28 Kasım 2011 Pazartesi

Carvalhal'in Oyunu

İbrahim Toraman'ı orta sahanın gerisinde görünce aklıma Serdar Kurtuluş geldi. Yıllardır denemiştik sağ bekten ön libero olur mu diye? Ben olamayacağını düşünüyordum ama sanırım Ertuğrul Sağlam ve Tigana'nın ön libero olarak hayli denemede bulunduğu bir adamdı. Dün de yine bu beklentiyle sahaya çıkan bir Beşiktaş vardı. İbrahim dörtlünün önünde Ernst ile oynacaktı. Evet ihtiyaçlar dahilinde böyle bir çözüm vardı bu kez ama rakip Trabzon olunca daha bir korku saldı bize.

İnter maçında rakibini iyi analiz ettiğini iddia eden Carvalhal Simao sakatlığının da son dakika eklendiği bir Trabzon maçı öncesi şapkadan tavşan çıkarttı. Dezavantajı avantaja dönüştürdü. İbrahim Toraman'ı 5. defansif oyuncu olarak kullandı. Savunmanın önünü kapatmayı başarırsak kazanırız diye düşünmüş olmalı Carvalhal.

Maç içerisinde Trabzonspor'dan daha net pozisyonlar bulduğumuz gerçek. Oyunu kendi yarı alanımızda tutmamızın sebebi çok fazla defans oyuncusu ile oynamamızla açıklanabilir. Böyle bir oyun yapısı muhtemelen Simao sakatlanmasa olmayacaktı. Toraman defansın önünde olmayacak. Fernandes ve Ernst'in önünde Simao, Simao'nun çıktığı yere Pektemek geçecekti.

Muhtemelen daha gollü bir maç izleyecektik. Kazanma ihtimalimiz bence daha az olacaktı. Quresma'nın ve İsmail Köybaşı'nın yıldızlaştığı bir maç oldu. Egemen'in emek hırsızlığı ve Burak Yılmaz'ın emek hırsızlığına teşebbüs ettiği bir maç olarak hafızalarımızda yer alacak.

Trabzonspor'u durdurmanın yolu göbeği kontrol etmek kadar kolay olmamalıydı ama yetti nasıl olduysa. Fernandes'in uzun bir aradan sonra takıma uyum sağlaması da ayrı bir güzeldi Beşikaş için. Almeida'nın yokoluşu ise anlaşılır bir durumdu. Quaresma'nın sürekli içeri kat edişleri ve ters kanattan hiçbir girişimin olmayışı hatta Hilbert'in de sürekli kaleyi düşünmesi Almeida'nın seken topa müdahale etmesinden başka bir şey yapmasına imkan tanımadı.

Bununla beraber Ekrem Dağ'ın ileriye dönük kanat oyuncusu olarak oynamasına rağmen kaleye gidemeyişi sanırım hazır olmayışındandı.

Bir de Trabzonspor seyircisine değinmek istiyorum. Ne takımını destekleyebiliyor, ne organize gürültü yapabiliyor. Trabzonspor tarihinin belki de en iyi iki senesini yaşıyor şu an ama tribünleri ne yazık ki aynı görüntüde değil. Oyunun içerisine daha çok müdahale ettiği, rakibi ve hakemi baskı altına aldığı dönemleri düşününce çok geri de olduklarını söyleyebiliriz.

61. dakika şovunun sıkıcılığı ve alışılmışlığı, takımlarına özel bestelerinin olmayışı, bölük pörçük gruplar halinde tezahürat yapmaları gibi evsahibi özelliğini hissetiremiyorlar rakiplerine. Bence Trabzonsporlular da aynı düşüncedelerdir. Örneğin önceden en zor deplasmandı Trabzon şimdi Bursa'dan daha zor değil bence.

20 Kasım 2011 Pazar

Uykumuz Geldi Lan 0-0

Ey dostlar bok gibi bir maçtı. Böyle derbinin içine sıçayım!
Beşiktaşlı, Galatasaraylı fark etmez herkes şöyle bir düşünsün. En son ne zaman bir BJK-GS maçı kıran kırana geçti? Ne zaman oynadığımız oyundan zevk aldık? Ben bir kaç sene evvel bir BJK-GS maçında uyuyakalmıştım oturduğum yerde ki o sene ligin ilk iki takımının maçıydı. Bu akşam tribünde de oldukça sıkıcı bir maç izledik. İki haftalık ara zaten kendini koyvermeye yer arayan Beşiktaş takımının dağınıklığına kılıf olmuş. Takım çoğu zaman sahada yürüdü. Şanssız olduğumuz anlar da vardı haklarını yemeyelim. Topu sürekli kalecinin üstüne nişanlayıp adamı gecenin yıldızı haline getirdik.

Cüneyt Çakır'ı hiç beğenmedim. Forma reklamının 'Yataş' veya 'İşbir' olması gerektiğine inandığım Galatasaraylı profesyonel topçu arkadaşların maç boyu yerde yatmasına, oyunu soğutmasına göz yumdu. Atakları kesti, futbol oynatmadı. Verilmeyen golde pozisyon tam bizim tribünün önünde oldu, olaya yanlı bakıyor da olabilirim ama hareket nizamiydi gibi geldi bana. Hakem tüm maç düdük ağzında dolaştığı için zırt deyip her müdahalede faul çaldığından bunu es geçmesi de düşünülemezdi.

Fenerbahçe ile de berabere kaldık ama hiç olmazsa güzel maç izlemiştik. Galatasaray maçlarından zerre zevk almıyorum. Zaten bir de deplasman takımının gelmemesi atmosferi iyiden iyiye bozuyor. İnsanlar kombine kartı biraz da derbi maçlar için alıyorlar. Rakip taraftarın tribünlerdeki yeri olmadan, karşılıklı atışma yaşanmadan derbilerin hiç bir anlamı kalmıyor. Ben son yıllarda üç büyükler arasında taraftar çatışması çıktığını hatırlamıyorum. Taşlı bıçaklı derbiler geride kaldı. Artık Anadolu takımları ile millet birbirine giriyor. Yine bu kararın alınmasının en büyük sebebi bir Anadolu takımı olan Trabzonspor'un Fenerbahçe ile oynayacağı maçta çıkabilecek olayları şimdiden engellemek adına genel bir uygulamadır. Kurunun yanında yaş da yandı bakalım seneye de bu kural işleyecek mi?

Bundan sonrası çekirdekle alakalıdır!
Bir de ben buraya abuk subuk şeyleri yazmadan rahat duramam okuyanlar bilir, anlatmadan geçemeyeceğim bir olay yaşadım. Bu akşam stada girerken elimdeki çekirdeği içeri almadılar. Sezon başından beri tüm maçlarda içeri çekirdek soktuğumu herhangi bir engelleme olmadığını, su şişesi gibi sahaya atılabilecek bir madde olmadığını söyledim. Yine de çekirdeğimi içeri almadılar buna sebep olarak da özel güvenlik olacak arkadaş içerideki büfelerin varlığını gösterdi. Adam aynen "içeride büfe var bu adamlar da sonuçta buraya kira ödüyorlar bunu içeriye alamazsınız kulübe şikayet edebilirsin" şeklinde bir cümle kurdu. Ben de sinirlendim çekirdek paketinin ağzını güzelce açtım ve polislerin önünde özel güvenliklerin önüne döktüm. Paketi de yere çaldım! Adama gider yapınca üstümü aramaktan da vazgeçtiler. Söylenerek içeri girerken kulüpten bir görevli ne olduğunu sordu durumu anlattım ama devamında bir şey olduğunu zannetmiyorum.

Şimdi içeride büfe çalışanları ile görüştüm. Bu adamlar burayı ihale şeklinde içeriden destek ile alıyorlar. Bu ihalelerde zaten bir sürü usulsüzlük ve kayırma oluyor. Ayrıca bu adamların dışarıda da işletmeleri var. Yani tek geçim kapıları Beşiktaş maçları değil. Şimdi bu mafya vari büfe işletme modelinin ve alenen yapılan soygunculuğun zararına uğramamak için dışarıdan yanımızda getirdiğimiz şeyler içerisinde önce su şişelerinden olmuştuk şimdi de sıra çekirdeğe geldi. Her ürünü en az 3 kat pahalıya satıyorlar. Amaçları hizmet vermek değil adam s.kmek! Ellerinde herhangi bir yazılı belge olmadan yanında getirdiğin şeyi içeri sokmayabiliyorlar. Kombine kart alırken imzaladığımız kağıtta tüm gıda maddeleri büfelerden sağlanacaktır diye bir yazı yok! Kafalarına göre tokatlıyorlar işte. Oysa ben kulübe fayda sağlayan bir işin içinde olmak istemem mi? Adam gibi büfe yap normalinden biraz pahalı çayımızı da içelim, su da alalım, yemek de yiyelim. Ama yok olur mu? Hem hizmetin en kötüsünü ver hem de en büyük kazığı bize sok.

Neyse yanımda küçük bir çocuk vardı kafaladım elindeki çekirdekten biraz arakladım.. Maça daha bir sat vardı usta zaman geçirmek için çekirdek olması şart!

Not: 65'te soyunanlara lafım yok da o güneş pankartı çok komikti be :) At şeyine güneş konmuş gibi..

15 Kasım 2011 Salı

Ben Beşiktaşlıyım Diyen Okusun

Geçen sene 13 hissedarın katıldıgı genel kurula bu sene verilen vekaletler ile 48 hissedar katıldı.
Yönetim faaliyetleri ve gelir-giderler konusunda hissedarlara hesap verildiği yer olan Genel Kurul'da hissedarlar futboşdaki gelirler - giderler hakkında şirkettin yönetimine hesap sordu.
Toplantıya katılan çoğunluğun ibra etmediği toplantıda, dernek yönetiminin elinde çoğunluk hissesi olduğundan kendini ibra etmesiyle ibra edilmiş oldu.

 1-Burası BJK AŞ’dir ve herhangi bir şirket genel kurulu değildir. Başka şirketler zarar edebilir hatta kapanabilir, bu çalıştığımız şirket bile olabilir, gider başka bir iş ararız kendimize ama Beşiktaş iflas ederse başka takım tutamayacağımıza göre gidecek başka yerimiz yoktur, bu yüzden bizim için çok çok önemlidir.     
2-  BJK A.Ş. hisseleri yatırımcıya güven vermeyen, spekülasyona açık ve şirketin mali tablolarından ötürü tercih edilmeyen bir haldedir.
3-  Beşiktaş Yönetimi Beşiktaş’ın misyonunu değiştirmiş, Özkaynaktan yetişen oyuncularıyla başarı kazanan bir takımken, ithal yıldızların bir senelik maaşı için her bir gencinin bonservis haklarını fonlara devir ve feda eder olmuştur. Böyle bir yöntem seçilip yerli genç oyuncularımız elden kaybedildiği takdirde bu KOLTUK GÖTÜRECEK BİR HATA OLACAKTIR.
4-    Beşiktaş gerek kamu yararına dernek gerek halka açık şirket olduğu için şeffaf ve kurumsal olmak zorundadır. Gençlerin fona devriyle ilgili spekülasyonlar başkanın ve yöneticilerin ağzından doğrulanırken kulüp olarak resmen doğrulanmamakta, bu da kamuoyunu yanıltmakta ve taraftarı adeta paranoyaklaştırmaktadır. Bu olayı açıklar mısınız?
Cevap: Bu konuda görüşmeler olumsuz sonuçlandı, şu an fona devir yok!
5-Beşiktaş’ın giderlerinde azaltma yapılmasından söz edilirken; sponsorlara her maç kaç bedava bilet verilmektedir, bu zorunlu mudur, aksi takdirde Beşiktaş sponsor bulamamakta mıdır? Bu biletlerin karaborsaya düşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Cevap: Her maç 4.000 adettir, anlaşmalara istinaden verilmektedir. Karaborsaya gitmesiyle ilgili savcılığa suç duyurularımız vardır. (Sezonda 5 milyon TL’ye yakın bir gelir kaybı söz konusu kısaca)
6-  Yüksek maliyetli oyuncular alınması taraftarın alım gücünün arttığı veya kendi bütçesinden daha çok vermek zorunda olduğu anlamına gelmemektedir ve bu yüzden taraftarın protestosu sonucu kombine gelirleri yarı yarıya düşmüştür. Ayrıca maçlara ilgisizlikle birlikte düşen bilet fiyatları kombine kart sahiplerini mağdur etmiş ve bu yüzden seneye 1000 tane bile satılmayacağı konusunda uyarmak istiyoruz.
Cevap: Kombine gelirleri 14 milyondan 11 milyona düştü yalnızca, sene içinde bilet satışlarıyla telafi edileceğini hesaplıyoruz. (Bu sırada salondan ‘kombine satışı sadece gelir değil stadın doluluğuyla ilgili bir durumdur, kombineli taraftar daha çok sahip çıkar ve amaç gelir artırmaktan çok hem seyirci sayısını hem geliri artırmak olmalıdır’ itirazı geldi.)
7-Kulübün şehir içi ulaşım giderleri neye göre bu kadar ani iniş ve çıkışlar göstermektedir? Yoksa binmediği taksiyi, harcamadığı benzini kulübe fatura eden personel mi mevcuttur? Bu sırada yine kulüpte fahri olarak yöneticilik yapanlardan hangilerinde ve toplamda kaç tane araç olduğu sorusu yöneltildi. Yöneticilerden sadece Fahrettin Curoğlu’nun makam aracı olduğu, yakıt masraflarının kulüpçe karşılandığı, bunun dışında profesyonel yöneticilerin bazılarına tahsisli makam araçları bulunduğu cevabı verildi. Ayrıca kulüpte toplam 40-42 tane aracın bulunduğu yönündeki Atıf Keçeci’nin iddiasına bir itiraz gelmedi! BJK TV’ye alınan araçların giderleri artırdığı, yine TV’nin 4 aracının da 3’e indiğini de öğrenmiş olduk.
8-2 sene boyunca ‘Biz 1-2 milyon lira için sırtımıza reklam alacağımıza Kızılay logosu giyip sosyal duyarlılık gösteririz’ söylemi bu sene neden değişmiştir, sosyal sorumluluk yapılamayacaksa 2 senede edilen zarar kimin sorumluluğudur?
Cevap: Sırt reklamı hakkı zaten Ülker’deydi ama Ülker, Kızılay’a izin verdi! (demek 1-2 milyonluk sosyal sorumluluk hovardalığı değil, Ülker’in bir kıyağıymış ama bunu başkan bilmiyormuş) Bu sene göğüs reklamı değişince Ülker sırta geçmiş oldu.
9-Yıllardır yapılamayan, her sene 31 Mayıs’ta kazma vurulacak denen stattan dolayı kaybedilen gelirler ne olacaktır? Herhangi bir cevap verilmedi.
10-Başkan Del Bosque vakasında hatasını kabul etmişti. Belki 1 milyon dolara uzlaşılabilecekken neden dava devam ettirilerek kulüp 8 milyon Euro zarara uğratılmıştır ve başkan bunu cebinden karşılayacak mıdır?Cevap: Türkiye’de Tahkim sadece 800.000 dolar ödenmesine karar verince daha fazla olacağını düşünmedik. Başkan sadece Del Bosque’yi göndermekteki hatasını kabul etti, tazminat ödemekteki değil! (Salondan itiraz geldi ama nafile, buz gibi soğuk su içildi.)

ÖNCE BEŞİKTAŞ'A TEŞEKKÜR EDERİZ

10 Kasım 2011 Perşembe

Şak Şak Turizm


"Söyleyin şuna toka taksın bir dahakine" demiş midir bilmiyorum ama Seba'nın isteğiyle Nartallo'nun uzun saçlarını bağladığını anımsıyorum. Bir maçta önüne düşüp gözlerini kapatan lüle lüle saçlarını düzeltirken peşi sıra golleri kaçırınca yönetim tarafından uyarıldığı ve sonraki maçlarda saçları toplu olarak golleri kaçırmaya devam ettiği geliyor aklıma. Gazetelerin yalancısıyız elbet, o zamanlar ekranlarda skor yorumculuğu bugünkü kadar popüler değil. O Nartallo'yu bağrımıza bastık sanki akrabamızmış gibi. Beceriksizdi ama çabalıyordu elinden geldiğince. Memnunduk, mutluyduk. Kaç para aldığını, akşamları nerede ne yiyip, içtiğini bilmiyorduk. Rahmetli Vedat Okyar bile eleştirisinde ölçülüydü; "Bu Nartallo et mi, balık mı ben anlamadım".

Reşit olmadığım dönemlerden bir maçta Yeni Açık tribündeyim. Maç 0-0 'a kilitlenmiş. Millet bağırmaya başlıyor "Feyyaz goool, goool, gol!". Derken sakallı, bıyıklı bir amca susturuyor herkesi; "Çocuğu strese sokuyorsunuz" diyerek. Yine o dönemler; Fenerbahçe Stadı'nda son dakikalarda kapıların açılıp da futbol dilencilerinin içeriye hücüm ettiği yıllar. Ben de cep radyomu kapatıp Sarıyer-Beşiktaş maçını 85. dakikasından itibaren izlemek üzere eski maraton tribüne dalıyorum. O maç da 0-0 ve Beşiktaş sağlı sollu saldırıyor. Defans bloğu orta sahaya kurulmuş neredeyse. Rıza kesiyor, defans uzaklaştırıyor. Mutlu dolduruyor, kaleci yumrukluyor. Amcalardan biri sinirlenip Feyyaz'a kızmaya başlıyor; "Feyyaaaaazzzz, ekmek yemedin mi oğlum koysana kafayı. Hay ben senin gibi!". Üzülüyordum bunları duydukça. Çok seviyordum Feyyaz'ı. Hem o benden de amcadan da çok isterdi gol atmayı. Nitekim attı da. Maçın bitimine çok az kala öne geçirdi Beşiktaş'ı. Amca da sarıldı yanındakine, "Koçum Feyyaz!" diyerek. Bu maç da tarihe 'Beş dakikada Beşiktaş' olarak geçti benim için.

Gidemediğime en üzüldüğüm maçlardan biri de Gordon Milne'nin son maçıydı. Gündüz oynanan bir kupa maçıydı ve benimde o gün sınavım olduğu için gidemeyip okulda radyodan dinlemiştim. Maçın bitimindeki "I love you Gordon" tezahüratları hala kulaklarımda. Sezon ortası gönderilen hoca omuzlarda terketti sahayı. Zaten hiç havaalanına topçu karşılamaya gitmemiş biri olarak hep istediğim bir şeydir uğurlama. Gelsinler, önce Beşiktaş'a bir şeyler versinler sonra başımızda taşıyalım Gordon gibi. Malesef bizde hep tersi oluyor. Ellerin üzerinde karşılayıp ayaklar altında gönderiyoruz. Bir kıçına tekme vurmadığımız kalıyor.

Artık ne amcalar kaldı tribünde, ne Osvaldo gibi kapalı kutu yabancılar ne de Feyyaz gibi golü bizden çok isteyen topçular. Hele bu yıllarda Gordon gibi üst üste şampiyonluğu kaçırıp da görevine devam edecek hocaların arkasında duracak yönetim hiç yok ortalarda. Tribüne girmek için can atan ergenler yerine ikinci senesinde "Çarşı'yız la biz!" diyen 16lıklar,17likler var. Maç böyle bitsin diye dua edenler yerine bir gol daha olsun da kupon tutsun isteyenler var. Gelen futbolcunun gündüzünden çok gecesine ışık tutan medya ve buna göre yönlendirilenler var. Gençlerin başını okşayanlar yerine, yıldızlara statta karşılama töreni düzenletip sonra da alkışlamayın diyenlerden oluşan bir yönetim var. "Hep böyle oynayın canımızı verelim" diye bağırırdık o eski güzel günlerde. Şimdi o canı feda edecek takıma bakıp bakıp hayıflanıyoruz.

6 Kasım 2011 Pazar

Bayram Tebriği Beşiktaş'tan...

Her Beşiktaş taraftarı bu hafta maçlarındaki kaybedilen puanları gördüğünde aynı şeyi söylemiştir. Beşiktaş böyle zamanlarda puan alamaz, fark kapatamaz, avantajlı pozisyona geçemez. Bir an ümitlenirsin, fark 1'e iniyor iyi oluyor diye sonra adama böyle kol gibi sokarlar!

Niye peki abi?! 2-0 öne geçtiğin maçta neden 4-2 kaybediyorsun. Sözüm Egemen'e değil, adam çöktü resmen. Gözleri doldu lafımız yok. Peki iki sefer Pektemek karşı karşıya kalacakken İsmail ve Veli'nin Quaresma sevdası nedir? İki dakikada iki golü neden yersin böyle bir maçta? Bir de araya milli maç girecek, herkes formdan düşecek; döndüğünde oynayacağın maçlar önce Galatasaray ardından Trabzon deplasmanı. Gerçekten harika.

Son maçlarda takım hep eksik. Quaresma'nın UEFA maçındaki gayretinden sonra buradaki isteksizliğini görünce insanın canı sıkılıyor. Maç seçmeye devam ediyoruz. Hele o son dakikalarda defansın orada başlıyor çalım atma çabasına. Tusubasa mısın arkadaşım 90 metre top sürüp oradan gol atmayı mı düşünüyorsun Allah aşkına?

Nihayetinde bizim için yine dert yine dert! AcademY ye skor gönderdim sürekli izleyemediği için en güzel lafı o etti; "Boşuna dememişler Beşiktaş işte arefeyi gösterir bayramı göstermez!"

Kurban diye bizi kestin yine Beşiktaş yap kavurmamızı dağıt fakir fukaraya...


4 Kasım 2011 Cuma

Beşiktaş Seninle Ölmeye Geldik

Takımın öyle ya da böyle bir kemik kadrosu oynadığımız son 4 maçta kendini belli ediyor. Egemen Sivok, Ernst, Quaresma ve Almeida üzerine kurulu takım bu oyuncuların oyun içerisinde büyük efor sarfetmeleri ya da sakatlık yaşamaları dışında değişiklik görmüyor. Dün 76. dakikadan sonra Almeida'nın ayaklarını çimlere sürüyerek koşması dışındaki değişiklikler ise genel olarak ihtiyaç dahilinde oldu. Yine sahada Ernst, Egemen, Almeida ve Sivok gibi çok güçlü oyuncular varken Dinamo Kiev karşısında oyunu domine etmek gerçekten çok zor. Hemen hemen bütün ikili mücadelelerde topu kazanmakta inanılmaz zorlandı takım. Oyunun genelinde galibiyet almak için elimizden geleni yaptık ama maçı kaybetmemiz de söz konusuydu. Ortada giden maçı lehimize çeviren ise rakibin ayağa paslarını ısrarla kovalayan orta sahamızdı. Ernst ile Aurelio insanüstü çabalarıyla maçı kazanabileceğimizi de hissettirdiler. Veli gibi ayağına çok hakim oyuncular için böyle takımlar çok zor. İlk rakibinizden sıyrıldıktan sonra ikinci müdahaleyi yapacak zamanınız yok. Sürekli kovalayan Dinamo Kiev orta sahasına önde basan defansını da eklersek yaratıcı adamların maçı olmadığı görüldü.

Veli Kavlak'ın atacağı ara paslardan çok rakibini kovalaması öncelikli göreviydi sanırım. Zaten maç içerisinde bu paslarından yalnızca birini Quaresma'ya verebilirken gördük. Hal böyle olunca uzun toplarla Almeida'yı karşı karşıya bırakmak ya da kanatlardan gol pozisyonu yaratma alternatifi üzerinde daha çok duruldu. Burada da Quaresma topu alması gerektiği yerden daha geride almak durumunda kaldı. Simao'nun tarafı için bir şey demek çok gereksiz. Yoktu bu maçta da. Q7'den beklentimiz bol çalım, bol top kaybına rağmen hem de. Sağ ayağının dışıyla en uzak direkten bindirene topu gönderme çabasıyla geçti.

Maçın yıldızı elbette Egemen'di. Müthişti. Maçı izlerken Trabzonspor taraftarına üzüldüm. Bizler Alpay'dan beri böyle adam gerçekten görmedik. Onlar da kıymetini bilmemişler. Sezonun yıldızı demiştik. Golü atmasa da maçın en iyi oyuncusu olmayı haketmişti. Ekstra işler yapıyor. Takımını yüreklendiriyor. Ölüyü diriltiyor.

Bir aferini de Almeida'ya açmak lazım. Rakibin 34 numaralı hayvanına karşı verdiği hava topu mücadelesi gerçekten takımın bunaldığı anlarda nefes almasını sağladı. Olmadık noktalara olmadık şişirmeleri tekrar arkadaşlarına indirmesi ve takımı daha ileride basmaya yönlendirmesi, sarfettiği efor muhteşemdi.

Carlos Carvalhal'in omurga takımı netleşti ama saha içinde oyuncuyu geberene kadar tutması büyük sıkıntılar yaşatacak bizlere. Pazar günü pestili çıkmış bir takım görmek istemiyoruz bir taraftan da. Holosko, Mustafa gibi oyuncuları oyuna daha erken almamasını böyle bir mantık yürüttüğü için geç aldı diye yorumluyorum.

Nedense Fernandes ve Guti çözümünü hiç aklına getirmiyor Carvalhal. Fernandes gibi bir adamımız var. Guti gibi bir yıldız ama en ihtiyaç duyduğumuz anlarımızda yoklar. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor. Bu adamları 18 içerisinde tutmanın bir yolu olmalı mutlaka.

Takım öne geçtikten sonra galibiyetin bizim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Geriye yaslandıklarını ve bunu doğal karşılayacağımızı da hiç aklımdan geçirmezdim ama deli gibi efor sarfeden takımdan oyunu karşıya yıkmasını beklemek de vizdansızlık olacaktı.

Golü attıktan sonra Almeida'nın oyundan düşüşü ve kulübenin halen çözüm üretmemesi maçın son dakikalarına girerken neler yaşayacağımızın da işaretiydi. Son dakika pozisyonu maçın özeti gibiydi. Bu pozisyon tek başına maçın önemini, rakibin baskı kurduğunda ne kadar etkili ve güçlü olduğunu gözler önüne serdi. Youtube'da yer alan bir yorumu paylaşmışlar arkadaşlar. Son saniye pozisyonu için en anlamlı yorumu yapıp bırakıyorum: Topun izlediği yönü dikkatlice takip edin, Allah yazdığını göreceksiniz.

1 Kasım 2011 Salı

Garip


123 Gol Yetmez blog sayfasına koymuş. Bu dahice fikir kimin diye sormuş. Gerçekten komik. Ama burada söylenmesi gereken bir nokta daha var. O da Carvalhal'in sıfır ego sahibi olması. Elini de omzuna atmış. Helal olsun. Başkası yapar mı?

Hızlı hızlı giden yolcu...

Kapalıya Çakma Dolmuş Çakın Gardaşlar Çakın

Kapalı tribün ben lisede okurken efsaneydi. Orada olacak ve onların arasında maç seyredecek hele hele deplasman yapacak adamı tanımak, konuşmak uzaya adam göndermek gibiydi bizim için. Beşiktaş Göteborg maçı öncesi biz dersteyken dışarıda sallanan ve o akşam İnönü Stadyumu'nda da dalgalandığını tvden gördüğüm damalı Beşiktaş bayrağı benim hayatımın filminde fragmana girer:)

Benim ergen zamanımda bana hissettirdiklerini şu an bir yerlerde birileri hissediyorsa bu yazdıklarımın hiçbir anlamı yok elbet. Ama aradan geçen şu 14 senede bazı şeylerin yeri doldurulamadı. Bunda değişen hayat standartları, yaşam şekilleri de önemli elbet. Ama kaybolan şeyler hayatımızın en anlamlı öğeleri olunca dert ediyor insan kendine.

Bozulma bir anda dünden bugüne olmadı. Zamanla insanlar kapalı tribünde destek vermek yerine, Beşiktaşlı topluluk olmak yerine, birilerinin adamı olmayı tercih etti. Takıma bağırırken bir anda bir grubun parçası olarak hedefe ulaşmak için ikinci üçüncü halkada yer almaya başladı. Yan tarafın bağırdığına eşlik etmemekle devam etti. Kavgalarla korku imparatorluğu yaratıldı. Maça karı kovalamaya, alt katta güzel kız kovalamaya gelenler de oldu. Kombinesini büyük maçlarda satan da. Deplasmana turistik ziyaret yapar gibi giden de. Maç esnasında birinci halkaya yakın olup yurtdışı bedava deplasman kovalayan da.

Sonra hep eğlendikleri besteleri söylemekle doruğa çıktı. Makara yapmak takımı desteklemekten daha önemli oldu an geldi. Semtte içki masalarında olmak, maç öncesi ortam kurmak stadyumda Beşiktaş maçı izlemenin ötesine geçti. Parasını denkleştirip, kapalı tribün bileti alan adam dediklerimi daha iyi anlayacaktır. Senin için önemli olan yanındaki için önemli olmamaya başladı. Her besteye iştirak etme çaban yanındaki tarafından komik karşılandı. İçeride başka bir hava olduğunu anlayarak seneye kombine almak ve aslında senin dışında olduğun ortama girmek gibi aptal bir düşünce bile oluştu. Aslında doğru olan o kapalıya parasını denkleştirip girenin yaptığıydı. Yaş ile alakalı bir konu olabilir ama bugün öykünüp durduğumuz tribünlerin yaş ortalamasının çocuk olmadığını da söylemek lazım. İşinde gücünde adamım, yaşım bazı şeylere engel oluyor demek anlatmaya çalıştığım tribün adamı olmaya da engel değil.

Bugün kapalı tribüne bilet alamamış insanların oluşturacağı kapalı tribün bugünkünden 10 gömlek üstün olurdu. Bunun değişmiş olması insanın canını sıkıyor. Alkolü son haddine kadar alıp, sağı solu rahatsız edip, takımına 5 kuruş fayda sağlamayan, tribünde besteleri bile bilmeyen adamların kapalı tribünde sürüyle olduğunu anlatmaya gerek var mı hala bilmiyorum ama bu tribünün gerçek sahiplerinin dışarıda olduğu kesin. Bu duruma getiren Beşiktaş yönetimi. Çok pahalı fiyatlarla satılan kombineler bir ticari mal oldu taraftarlar için de. Taraftar da bunu satın alan bir müşteri. Saha içinde kendisine keyifli dakikalar yaşatan oyuncular da en değerli karşılığı. Maksat tribündeki adam ayağa kalkıp otursun. Skor tabelası çok önemli değil. Beşiktaş ikinci sırada. Keyif almaya geliyor, güzel bir hafta sonu etkinliği olarak görüyor. Beşiktaş hastası olduğu için değil. Tamam böylesi de gelsin. Hepimiz delirmeyelim ama deliren adamın alabileceği makul fiyatlar uygulayın kardeşim. Biletix'ten onlarca haftasonu etkinliğinden biri olarak seçilmesin Beşiktaş'ın kapalısı. Baskın olan bu olmasın.

Ben kapalı tribünde çıkan kavgaların öyle dedin, böyle baktın, şunu dedin bunu dedin diye çıktığını hatta kavganın ittin, üstüme çıktın diye peydah olduğunu da gördüm. Kavga verilecekse kapalıyı kapalı olmaktan çıkartan popüler kültür hastası kancıklardan kurtarmak lazım. Bu konuda hiç aklı selim olamıyorum. Stadyum yıkıldığında yönetimin kapalı tribünü nasıl konumlandıracağı şu an kapalıya hükmeden insanlardan belli. En azından kısa bir süre adam gibi destek verecek bir kapalı istiyoruz çok mu?

Yukarıda da bahsetmiştim halen varsa benim lise çağlarım gibi hisseden bu yazının hiçbir anlamı yok diye. Eğer varsa büyüdükçe insan kirliliği görüyormuş diye açıklayacağım kendime. Ama şu video ve röportaj farkı ortaya koyuyor.

http://www.zapkolik.com/88734/besiktas-kapali-tribun-trt.html