcistan’a gittim, orada çok değerli sanatçılar ve eserler var. Beri tarafta Trabzon ve civarında su yüzüne çıkması gereken öyle değerli eserler çıktı ki karşıma. Yani yeni çizgimizi, Tiflis-Trabzon konsepti olarak adlandırabiliriz. Bundan sonra, bütün dünyaya hitap eden Karadeniz ve modern müzik anlayışını bir araya getirme niyetindeyim.

- Statükoyu, ayrıcalığı kabul etmeyen, özgürlük düşkünü pek çok kişi ya futbolu hiç sevmiyor; sevenler de Trabzonspor’un kazanmasını istiyor...

- Futbola karşı durup da, futbol sevgisi üst düzeyde olan çok solcu, demokrat, aydın insanlar tanıyorum. Onların birçoğu futbol sevgisini söyleyememiştir. Aslında futbol, dünyanın en kolektif toplu hareket ve eğlence biçimidir. Ancak hangi güçlerin elinde olduğu çok önemlidir. Ve bugün de kötü niyetli kişilerin elinde olduğundan, futbol zarardır... Futbol üstünden siyaset yapanlar, ihaleler alanlar, inşaatlar yapanlar varsa, futbol içinde çok günah barındıran bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bunlara rağmen futbolu çok seviyorum ve Trabzonspor’u tutuyorum.

- Duruşunuza uygun bir de Türk futbolu ve futbolcusu yorumu dinleyelim mi sizden?

- Türk futbolunda parlak, farklı futbolcu pek yok. Maç sonunda bir sürü konuşmalar yapıyor ya futbolcular, "Ulan” diyorum, ben bu adamların konuşmalarını nasıl dinliyorum? Klişesiz, anlamsız, zekadan eser taşımayan konuşmalar... Yurtdışında arada farklı portrelerle, olaylara karşılaşırsınız. Mesela Maradona, futbolu sevmemde en önemli etkisi olan adamdır. Sadece büyük futbolcu olduğu için değil, o uçarı hali, yenilse bile dimdik ayakta kalabilmesi ve hala sevilmesi, özgürlükçü hali beni futbola çekmiştir.

- Trabzonspor’un şampiyon olması mı, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba mı daha önemli?

- Bu kadar konuşmadan sonra, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba demem lazım ancak şampiyon olmalıyız. Burada, belki ilk kez “sonuç”tan yana olacağım ama şampiyonluğa ihtiyaç var. Böyle bir mazi, böyle bir tarih bunu hak ediyor. Türkiye’de Trabzonspor, Almanya’da St.Pauli. Bu tür takımlar liglerinde şampiyon olmalı.

- Neden St. Pauli?

- Çok aykırı bir takım. fiimdi ikinci ligdeler, tribünlerinde diğer takımların tribünlerinde göremeyeceğiniz insanlara ve daha başka farklılıklara rastlarsınız.

- Trabzonspor takımı karşınızda olsa neler söylerdiniz onlara?

- Bir kere her sene şampiyonluğa oynayan bir takımın oyuncusu olarak sahaya çıkmalarını isterdim ki o seneyi sondan beşinci bitirseler bile. Mazimiz bunu hak ediyor.

- Müzisyen Kazım Koyuncu’nun müzik yolculuğu soluksuz sürecek mi?

- Tasarladığım iki albüm daha var. Belki arada extra bir albüm daha yapabilirim. Bir de kendime yaptığım eserler var. Onları internet siteme döküp yayınlamak istiyorum. Müzik dışında ise, Türkiye’de yaşadığım konser çoşkusunu yurt dışında da yaşamak istiyorum. Bu sene sonunda kendi şarkılarımı, Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, Gürcistan gibi ülkelerde söylemek istiyorum. Karadeniz müziği bu projeler için büyük avantaj. Çünkü, kemençe ve tulum, çok ilgi çeken enstrümanlar.

- "Hayde” albümünüzdeki "Uh Aha”yı Trabzonspor tribünleri için yazdım dediniz...

- Evet, tribün ambiansını iyi yansıtan bir eser diye düşünüyorum. "Oy Fadime” de öyle... İnsanların alıştıkları seslerden biraz uzaklaşmaları gerekiyor. Böyle söylediğim iyi de oldu, sizlerle buluştum. Zaten bu buluşmayı ne zamandır bekliyordum... İyi ki geldiniz...

- Biraz zor bulduk sizi..

- Siz bulamamış olsaydınız ben bulacaktım sizi. İnanın bu buluşmayı çok özlüyordum.


SATIRBAŞLARI..

.- "Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de... Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil ediyor”

- Karadeniz dışında dinlenmek, sevilmek beni çok memnun ediyor.. Ama ben Karadenizsiz müzik yapmak istemiyorum. Karadeniz’e daha özel ve özgün hazırlanıyorum.

- Yaptığım müzik siyasi tavrımdan daha önemlidir hem de dünyanın bütün siyasetlerinden daha önemlidir. Siyasetler, devrimler, karşı devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.

- Diyelim ki albümüm 1 milyon satacak, bu satıştan gelen parayla pek çok kişinin de hayatı değişecek.

- Zuğaşi Berepe çok bilinçli bir gruptu ancak grup olarak devam etmek çok zor. Esas olarak Mehmet Ali Beşli ve ben grubun öncülüğünü yaptık. Zaten o gruptan pek çok arkadaşla çalışmaya devam ediyoruz. Ben onları orkestra gibi görmüyorum, onlar da beni artist-sanatçı gibi görmüyor.

- Solcu bir insanım. Genel anlamda solculuğun anlamı da, ezilenlerin, yoksulların, emeğiyle hayatta kalmaya çalışanların yanında olmak. Solculuğumun bir adım ötesi de, estetik anlamda anarşizme daha yakın bir duruştur.

- Bütün dünyanın bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır, tüm topraklar da memleketimizdir. Yunanistan’a giderken vize almaktan hiç hoşlanmıyorum, zoruma gidiyor. Oradaki toprakla buradaki toprak aynı.

- Futbolda saha dışı olaylar var ama futbol o kadar basit bir oyun ki! Yapmanız gereken tek şey, yediğinizden daha fazlasını atmak.- Babam, çok özel bir insandır, aydındır da. O da hak-hukuk-adalet kavramlarını “değer” olarak gören ve önemseyen biridir. Şu anda Hopa da 2 sandalyeli bir berber dükkanı var.

- İstanbul bir aşk... Nefret edebiliyorsun ama ayrılamıyorsun. Hopa ise benim memleketim ve Hopa’yı çok seviyorum; en son gidip öleceğim yer de orası... Şu da var; Afyon’a gittiğimde de, Berlin’e gittiğimde de yabancılık çekmiyorum.

- 100 bin üye projesini önemsiyorum. Bunu düşünenler, camiaya demokrasiyi sokmuşlardır. Trabzonsporluluğumla bir kez daha gururlandım.

Yakıp Gittin

Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto "Che" Guevara'ya, yollara yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksu insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.

Biz de öldük.

Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.

Teşekkürler dünya.

Kazım Koyuncu

24 Haziran 2010 Perşembe

Euro J 2010-St. Etienne

Dün Cezayir'in kader maçını Cezayirlilerle izleme fırsatım vardı ama iş güç girince kaçırdım. Cezayirliler için kaybedilmiş herhangi bir şey yoktu maç sonunda. Formaları ve bayraklarıyla St. Etienne sokaklarında tur attılar geç saatlere kadar.

Şu an BFM TV adlı bir kanal ise Fransa Milli Takımı'nın Fransa'ya inişini canlı veriyor. Yaklaşık 20 dakikadır insanlar sarı bir uçağa bakıyorlar. Sanki uçak korsanlar tarafından kaçırılmış gibi.

Fransa'da Aime Jacquet'in önderliğinde 48 takımlı bir turnuva düzenleniyor. Turnuvayla doğrudan ilgimiz olmasa da bir davet şeklinde izlemeye geldik. Toplam 48 takımın yer alacağı turnuvada Galatasaray'ın 12 yaş takımı da yer alacak. 8 gruptan ilk iki takım çıkıyor.

İlk maçı yarın saat 16:15’te Liepajas Metalurgs ile Andrezieux-Boutheon L’etrat Stadı’nda oynuyor.


Katılan Takımlar

1. Grup
Benfica Lisbonne
CSKA Sofia
Pyunik Erevan
Valetta
Andrezieux SF
US Montreynaud

2.Grup
Cristal Palace
Steaua Bucarest
FK Dukla
A,Ptolemaidas
FC Firminy
St Galmier Chamboeuf

3.Grup
Sporting Lisbonne
Hansa Rostock
Capodistria
FC Copenhague
Olympique ST Etienne
Billon

4.Grup
Legia Varsovie
STJosephs Boys
FC Koper
Mzagfoot Academy
AS St Etienne
Loire Forez

5.Grup
Juventus Turin
Metalist Kharkov
NK Maribor
Apoel Nicosie
L'Etrat La Tour
AC Rive de Gier

6.Grup
Milan AC
Rapide Vienne
FC Nitra
Tartu Olumpia
USF Le Puy
Loire Nord

7.Grup
Valance FC
ujpest budapest
Galatasaray
Liepajas Metalurgs
AJ Auxerre
Club Azur

8.Grup
Standard Liege
Grasshopper Zurick
Slavia Prague
Vastra Frolunda
Olympique Lyonnais
US Feurs

23 Haziran 2010 Çarşamba

Terlik

.
Yanındaki çekik gözlü gülüyor da aman diyeyim o terliklerle yemeğe inmeye falan kalkma,
bizim yerli çekik gözlü zamanında fırçayı yemişti Deli İbo'dan. Bizden söylemesi...

22 Haziran 2010 Salı

Yazık Oldu Kewell'a

Bir futbolcu düşünün; 32 yaşında. Muhtemelen Dünya Kupası'nda son kez oynayacak. Oynadığı kulüpte sezonun 2. yarısını sakat olarak geçiriyor ama sürekli çalışıyor,kondüsyon depoluyor. Tek amacı Dünya Kupası'nda oynayabilmek. Maç eksiği olduğu için ilk maç yedek kalıyor. Takım arkadaşı ilk maçta kırmızı kart görünce forvetsiz kalan takımda 2. maç ilk 11 yolu gözüküyor ona. Hem kendisi hem de takımı iyi de başlıyor maça. 1-0 öne geçiyorlar.Ve o dakika geliyor. Ganalı oyuncunun şutunda top çizgi üstündeki Kewell'in eline çarpıyor. İstemeden de olsa golü engellediği için penaltı tamam ama kırmızı kart saçma değil mi? Sen 6 ay boyunca sadece Dünya Kupası için çalış ve 29. dakikada kırmızı kartla oyun dışı kal. O akşam kendimi Kewell'in yerine koydum da,çok acı gerçekten.



Kırmızı kart pozisyonuyla alakalı; "Kolunu mu kessin Kewell?" demiş Avustralya'nın Hollandalı teknik direktörü. Daha ağırını söyleyememiş tabi bulunduğu konum itibariyle.



Bizimkiler'deki Abbas olsaydı hakeme şöyle derdi mesela; "N'apsın , kolunu .ötüne mi soksun babam afedersin?"

Dünya Kupası'ndan Aklımda Kalanlar Vol 1.

İş dolayısıyla tüm maçları seyredemiyorum. Her ne kadar işyerinde fırsat oldukça bilgisayarımdaki TV kartı sayesinde gündüz maçlarına ara ara baksam da Dünya Kupası mundar oluyor, acı gerçek bu maalesef.

Şimdiye kadar oynanan, izlediğim-izleyemediğim tüm maçlardan aklımda kalan birkaç detayı,aklıdma kalanları paylaşmak istedim kısa kısa;

*Uruguay- Fransa maçında Uruguay orta sahasını oluşturan 4'lünün forma numaraları 15-16-17-18'di. İlginç bir detay benim için.. Aklıma ligin 2. yarısında oynanan Kayseri-Trabzon maçı geldi. Kayseri'de ilk 11'de 1-11 arası forma giyen hiç bir oyuncu yoktu.. Matematik konusunda saplantılı olduğum için ilgimi çekiyor sanırım.

* Dün İsviçre'yi katleden Suudi hakemin kötü performansının en büyük sebebi Fifa'dır. Belki de turnuvadaki tek Müslüman hakem olan Suudi hakemin turnuvada ilk yönettiği maç Regaip Kandili akşamıydı. Bırakın da adam kandil gecesi ibadetini yapsın,duasını etsin :)

*Hepimiz biliriz ki Afrika'da büyü olayı yaygındır. Ancak şu ana kadarki duruma baktığımızda büyücüleri en iyi çalışan ülke Gana gibi gözüküyor. Zira Sırbistan ve Avustralya maçında kazandıkları penaltıları başka şekilde açıklamak zor gibi sanki.

Biraz da futbol konuşacak olursak;

* Tıpkı kadim dostum 1903 gibi benim için de şu ana kadar en büyük hayal kırıklığı İngiltere oldu. Zira Arjantin'i destekliyorum ama kupa için favorilerimden biri İspanyayla birlikte İngiltere'ydi. Her ne kadar kısır bi oyun kurguları da olsa Slovenya maçını atlatırlarsa,2. turdan itibaren kaybedenenin eleneceği maçlarda iyi takım savunmalarıyla iş yapabileceklerini, Rooney'nin patlama yapabileceğini düşünüyorum..Kalecilerine kurban gitmezlerse yarı final oynarlar..

* Söylediğim gibi Arjantin'i destekliyorum ama çok umutlu değilim. Arjantin'in her maçından her türlü sonuç çıkabilir. 2. turda elenirsek hiç şaşırmam.

* Uruguay ya da Paraguay'ın yarı final oynaması sürpriz olmaz. Forlan şu an Dünya'daki en iyi 5 golcüden biridir bana göre.

*Her ne kadar Dünya görüşüm gereği ABD'den nefret etsem de ABD Milli Takımı ülkesini yönetenlerin temsil ettiklerinden çok farklı şeyleri temsil ediyor. Seviyor,destekliyorum.

*Şu ana kadarki en büyük hayal kırıklıkları; İtalya ve İngiltere'yle birlikte Afrika takımları. (Domenech'li Fransa çok ta sürpriz sayılmamalı) Özellikle de Fildişi Sahilleri ve Kamerun.

Son olarak; Anelka'ya hislerimize tercüman olduğu için tüm futbolseverler adına teşekkür ediyorum. :)

20 Haziran 2010 Pazar

Teşekkür Ederim Baba

6 Ocak 1990... Suadiye... Hayal mayal hatırlıyorum. Tarihini de sonradan buldum zaten. Fenerbahçe'nin maçı var. Babamla abim Fenerbahçe'nin her maçına gidiyorlar. Ya da çocuk aklı ben öyle sanıyorum. Hayatımda gittiğim ilk maç da Fenerbahçe maçı. Ben Fenerbahçeliyim. Beni de götürün maça diye ağlıyorum evde. Bu maç büyük maç diyor babam. Götüremeyiz seni Fenerbahçe-Beşiktaş. Evin koridorunda ağladığımı maça gitmek için çırpındığımı hatırlıyorum. Babamın kararı değişmiyor. Abimle evden çıkıyorlar. Kadıköy'de 1-5.

Eve dönüyorlar. Ben o gün Beşiktaşlı oluyorum. Beni Fenerbahçe maçına götürmediler diye, isyanımdan Beşiktaşlı oluyorum. Bir kayıp da evde veriyorlar. İyi ki varsın baba iyi ki götürmedin beni maça.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Bu Formayı Giymek Yasak!!!

Beşiktaş arması olan korsan ürünlerle İnönü Stadyumu'na girmek yasaklanmış. Yani lisanslı ürün almak zorundasınız. Mesela üzerinizde eski bir Beşiktaş forması ile maça gitseniz girememe ihtimaliniz var. "Ulan adamlar lisanslı olması kaydıyla alıyorlar, yani eski umbro ya da puma formanla gelsen sorun olmaz, buna da mı muhalefet ediyorsunuz?" çıkışmalarına siper alarak yazmak istiyorum bu yazıyı.

Tamam sen de bir plan çizmişsin taraftar lisanslı forma alsın, şapka, atkı, Q7 seti... Sponsorların çıkıp biz de tribünlerde puma, umbro, reebok forma görmek istemiyoruz gibi bir talepte bulunursa ne yapacaksın?

Dur bakalım seninle olan sözleşmem saha içinde geçerli diyeceksin muhtemelen. Tribüne gelen taraftar kombine alırken imzalattığın sözleşme de lisanslı ürünle stada gelmezsen seni kapıdan içeri almam maddesi eklettin mi peki? Yani sponsorun önüne koyduğun sözleşmeyi taraftar getirip senin önüne koysa ne yapacaksın?

Onu da geçtim benim dedem Beşiktaşlıydı bana hatıra forma bıraktı. Ya da Sanlı Sarıoğlu'nun forması var sırtımda. Yukarıdaki formanın hikayesi burada. Bu sebeple değerli kardeşimiz Turgay Kaygun'u da selamlıyorum.
Ne demiştik: "Kutsal dedikleri olsa olsa göğsü reklamsız, amblemi el emeği göz nuru Beşiktaş'ın bembeyazına işlenmiş, yerli malı bu formalardır."

18 Haziran 2010 Cuma

Gel Taraftar Gel




Alelacele çıkan Q7 ürünleri...
Bir de uyarıda bulunmuş yönetim; ilk etapta mağazalarda belirli sayıda bulunacağını yazmışlar. "Bu ön bilgilendirmenin amacı taraftarlarımızın mağazalarımızdan Q7 setini almadan çıkmalarını şimdiden önlemektir." demişler ve eklemişler "İmza törenine gelecek taraftarlarımızı önce mağazalarımıza ardından stadımıza bekliyoruz".
.
(Her şey iyi güzeldi de şu atkıda BJK ambleminin çerçevesinin içine Q7 olmasa mıydı?)

Daum'u Oğlu İle Vurmak?

Daum'un Fenerbahçe'de kalıyor olması, Quaresma'nın bugün 15:00'te İstanbul'a geliyor olması günün en önemli iki konusu. İşe gelirken radyoda her sabah olduğu gibi Barış Ertül ile Mehmet Ayan arasında gidip geldim. Özellikle Mehmet Ayan'ın programında Daum mevzusunun çok enteresan bir tarafı tartışılıyordu. Mehmet Ayan, "Fenerbahçe Daum'u kulübeye koydu -köpek kulübesini kastediyor- ama Daum hala kalmakta ısrar ediyor. Üstelik oğluna da bu kulüp yol verdi. Bir baba için oğlundan daha önemli ne olabilir?" diyor. Daum'un adamlığını sorgulayan bir program yaptı. Çok şaşırdım. Bir insan sözleşmesinde yazan çok yüksek rakama rağmen oğlumun işine son verdiler diye bu hakkından vazgeçmeli mi? Mehmet Ayan'a göre Daum'un yaptığının adamlıkla falan ilgisi yok.

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda bilmem ama Daum'un yaptığı kadar da doğru birşey yok. Nedeni ise gayet basit. Olaya neresinden bakarsanız bakın Daum'a bir ayıp yapıldığını konuşuyorsak - ki oğlunun işine son verdiler diye ayıp edildiğini düşünmüyorum- vereceği en güzel cevap 3 yıllık sözleşmesinden doğan tazminatı söke söke alıp gitmesi değil midir?

Efendim onurlu adam para için böyle bir işe imza atarmıymış? Oğlundan daha değerli bir varlık varmıymış? Köpek kulübesine girermiymiş diye üstüne basmakta Sayın Mehmet Ayan. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar para kazanamayacak bir adam oğlunun geleceği için kendisini feda etmez mi? Maneviyatçı pencereden bakan Sayın Mehmet Ayan bir de bu pencereden baksa mesela Daum'a. Döndürüp Mehmet Ayan'a sorsak ailesinin geleceği için her türlü zorluğa katlanmaz mı?

Hangimiz Daum'un alacağı parayı bir arada gördük bu zamana dek? Olaya biraz da Fenerbahçe yönetiminin ortada olan sözleşme nedeniyle elinin kolunun ne kadar bağlı olduğuna ve bu posizyona düşmesini eleştirsek. Hadi her konuda saçmalıyorum, Daum'a yapılan gerçekten köpek muamelesi diyelim. Üstelik Daum'u oğluyla vurmak gibi bir planda söz konusu diyelim. Koskoca Fenerbahçe Spor Kulübü bir teknik direktörden kurtulmak için bir adamın oğlunu malzeme yapıyorsa maneviyatçı düşünceler neden bunu da sorgulamaz?

17 Haziran 2010 Perşembe

7 > 6

Quaresma geliyor diye ilk kez statta imza töreni yapılacak ve aynı gün satışa çıkacak olan kombinelerde bedeninin üstü belirsiz bir 7 numara olacak. Formalar için kabaran göğsümüzde yazılı olacak reklam belirenirse sırtında yazacak isim nasılsa belli olduğundan onlar da reyonlarda yerini alacak.
.
Öte yandan sezon başında Efes Pilsen'den transfer edilen, Cevher Özer ile birlikte Beşiktaş'ımızın iki milli basketbolcusundan biri, yanılmıyorsam son All Star üçlük yarışması birincisi 6 numaralı Engin Atsür Fenerbahçe'ye gidiyor.
.
Resmi sitede sırasıyla Schuster'in imzası, Kartal Yuvası'ndaki Babalar Günü Promosyonu, Vakıfbank'ın ayrıcalıkları, Quaresma'nın imza günü haberleri var. Oysaki sadece bir hafta öncesinde başarılı basketbolcularımızın 2010 Dünya Erkekler Basketbol Şampiyonası için A Milli takımı aday kadrosuna çağırıldığı da yazıyordu...

Dünya Kupası'ndan Tiplemeler

Bilmem ne kafalı Japon askeri derler ya hani.

Servet gibisin maaşallah...


Böylesi daha iyiymiş lan ehe..


Futbol herkesin heyecanlandığı Almanların sevindiği bir oyundur.


Önemli olan boyu değil, işlevi.
.
.
Bırsa'dan gol haberi mi var 2-2 mi, 2-2 mi?! :)
(Sağdaki ablanın ellerine dikkat)


Koyduk mu?


One minutes...


Çalmayın lan şunu başımız döndü...
.
Fotoğraflar: NTV Spor

16 Haziran 2010 Çarşamba

CK'dan 'Eyvallah'

Grup CK 11 yılın sonunda 'Eyvallah' demiş ve tribünlere veda etmiş.
Bundan böyle Kadıköy'de koreografi görmek zorlaşır...

Son 7 Sene Kombine Kart Rakamları


2004-2005 sezonu kombine kart fiyatları
Vip 5000– 1,750
Numaralı 1,200
Kapalı 500 -700
Yeni açık 250
Eski açık 200
2003-2004 sezonu 3. UEFA

2005-2006 sezonu kombine kart fiyatları
Vip 6,500-1,305 YTL
Numaralı 1,150 - 810 YTL
Kapalı 800-495 YTL
Yeni açık 200 YTL 180 YTL
Eski Açık 150 – 135 YTL
2004-2005 sezonu 4. UEFA

2006-2007 sezonu kombine kart fiyatları
Vip 900-4500 YTL
Numaralı 1125-630
Kapalı 630-450
Yeni Açık 135
Eski Açık 90
2005-2006 sezonu 3. UEFA

2007-2008 sezonu kombine kart fiyatları
Vip 6.000-1.500
Numaralı 1.750-1.250
Kapalı 900-700
Yeni Açık 300
Eski Açık 250
2006-2007 sezonu 2. Şampiyonlar Ligi

2008-2009 sezonu kombine kart fiyatları
Vip 6.500- 1800 YTL
Numaralı 2,100- 1.550 YTL
Kapalı 1.200- 975 YTL
Yeni Açık 400 YTL
Eski Açık 350 YTL
2007-2008 sezonu 3. UEFA

2009-2010 sezonu kombine kart fiyatları
Vıp 6.900-2.500 TL
Numaralı 2.500-1.900 TL
Kapalı Üst 1.400 TL
Kapalı Alt 1.150 TL
Yeni Açık 600 TL
Eski Açık 500 TL
2008-2009 sezonu şampiyonu Şampiyonlar Ligi

2010-2011 sezonu kombine kart fiyatları
Vıp 7.500-2.750 TL
Numaralı 2.750-2.100 TL
Kapalı Üst: 1600 TL
Kapalı Alt: 1.350 TL
Yeni Açık: 700 TL
Eski Açık: 550 TL
2009-2010 sezonu Avrupa Ligi

Alt 1.35 / Üst 1.60

Geldi işte Quaresma, şimdi de yönetim arkamızda...
.
Kapalı Alt: 1.350 TL
Kapalı Üst: 1.600 TL
Yeni Açık: 700 TL
Eski Açık: 550 TL

Siyah Beyaz Sarı Kırmızı

Bu fotoğraf Fenerbahçe Dergisi'nden. Türk futbolunda öteden beri Fenerbahçe'nin rakipleri birleştirici özelliğine değinilen bir makalenin parçası. Tarih 9 Mayıs 1982. Beşiktaş-Fenerbahçe maçında İnönü Stadyumu tribünlerindeki Galatasaray bayraklarına dikkat çekilmiş. O gün yaşananları bugüne taşımaları hayli manidar. Geçtiğimiz sezon yaşadıkları sonrasında izledikleri yol rakipleri boklamak üzerine kurulu olduğu için amacı da belli aslında. Ama Beşiktaş tribününün geçmişinden böyle fotoğrafların bulunup piyasaya sürülmesi hayli rahatsızlık verici. Hele hele de sarı kırmızı bayraklarla yanyana 0lmak.

15 Haziran 2010 Salı

Dünya Kupası'ndan Güzellemeler

Cidden melek...

İlle de İngiliz olsun... (Tırnaklar kötü ama)

Nijeryalı Dişi Kartallar

- Yazısız - (..ve numarasız)

Eli işte gözü oynaşta...

- Hi Mom!
- Hi.. Your father says; 'Don't come back to home!'
Fotoğraflar: SporX

14 Haziran 2010 Pazartesi

Bir "Ola", Binlerce "Alo"


Polonezköy'de keyifli bir Pazar kahvaltısının keyif kaçıran maliyetinin bedelini karttan çektirirken, cep telefonumda bir cevapsız çağrı bir de okunmamış mesaj olduğunu görüyorum. Mesaj abone olduğum spor haber paketine ait ve biten transferi "Beşiktaşımızda" diyerek müjdeliyor. Sonra olayın şaşkınlığını üzerimden atamadan cevapsız numaranın sahibi olan arkadaşıma geri dönerek bu transfer haberini vermek için arandığımı öğreniyorum. Mesaja ve arkadaşıma güvensizliğimden değil ama renktaşlarımdan birinden duymak için hemen 1903'ü arıyorum, teyit etsin diye. Olaydan bihaber şekilde yaşadığı muhtemel Pazar miskinliğini üzerinden atıp NTV Spor'u açıyor ve canlı olarak naklediyor o da bana gelişmeleri. Devamında gelen bir kaç telefon ve "Almışız... Anlaşılmış..." muhabbetleri. Tahminen o dakikalarda haberi duyan bir çok kişi de telefona sarılarak duymayanlarla bunu paylaşmıştır.

Polonezköy'den eve dönüp haberlere ve vuvuzela seslerinin katlettiği maça göz atttıktan sonra Eric Clapton konseri için çıkıyorum. Beşiktaş'ta birahiden bira keyfine ortak olan bir arkadaşımla oturuken yanımdan geçen Beşiktaş formalı bir kıza takılıyor gözlerim. Arkasında ne yazıyor diye bakıyorum; İ. Toroman yazıyor. Seneye kim bilir kaç formanın arkasında aynı ismi göreceğimi düşünerek gülümsüyorum kendi kendime. Birahiyi sıfırlayıp, promilleri artırdıktan sonra taksiye binmek üzere Beer Point'ten yola doğru yürürken başka bir Beşiktaş formalı bu sefer gözüme takılmakla kalmayıp formanın içindekinin Yılmaz Gitgetir olması sıcaktan ve biradan kısılan gözlerimi biraz daha açıp tekrar bakmama sebep oluyor. Ferrari yazıyor onun da arkasında. Yine kendi kendime gülümseyerek Kuruçeşme Arena'ya doğru yola çıkıyorum. Klasikleşen Beşiktaş-Ortaköy trafiğinden kaçmak için ara yolları kullanan şoför dimdik bir yokuştan Ortaköy'ün az ötesine inerken ben iki apartman arasındaki Beşiktaş amblemli bayrağa hayranlıkla bakıp ne kadar zamandır asılı olduğunu düşünüyorum. O ara sokaktaki Kartal Yuvası sebebiyle orada olduğu yokuşun sonundaki dükkanı görünce anlaşılıyor. Şoförün ara sokakları bizi güzel bir zamanlamayla konser alanına getirdiğinde sıra beklemeden içeri girmek üzereyken Şifo (tribündeki) takılıyor bu kez gözüme. Maç olmadığı bir gün içerisinde bu iki eski tanıdık simaya denk gelmenin ne kadar enteresan olduğunu düşünerek içeri girince aklıma onlarca tanıdık simayı gördüğüm geçen yaz aynı mekanda düzenlenen şampiyonluk kutlaması geliyor. Bir yıl önce adına tezahüratlar yaptığımız topçunun gelişinin haberini bir yıl sonra aynı mekana gideceğim gün almak hepsinden enteresan oluyor.

Ola (Merhaba) Quaresma...
İnşallah bu güzel boğaz manzarasına bakan mekanlardan çok aynı manzaraya bakan stadımızda yaşayacağın akşamlara damga vurursun.

13 Haziran 2010 Pazar

Dünya Kupası Kısa Kısa (2)

  • Güney Kore, Yunanistan'dan daha tempolu oynayınca galibiyet için başka birşey yapmasına gerek kalmadı.
  • Yunanistan bitmiş durumda sahada ne yaptığını bilmeyenler mangası vardı. "Ayıptır sorması neden geldiniz" derler adama.
  • Erken kalkan atın boku seyrek düşermiş. Arjantin maça muhteşem başladı ama tempoyu hep aynı seviyede tutamadılar.
  • Grubun en güzel maçı Güney Kore ile Nijerya arasında oynanacak hiç şüphe yok ki.
  • İngiltere için birşey söylemek istemiyorum. Türkiye puan kaybetmiş kadar üzüldüm.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Dünya Kupası Kısa Kısa

  • Euro 2008'de ATV'nin yayınladığı tüm maçları eksiksiz izlemiştim. Dünya Kupası'nın saatleri nedeniyle yarısından fazlasını seyredemeyecek olmak koyuyor adama.

  • Açılış seremonisi muhteşemdi diye yazmış Hürriyet. İzleyemedim ama Çin'de yapılan açılıştan sonra daha iyisi olamaz heralde.

  • Yalçın Çetin gerçekten bu toprakların en iyi spikerlerinden biri. Ömer Üründül ise en kötü yorumcusu. Euro 2008'de Selçuk Manav'dan çektiğimiz kadar olamaz tabii.

  • Meksika oynadığı oyunla galibiyeti hak eden taraftı. Herkes çok şaşırdı ama Euro 2004'den sonra bir arkadaşımın ben İddia oynarken söyledikleri sonrası böyle uluslararası turnuvalara bakışım değişti: "Herkes ülkesi için oynar."

  • Bir ara tribünlere dönen kameralara vuvuzela çalan bir adam çıktı. Gözlerini kapamış vuvuzela çalıyor. Adam maçı seyretmeye gelmemiş vuvuzela çalmaya gelmiş sanki.

  • Uruguay'ın forması rezaletmiş. Puma'nın ürettiği en kötü forma bu olsa gerek.

  • Güney Afrika tam Parreira takımı olmuş. Geriden top çıkarana kadar göbekleri çatladı.

  • Dos Santos izlediğim en iyi Dos Santos'tu.

  • Fransa'da Diaby şık çalımları, Forlan top istopları, Lugano pisliği ile maçın yıldızlarıydı.

  • Tribünler dolu ama boş olsa daha iyi bir tezahürat duymak nasip olmadı henüz. Belki bu akşam davul sonrası England sesleri duyarız.

11 Haziran 2010 Cuma

Setten Yönetime

Kırk yıllık Eskişehirli ve Eskişehirsporlu Tatar Mustafa kulübün yeni yönetim kurulunda yer alacak. Es-Es'in fırtına estirdiği dönemleri de, alt liglerdeki kahırlı yıllarını da yakından yaşayan Mustafa Akgören zaman içinde tribünde sevilen sayılan biri olarak amigodan da liderden de öte başka bir şey olmuştu bütün Eskişehirliler için. Kiminin ağabeyi, kiminin kardeşi ama herkesin sözüne güvendiği bir isimdi.

Gençlik yıllarında arkadaşlarıyla kurduğu 'Kızılcıklı', Türk futbolundaki ilk taraftar gruplarından (Yine EsEs'in efsane Ayder'ini de unutmamak lazım). Seksenlerin sonunda ilk adımları atılıp, doksanlı yıllarda Eskişehir'e gönül veren gençlerin birleşmesiyle kurulan Kızılcıklı ile tribünlerde daha aktif şekilde yer alan Tatar Mustafa, bir yandan işinde ve evinde hayatın mücadelesini verirken diğer yandan da Eskişehirspor için başka başka kulvarlarda verdiği mücadelesini sürdürdü hep. Yakın zamanda kurduğu 1965'liler derneğinde başkanlık görevini üstlenerek, stadyum içerisinde bir tribünün kendi isimleri adına ayrılmasına ve baştan aşağı yenilenmesine ön ayak oldu. İç saha maçlarını buradan takip etmesine karşın bazı deplasman maçlarında eski günlerdeki gibi sete çıkarak tribüne önderlik etti. Ve kırk yıllık Eskişehirli Tatar Mustafa (Mustafa Ağabey) geçtiğimiz günlerde gerçekleşen kongrede yönetim kuruluna seçildi. Tribünden birinin bu konuma gelmesi gerçekten sevindirici. Şahsen on yıldır tanıdığım kendisinin bu görevi layılığıyla yerine getireceğine inancım sonsuz. Kardeşi (benim de kardeşim) ile görüşmelerimden öğrendiğim kadarıyla ilk etapta ESES STORE ve Eskişehirspor dergisi ile ilgili çalışmalarda rol üstlenecekmiş. Taraftara yönelik ve pahalı olmayan ürünlerin müjdesidir bu. Tüm Eskişehirlilere şimdiden hayırlı olsun. Darısı diğer tribünlerin başına.

6+2+2 Bilinmeyenli Denklem Değil!!!

Federasyonun, Kulüpler Birliği talebiyle aldığı yeni yabancı oyuncu formülü!!! Formül biraz karışık gibi… Önce onu açalım.

Artık kulüpler kadrolarında 10 yabancı oyuncu bulundurabilecekler. Bunlardan 8 tanesini 18 kişilik maç kadrolarında bulundurabilecekler. Ancak bunlardan sadece 6 tanesi sahada yer alabiliyor. İkisi de yedek kulübesinde duracaklar.

Daha önce Fenerbahçe 5+1’i karıştırmış, sahaya 6 yabancı sürmüştü. Bu hesap da bazı karışıklıklara yol açabilir. Yine bazı ilginç olaylar yaşanabilir önümüzdeki sene.

Ama asıl mesele gerçekten bir ihtiyaç mıydı bu kadar yabancı? Bence asıl sorulması gereken soru bu. Beşiktaş’lı arkadaşlarımın hep bir ağızdan “Tabi gerekli” dediklerini duyar gibiyim. Ne de olsa şu anda Beşiktaş’ın 11 yabancı oyuncusu var. Yeni yabancı alabilmek için en az 4 yabancıyı elden çıkarması gerekiyordu. Artık sadece 2 tane yollamaları yeterli. Tabi yine de daha fazla yabancı almak isterse Beşiktaş, daha çok yabancı yollamak zorunda. Fenerbahçe başkanı Aziz Bey de mutludur nispeten. Gerçi o artısız artırılsın ya da sınırsız olsun diyordu ama buna da razı olduğunu sanıyorum.

Ama Beşiktaş’ı bir süreliğine!!! bir kenara bırakıp genele bakarak soruyu tekrar ele alalım. Bu kadar yabancı ihtiyaç mı gerçekten?

Kulüplerin 2009-2010 sezonunda kadrolarındaki yabancı sayılarına bakalım. (Bilgileri Türkiye Futbol Federasyonunun sitesinden aldım. Hata varsa lütfen uyarın)

Antalyaspor:6

Beşiktaş:8

Bursaspor:7

İBB:6

Denizlispor:7

Diyarbakırspor:7

Eskişehirspor:6

Fenerbahçe:7

Galatasaray:8

Gençlerbirliği:8

Kasımpaşa:5

Kayserispor:7

Manisaspor:6

Ankaragücü:8

Sivasspor:8

Trabzonspor:8

Listeye bakınca görüyoruz ki 2009-2010 sezonunda yabancı kontenjan hakkı 8 iken 17 takımdan sadece 6 tanesini bu haklarının tamamını kullanarak sezonu bitirmiş. Geriye kalan 11 takım bu haklarının tamamını kullanmadığı gibi Kasımpaşaspor sahaya çıkabilecek 6 sınırına bile ulaşmamış.

Bunlar tabi ki kağıt üstünde gözüken sayılar. İşin bir de oynama süreleri ile ilgili kısmı var. Tek tek her takımın hangi yabancı oyuncuları kaç dakika oynamış onu dökmeyeceğim buraya. Sadece büyüklere bakmak bile yetebilir.

Yukarıda Beşiktaş’ı bir süreliğine bir kenara bırakalım demiştim. Şimdi tekrar Beşiktaş’la başlayalım. Evet kadrosunda 8 yabancı sınırı dolu. Hatta kiralık gönderdiği 3 yabancısı da var Beşiktaş’ın. Ama ne ilginçtir ki sezon boyunca kaç maçta bu 8 oyuncunun hepsi 18 kişilik kadroda yer aldı derseniz cevap sadece 5 olur. Sadece 5 maçta Beşiktaş 8 yabancı hakkının tamamını kullanmış. 14 maçta 7, 7 maçta 6, 2 maçta 5, 3 maçta 4 yabancı bulunduğu halde maça çıkmış Beşiktaş.

Galatasaray 8 yabancı hakkının birisini yıl boyunca kullanmamayı kabullendi. Linderoth 1,5 sene sakattı. Baros ve Kewell da uzun süre forma giyemediler. Ama Galatasaray bu oyuncuların yerine oyuncu almayı da seçmedi.

Fenerbahçe birinci yarının sonunda Carlos gidince 7 yabancıyla kaldı. Devre arasında boşalan hakkını kullanmadı. Kaldi ki Fenerbahçe de Deivid’i neredeyse sezon boyu kullanmadı. Geçen sene de çok farklı değildi. Josico ve Maldonado gibi isimler kadroda uzun süre vardılar ama sahada yoktular.

Trabzonspor da yabancı kalecisini, Gabirc’i, Teofili’yi kadrosunda olmalarına rağmen sakat olmadıkları zamanlarda bile kullandı denemez. Yattara sezon boyu sakattı. Yani 8 yabancısı bulunan takımların da hiçbirisi maçların çoğuna 8 yabancı hakkının tamamını kulanmadan çıktı.

Sözün özü daha 8 yabancı hakkını kullanmayan kulüplerin ne kadarı eklenen ve kadroda değil tribünde oturacak 2 ek yabancıyla beraber 10 kontenjanın tamamını kullanacak.

Diyebilirsiniz ki, işte sakatlıklar oluyor o yüzden takımlar yabancılarını kullanamıyorlar. İyi de kulüplerin birçoğu kontenjanın tamamını kullanmayı bile tercih etmezken sakatlık olmasa ne olur ki?!

Tabi ki şimdi şampiyon olamayan Fenerbahçe ve zaten kontenjanı dolu olan Beşiktaş bu kontenjanı tamamen kullanacaktır diye düşünüyorum. Ama diğer kulüplerin büyük kısmının bu kontenjanları kullanacağından şüpheliyim.

Bu kontenjan artırımının Türk futboluna, futbolcu yetiştirmeye etkisi olacak mı konusunu ayrıca yazarım. Ama kısaca değinmek gerekirse ülkemizin yabancı çöplüğüne dönmesi çok büyük olasılık. Gelecek vadeden genç yabancılar adıyla bir sürü tribün topçusunun ülkemize gelme ihtimali yüksek.

En azından bazı kriterler getirilebilir. Detayları çok bilmiyorum ama şu ana kadar basında bir kritere rastlamadım. Bir de zaten her takımın 18 kişilik maç kadrosunda alt yapıdan yetişmiş en az iki oyuncu bulundurma zorunluluğu kuralı devam edecektir umarım.

İlerleyen günler ne gösterecek bakalım…