23 Haziran 2012 Cumartesi

İspanya - Fransa: 2-0




















Sergio, Xavi ve Alonso ile oyle kapanip acilan bir orta saha var ki hayranlik duymamak elde degil. Kanatlarda ise Iniesta ve Silva Ispanya'nin nereden ve nasil gelecegini anlamanizi zorlastiriyor. Ispanya Italya ve Fransa'yi ezdi. Bu da elde ettikleri unvaninin ne kadar hakli oldugunu da gosteriyor.

Italya kapanarak Ispanya'yi durdurdu. Ama bunu sadece kapanarak yapmadi. Akilli hucum ve orta sahada kaptiklari topla becerdiler. Fransa Italya kadar dik duramiyor sahada. Savunmada en ufak hatanin golu getirecegini Ispanya'nin bunu affetmeyecegi gercegiyle cok erken yuzlestiler. Ispanya bilgisayar oyununda hile bulmus liseli ergenin kontrolundeki takim gibi.

Ispanya mac boyunca kontrolu elinde tuttu. Rakibinin uzerine gitmedigi anlarda rolantiye aldi. Ikinci yarida da Ispanya oyunu kendi kontrolunde tuttu. Rakibi yenik durumda olsa da baski yemedi.

Fransa ilk buyuk tehlikesini 61. Dakikada yakaladi ve sonrasinda daha izlenir bir hal alır mı diye düşündük ama mevzu bahis İspanya olunca hayal oldu. İspanya güle oynaya yarı finalde

Almanya - Yunanistan: 4 - 2





Maradona'nın dediği gibi 300 Spartali 10 bin Persliye karsi koyduysa 11 Yunan 11 Alman'a pekala karsi koyar. Futbol gunumuzun en adilane savasi oldugundan olsa gerek boyle bir aciklama yapmis Maradona. Sanirim Herkes "Bir surpriz olur mu?" acaba diye izledi maci. Yunanistan mucadelenin Almanya disiplinin simgesi olmus.  Bu tarafıyla bakıldığında da hayli ilgi çekici bir maç olacağı belliydi. Macin basinda ayaga oynamak isteyen Yunanistan ilk dakikalarda yasadigi top kayiplariyla erkenden havlu atacakti. Daha soruyu gormeden cevaplayan Kelime Oyunu canavari gibi Almanya rakıbıne yari sahayi gecirtmedi. Mac Maradona'nin benzetmesi gibi basladi. 


Almanlar topu tufegi ile kosesine hapsetti ama acamadi. Yunanistan bu turnuvada gormeye cok alistigimiz kapanan cikabilirse gol arayan takimdi. Bunu buraya gelene kadar iki kere yaptilar. Bu kez yapmalarini kimse beklemiyordu. Samaras iyi bir hakeme denk gelseydi 14. dakikada atilmisti. Bu arada buraya yazarken Ersin Duzen ile cakismak da sinir bozucu. Yunanistan sert oynamak ve kapanmak konusunda oldukca basarili. Fakat rakip kaleye gitmekte buyuk sikintilar cekti. Ninis ve Salpingidis gibi cok zayif fizik gucune sahip ileri ucla sans yakalamak zor oluyor tabii.

Almanya 3 kisiyle 8 kisilik Yunanistan cephesini gecmeyi basaracak aksiyonlari bir cok kez yakalasa da degerlendiremedi ve bu Yunanistan'in direncini daha da artirdi. Katsouranis'in Salpingidis'i pozisyona sokarmis gibi attigi pas disinda pozisyonsuz gecti ilk 30 dakika. Gol olmayan Alman baskinlari, kalesine gelme cesareti gosteren kamikaze Yunan oyunculara da cesaret verdi. Almanya rakibini sahaya surdugu kadro acisindan kucumsese de bir an olsun saha icinde gevseme gostermedi. Low'e gore cantada keklik Yunanistan her gecen dakika ekran basindaki futbolseverleri kendisine cekmeyi basardı. Direnen ve kosesine cekilen ama galibiyet almasi beklenen Hollywood filmi senaryosu beklentisi her gecen dakika pekişti. Ya da her raund dayak yiyen boksorun dirilisi gibi. Fakat biraz kalecinin hatasi biraz da Lahm'in cesaretiyle golu buldu Almanya. Ikinci yariya Ninis-Gekas degisikligi ve sag cizgiye Salpingidis'i cekerek baslayan Portekizli hoca Polonya macinin ikinci yarisindaki taktigine dondu. Bu da biraz daha organize ataga cikmalarini sagladi. Bunun karsiligini da Salpingidis'in Samaras'a bıraktığı pasla aldi. Fakat Khedira sirtakiyi kesti. Masal kisa surdu. Klose ise yere yatan Yunanistan'a kalk yerine yat dedi. Almanya finale yururken Maradona simdi baska tarih konusuna calismali.

21 Haziran 2012 Perşembe

Çek Cumhuriyeti - Portekiz: 0 - 1


2008'de son on beş dakikada çeyrek final hayallerini çaldığımız Çek Cumhuriyeti dört sene sonra bu hayallerine kavuşmuş ve karşısında rakip olarak Portekizi bulmuştu.İlk maçında Rusya'ya karşı farklı mağlup olan Çekler sonraki iki karşılaşmasında kağıt üzerinde kendilerinden daha zayıf görünen Yunanistan ve Polonya'yı yenerek grubunu lider tamamlama başarısını gösterdi. Portekiz de ilk maçını Almanlara karşı tek farkla kaybettikten sonra Danimarka ve Hollanda'yı yenip bu zor grubu ikinci bitirerek bu maça çıkıyordu.

Gerek  Ronaldo faktörü gerekse takımdaki diğer yıldız isimler ibreyi Portekize kaydırmıştı maç öncesi.  Çekler'in direnişinin doksan dakikayı aşamayacağı bekleniyordu. Portekiz maça beklendiği gibi başlayamadı. İlk yarıda bütün gol pozisyonlarını onlar bulmuş olsalar da ya defansa ya da direğe takılarak bir türlü öne geçemediler. Maçın daha ilk dakikalarında bile istediği topları alamayan Ronaldo'nun yüzüne yansıyan isyan, turu ne kadar istediklerinin göstergesiydi. 

Geneli sıkıcı geçen ilk yarıdan sonra maçın ikinci yarısı daha hareketliydi. Maça hareket getiren takım Portekiz, oyunu soğutmaya çalışan ve daha çok gol yememeyi amaçlayan takım ise Çek Cumhuriyeti'ydi. İlk yarıda bir topu direkten dönen Ronaldo uzaktan ve altı pastan defalarca yokladığı kaleyi sonunda kafasıyla bulunca maçın bitimine on dakika kala bu sefer Çeklerin yarın final hayallerini çalan o oldu. Kaleye atılan bazı şutların farklı şekilde auta gittiğini görünce de başka türlü olamayacaktı diye düşünüyor insan. Portekiz'in efsane ismi Eusebio dünyanın en iyi futbolcusu olarak Messi'nin ismini telafuz ettiği için Ronaldo kendisine kırgınmış. Aynı Eusebio onun attığı golde Figo ile kucaklaşıyordu. İki kere daha bu kucaklaşmayı yaşatırsa kendisinden özür bile diletebilir.

Portekiz beklenildiği gibi ama beklenildiği şekilde kolay olmadan turu doksan dakikanın sonunda geçti. Klasik Türk basını başlığıyla 'PORTEKİZ OH ÇEKTİ' de diyebiliriz. Bizimkilerden Almeida maça ikinci yarıda dahil olurken şık kafa golü ofsayte takıldı. Yoksa günün kahramanı Ronaldo yerine o olacaktı. Quaresma ise bizim gibi turnuvayı yancı şeklinde izlemeye devam ediyor. Gecenin güzel anlarından biri de eğer yanlış görmediysem maçın sonunda Sivok ile forma değişmesiydi.

Futbol ve Gözyaşı


Euro 2012'den güzel ve bir o kadar da dokunaklı bir fotoğraf karesi. Kadınların ağlaması daha kolay bu hayatta ama sahada ve tribünde çocuk gibi ağlayan erkekler de gördük defalarca. Biz de onlardan biri olduk zaman zaman ve gocunmadık bundan. Çöküp kaldık olduğumuz yere. Stat boşalırken, bir köşede kaldık tek başımıza. Uzanan bir el önce omzumuzu sıvazladı, sonra tutup kaldırdı bizi yerimizden. Ağır adımlarla terk ettik bulunduğumuz tribünü. Bir sonraki maçta sönen gözlerimizin ferinden yeniden umut saçarak koltuğumuzda ayakta dikilmek üzere...

19 Haziran 2012 Salı

İngiltere-Ukrayna: 1-0

Ev sahiplerinden Polonya turnuvaya erkenden veda ederken Ukrayna son maçını kazanarak çeyrek finali görmek istiyordu. İngiltere'ye ise beraberlik kafiydi. Gruptan çıkmak ilk amaç elbette ama bir de diğer grubun birincisi İspanya ile eşleşmemek için galibiyeti kovalamak şarttı. Ada ekibi bunun bilincinde olsa da öncelikle gol yemeden maçı tamamlamanın hesaplarıyla maça başladı. Öyle ki ilk yirmi beş dakikada Ukrayna yedi sekiz kez uzaktan da olsa kaleyi yoklarken, İngiltere'nin tek bir şutu dahi yoktu. İlk iki maçı cezası nedeniyle tribünden izlemek zorunda kalan Rooney'nin ilk on birde başlaması ile skor gücü daha da artan İngilizlerin golü bulması için ikinci yarıyı beklemesi gerekti. Koskoca kırkbeş dakikada adam akıllı bir pozisyona giremediler ama rakibe de kale önünden pozisyon vermediler. Sadece ilk yarının son anlarında Yarmalenko'nun çalımlarla ceza sahasına girdiği ve Parker'ı yere kapaklandırıp secde ettirdiği pozisyonda gole çok yaklaştılar.

İngiltere ikinci yarıya golle başladı. Sağ kanattan  Gerrard'ın ön direğe açtığı ortada top kaleci Pyatov'un büyük hatasıyla  arka direğe sekince Rooney çok rahat bir kafa vuruşuyla ilk maçında golünü atmış oldu. Bu golün şoku Ukrayna'nın yaklaşık on on beş dakika kadar oyundan kopmasına sebep oldu. Aynı süre içerisinde İsveç'in golü geldi ama bu onları için bir anlam taşımıyordu. Bu maçı kazanmaları halinde diğer maçın sonucuna bakmadan çeyrek finale isimlerini yazdıracaklardı.

Son yarım saate girilirken dirilen Ukrayna maça tempo kazandırdı ve üst üste pozisyonlar bulmaya başladı. Önce Milevskiy yakın mesafeden kafa vuruşunu auta gönderdi, bir dakika sonra onun pasında Devic'in şutu kaleye giderken Terry topu çizgi içerisinden çevirmiş gibi görünmesine rağmen hakem oyunu devam ettirdi. Bu pozisyon maçın da kırılma anıydı. Kalan dakikalarda oyuna Shevchenko'yu da alarak sağlı sollu ortalar ve uzaktan çektiği şutlarla beraberliği yakalamaya çalışan Ukrayna'nın çabaları sonuç vermedi ve onlar da Polonya gibi turnuvaya grup maçları sonunda veda eden taraf oldular.

İngilizler'in Rooney'nin takıma katılmasıyla bundan sonraki maçta hücumda daha etkili olacakları kesin. İtalya ile eşleştiler. Almanların finale ulaşacaklarından şüphe duymuyorum. Diğer taraftaki eşlemeler sonrasında da bir İspanya-İngiltere ya da İtalya yarı finali bizi bekliyor bence. Gönlümde yatan final ise İngiltere-Almanya. Bu takım finale kadar gelir mi emin değilim ama turnuvalarda 1-0'lık skorlarla tabiri caizse g.tün g.tün ilerleyen bir Yunanistan örneğini görünce insanın her şeye inanası geliyor.

İsveç - Fransa: 2 - 0




















Fransa yüksek ihtimal çeyrek finale kalacağı bir maça çıkarken, İsveç tribündeki sarı kalabalığa sevinç yaşatmak için sahaya çıktı. Grupta ilk maçlar sonrasında İsveç ile Ukrayna'nın gruptan çıkmak için daha çok şansları olduğunu düşünmüştüm. Biri havlu atarken, diğeri galibiyet almak zorunda. Fransa tecrübesi ile İngiltere alışılmış İngiliz futbolundan kırıntılarla, Ukrayna ise ev sahibi olmanın avantajıyla mücadele ederken İsveç için iyi futbol oynamak ne yazık ki karşılık bulamadı.

Fransa ile İsveç'i karşılaştırdığımızda kadro farkı ilk göze çarpan şey oluyor. Fakat sahada bu farkı net olarak göremedik. Fransa'da Ribery'nin İsveç'te ise Taivonen uygun durumda değerlendiremedikleri pozisyonlar savunmaların hatalarından kaynaklı bir gol izleyeceğimizin ilk sinyalleriydi. Fransa sağda Debuchy solda Ribery ile tehlike yaratırken İsveç klasik kuzey futbol arkaya uzun ve yüksek toplarla pozisyon aradı. Fransa'nın her türlü beraberlikte çıkma ihtimali olması maçın zevksiz geçmesinin en büyük sebebi. İsveç'in prestij maçı kadar asılması daha da sıkıcılaştırdı. Fransa'nın ne yapıp edip maçı kazanması İspanya ile karşılaşmamak için çok önemli. İspanya İtalya'ya kıyasla hayli zor. Fakat Fransızların bunu gözardı eder oyunu beni çok şaşırttı.

İkinci yarıda hareket getiren isim Wilhemson oldu. Köyün delisi gibi girdi ve 3 dakika içerisinde İsveç'e hareketlilik kazandırdı. Fakat İsveç bu maçta ofsayta düşme rekorunu sanırım kırdı. Her duran top organizasyonları ofsaytla sonuçlandı. Bunda da Fransa'nın gerçekten çizgi halinde ofsayt taktiğini kusursuz yapmaları oldu.

İngiltere'den gelen gol sesi Fransızların kulağına gitmiş olacak ki bu kez daha ofansif oynadıklarını görmeye başladık. İspanya ile oynayacak olmak Fransızların isteyeceği en son şey sanırım.

Wilhemson'un hareketliliği bereketi de beraberinde getirdi. Onun yarattığı dalga İbrahimoviç'in turnuvanın en güzel gollerinden birini atmasını sağladı. İsveç taraftarları ellerinde yer alan bayraklarda Thank u Kiev yazısıyla bol bol ekrana gelmişlerdi. Ukrayna için ikinci golü de aramaya başladı İsveç. Fransa ise Ribery ve Benzema'nın ayaklarından çıkacak maharetlere bel bağlamış. Olur da İspanya'nın karşısına böyle çıkarlarsa Fransa'ya utanç içinde dönebilirler. Bisiklete binen astroloji meraklısı Domenech'ten daha iyi oynatmıyor Fransa'yı Blanc.

Fransa Debuchy'nin kanadından bu kadar zor duruma düşürülmeye tepkisiz kaldı. Hiçbir önlem alınmadı Wilhemson'a. Sadece önlem almamakla kalsalar iyi. Oyunda hakimiyeti de hiç ellerine alamadılar. Fransa'nın bu isteksizliğini İspanya diğer grubun 1.'si olsa anlayacağım hatta ayıplayacağım ama gerçekten hiçbir varlık göstermeden 90 dakikayı tamamladılar. İsveç ise yine ilk golün geldiği sağ taraftan göstere göstere ikinci golü attı.

İspanya'nın Fransa karşısında çok zorlanacağını düşünmüyorum. Boşa vakit kaybı da olabilir. Eğer Blanc takımını bu şekilde sahaya sürerse -isteksiz, sistemsiz- mucizeler beklemeli.

İtalya-İrlanda: 2-0


Gözleri Poznan'da kulakları Gdansk'ta idi İtalyanların. Maçı galip bitirseler bile İspanya-Hırvatistan maçı  2-2 sona erdiği takdirde gruptan çıkamamaları gibi bir durum oluşmuştu. Yine de onların bu maça konsantre olduklarının en güzel kanıtı kaleci Buffon'un gözleri kapalı ve inançlı bir şekilde milli marşlarını söylemesiydi. İrlanda ise kaybettiği iki maçın ardından her zamanki gibi büyük çoğunluğunu doldurdukları tribünler önünde bu turnuvadaki son maçına çıkarken coşkuluydu. Sadece bir kez gol sevinci yaşayan İrlandalılara "Yeah!" dedirtecek tehlike daha maçın ilk saniyelerinde geldi ama İtalyan defansı buna şans tanımadı. 

Maçın mutlak favorisi İtalya'ydı. Rakibin stresten uzak, hesapsız ama galibiyeti arzulayan oyunu onların düzenini bozmadı. Topa daha çok onlar sahip olurken, ilk yarıda Cassano'nun kafa vuruşuyla skora da yansıttıkları bu üstünlüğü maçın sonuna kadar korumasını bildiler. 1-0 olsun bizim olsun mantığının cuk oturduğu bir maçta son dakikada Balotelli'nin attığı estetik golle çeyrek final onların, çeyrek hüzün İrlandalıların oldu. Çeyrek diyorum çünkü bu turnuvada şimdiye kadar takdiri hak eden, renk katan bir numaralı  tribün oldular. Hırvatlar gibi meşale yakmadılar belki ama içlerindeki ateş bütün stadı sardı. Hollandalılar gibi büyük bir şok ve hüzünle ülkelerine dönmeyecekleri kesin.

Kağıt üstünde favori görülen ülkelerin ilk iki sırayı aldığı bu grupta sürpriz yapması beklenen İrlanda eleme maçlarındaki başarısını turnuvaya taşıyamadı. İspanya'nın İstanbul'dan beter ve akılları karıştıran pas trafiğinin aksine İrlanda uzun toplarla oynuyordu. İtalya'nın nam salmış defans hattını aşmaya yeterli olmayan bu sistem onlara yine galibiyeti getiremedi ve İtalya zorlanmasına rağmen, üç maçtır kazanamadığı Trapattoni'nin takmına karşı ilk kez galip gelerek çeyrek finali gördü. 

Maçın hakemi Cüneyt Çakır olunca bir kaç kelam da onun için etmek icap ediyor. Açıkçası gittikçe yükselen bir form grafiği sergileyen hakemimiz yine bir maçı alnının akıyla tamamladı. Mimiksiz suratı, yerinde kullandığı kartı ve pozisyonlara hakimiyetiyle maçın gözlemcisinde yüksek bir puan alacağını düşünüyorum.

18 Haziran 2012 Pazartesi

Hırvatistan - İspanya: 0 - 1



İspanya turnuvada takımların öykündüğü oyun düzenine sahip tek takım. Rakiplerini pas manyağı yapan ve sadece tek oyuncusu -Xavi'nin İrlanda maçında tek başına isabetli pas sayısı- neredeyse rakip takımın pas sayısı kadar rakam elde etme başarısı gösteren İspanya, Hırvatistan karşısında alıştığımız oyun planını sergilemeye çalışıyor. Hırvatistan ise rakibine 90 dakika baskı yapamayacağını 8. dakikada anladı ve engel olunamayacak yarı sahalarına kapanma kabusunu yaşadılar. İspanya karşısında İtalya kadar başarılı olabildiklerini söylemek zor çünkü salon futbolu oynuyor İspanya. Futbolcuların topu ayaklarının altıyla kontrol etmesinden tutunda sürekli yer değiştiren bir takım için salon futbolu benzetmesi gerçekten çok yerinde.İspanya Hırvatistan'a yalnızca ceza sahalarının önünde o da enine pas yapma şansı tanıyor.

Bilic için tek çözüm sanırım takımına uzun oynatmak olacak. Rakibin arkasına yüksek ve uzun top atarak pozisyon aramaktan başka bir gol yolu gözükmüyor Hırvatistan için. Hikmet Karaman maç içinde pas trafiğinin rakibi yorduğundan bahsetti. Fakat ıskalanan şey o pas trafiğini yapabilmek için İspanyolların sürekli yer değiştirdikleriydi. Pası veren yine kendisini boşa çıkartıyor ve kondisyonu zayıf bir takımın da bu şekilde oynaması çok zor.

Grupta İspanya'yı durdurmak için İtalya'nın yaptığı gibi orta sahayı parsellemek ve kalabalık tutmak gerekiyor. Hatta forvet hattının da top rakipteyken orta sahaya destek olduğunu -Balotelli çıktıktan sonra- gördük. İtalya grupta gösterdiği performansla çıkmayı fazlasıyla haketti. Bunda da İspanya karşısındaki performanslarını gösterebiliriz. Hırvatistan da İspanya'ya yenilmemek zorunda.

İspanya için söylenecek tek eksik hızlı hücum yapmayı bilmemeleri. Rakibi az adamla yakaladıklarında set oyunu kadar etkili olamıyorlar. Pıque ve Ramos gibi iki oyuncusu rakip ceza sahasının önünde asist yapmaya çalışırken Hırvatistan'ın ani atak şansı yakalayamamasını da açıklayamıyorum. Nasıl bir tarikat kurdularsa Barcelona'nın bir mezhebi sadece İspanyol Milli Takımı.

Hırvatistan bugün turnuvanın en sağlam takımlarından biri ama onlar da kendi ceza sahalarına 8 kişi doluşmak zorunda kalıyorlar. İspanya'yı belki yenmek mümkün ama onların yaptığını onlara yapabilmek ya da ezmek imkansız.

Hırvatistan ikinci yarıya da yoğun presle başladı. Tribünde de meşaleler her Hırvatistan maçında olduğu gibi yanmaya başladı. İspanyollar Hırvatistan'ın huyunu suyunu bildiğinden onlar da meşale yaktılar. İtalyanların golü bulması Hırvatistan'ı da cesur oynatmaya itti. Hırvatistan için tek avantaj hızlı çıkan İspanyolların set oyunu kadar tehlike yaratmaması. Bunu Hırvatların risk aldıkça arkada verecekleri açıklara istinaden söyledim ama beklendiği derecede risk almadı Hırvatistan. Modric'in yardıma geldiği ve top kapıp hücuma kaldırdığı ataklardan birinde İspanya turnuva dışı kalma ihtimalini ilk kez ensesinde hissetti. Yenecek bir gol İrlanda ile aynı güne uçak bileti demek İspanya için.

İlk yarıya nazaran Hırvatistan ezilen görüntüsünden sıyrıldı ve golü arayan taraf oldu. Bunda golü bulmak zorunda olan takım hüviyeti de etkili. İspanya'nın cesur görüntüye ceza kesecek hızlı ve tehlikeli hücumlarını göremedik. Golü kalesinde görenin eleneceği oyunda İspanya'nın sanki böyle bir ihtimal yokmuş gibi sakin oynaması da inanılmaz bir olay. Hırvatistan'da yıldızlaşan iki oyuncu vardı biri bizden giden Gordon Schidenfeld diğeri Gürcan Bilgiç'in adını duymadığı Modric.

Hırvatistan yenilmeden elenen takım olmamak için çok çabaladı. Uygun pozisyonları da yakaladı ama şans yanlarında değildi. Yedikleri golle birlikte turnuvaya havlu attı Hırvatlar. Hoş bir sada olarak kaldılar.

Portekiz-Hollanda: 2-1

Genelde böyle durumlarda Ronaldo:2  Hollanda:1 şeklinde yazılır skor. Bu akşamki maçı böyle değerlendirmek Portekiz takımında ter döken diğer oyunculara haksızlık olur. Her ne kadar Ronaldo'ya ayrı bir parantez açmak gerekse de Portekiz bir bütün olarak verdiği mücadele ve 0-1'den çevirdiği maç ile gruptan çıkmayı hak eden taraftı. Ronaldo'ya da öyle kullandığı frikiklerden önce açtığı bacak arası kadar değil kocaman bir parantez açmak gerekir. Bire birdeki etkisi, maçın sonlarında bile uzun toplara attığı deparlar, mesafe fark etmeden yaptığı son vuruşlardaki soğukkanlılığı ve kalitesiyle ne kadar ayrıcalıklı bir oyuncu olduğunu her maç gösteriyor. Bu akşam attığı gollerle de dört farklı turnuvada gol atmış oldu.

Hollanda forma tercihiyle karalar bağlamıştı bile. Uzaktan attıkları golle maçta öne geçen taraf olsalar da bu skoru koruyamayarak grupta sıfır çekip bir çok kişiyi şaşırttılar. Sene içinde iki önemli penaltı kaçırarak oynadığı kulübün kazanması muhtemel kupalara uzanamamasına neden olan Roben, olası eleme maçlarında atmak zorunda kalacağı penaltının stresinden kurtulmuş oldu bu sefer. İlk iki maçını kaybetmesine rağmen şansını bu maça taşıyan Hollanda maça hızlı ve hırslı başlamıştı. 'İşte bildiğimiz Hollanda' diyecektik ki gazı kaçmış Fanta gibi kaldılar sahada. Üstelik bu sefer renkleri de tutmuyordu. Ömer Üründül'ün iki üç kelimeyle kısıtlı yorumları hemen herkes gibi beni de bayar ama ikinci yarıda kendisine katıldığım şekilde Hollanda'nın hocasını eleştirdi defalarca. Hızlı forvetlere ve Ronaldo'ya sahip bir rakip karşısında kurduğu defans hattı bu sonuca davetiye çıkarmış oldu. 2-1'den sonra Portekiz iki üç kez çok ciddi pozisyonları gole çeviremeyince  acaba İngiltere'nin yaptığını bu kez Hollanda yapar mı diye geçirdik içimizden. Nitekim Hollanda'nın içi geçmişti sahada. 82. dakikada da yine 'Van Der Vaart' ile uzaktan attıkları bir şut direkten dönünce de iş işten  geçmiş, Hollanda turnuvanın  'Vart!' dediği yere gelmişti.

İki kez çerçeveyi bir kez de direği bulan kaptan Ronaldo dönüş biletini Hollanda'nın cebine sıkıştırmış oldu. Portekiz içinse bilet tarihi açığa alındı. Çeyrek finalde Çeklerle girecekleri mücadelenin bence favorisi onlar. Sonrası belli olmaz. Mendes şimdi ne yapıyordur acaba?

16 Haziran 2012 Cumartesi

Polonya - Çek Cumhuriyeti: 0 - 1


Grup büyük bir sürprizle bitti. Grupta üçüncülükten ötesinin Çek Cumhuriyeti için mümkün olamayacağını söylemiştim. Fakat hesaba Smuda'yı katmamışım. İlk yarıda oynanan oyun büyük şüpheler yarattı Polonya için. Öyle bir ilk yarı izledik ki sanki Çek Cumhuriyeti 2 puan sahibi Polonya ise 3 puanla oynuyor. Smuda galibiyet almak zorunda olan bir takım hüviyeti yaratamadı.

Çek Cumhuriyeti ilk yarıda turnuvadaki en iyi oyununu sergiledi diyebiliriz. Polonya kontrollü oynamaktan alıştığımız hücum organizasyonunu gerçekleştiremedi. İkinci yarıya da Polonya tempo kazandırmak gibi bir derdi olmadan başladı. Sahada daha çok didinen takım 3 puana ihtiyacı olan Polonya olmalı ama bundan eser yok sahada. Üstelik Polonya, tribünlerde muhteşem destek veren taraftarı ve evsahibi olmasından dolayı maçlarına çıkan toleranslı hakemlere rağmen karın ağrıları içinde maçlar oynadı. Çek Cumhuriyeti karşısında da bu görüntüyü değiştiremediler.

Grosicki gibi bir oyuncusu varken oyuna almamak neyin kafasıdır anlamak mümkün değil. İkinci yarıda da rakip kaleye gitmeye çalışan, daha çok top tutan ve fırsat arayan takım Çek Cumhuriyeti oldu. Michel Bilek'i de tebrik etmek lazım. Yaslanan bir takımla sahaya çıkmadığı için övgüyü hakediyor. 60. dakika itibariyle Polonya 10 kişi kalmalıydı. Hakem Wasilevski'nin 55. dakikadaki açık sarı kartı vermedi ya da veremedi. Tüm bu avantajlara rağmen Polonya rakip kalede tur arama şansı dahi yakalayamıyor. Eğer Polonya turu geçerse bunda Tyton'un payı da çok büyük. 3 maçın 2'sinde kaleci şansıyla takımını ipten alıyor. Polonya 71. dakikada yediği gole kadar  şampiyonada kalma hesapları yaptıysa bunda Tyton'un payı yadsınamaz.

Golü yedikten sonra Smuda kendisi için hazırlanacak dar ağacını görmüş olacak ki Brozek ve Adrian'ı oyuna alarak ben elimden geleni yaptım diyecek. Polonya çok büyük bir fırsat kaçırarak turnuvaya veda etti. Bu gece kimse böyle bir sonuç beklemiyordu sanırım. A Grubu muhteşem bir finalle bitti.

Bir hayal kırıkılığı da TRT spikeri için açalım. Çek Cumhuriyeti 1-0 öndeyken 1 gol yeseydi çıkamıyordu. Yunanistan an itibariyle 4 puan, Rusya 4 puanken olası beraberlik 3'lü averajla Çek Cumhuriyeti'ni dışarıda bırakacaktı fakat bu ihtimalden hiç bahsetmedi.

TRT spikeri sıfatına yakışmayacak bilgisizlikle anlatıldı. Yalçın Çetin olmadı, Levent Özçelik anlatsın.

İsveç-İngiltere: 2-3


A Milli Takımımızın olmadığı bir turnuvaya 'Come on England' diyerek bakıyoruz. Futbolun beşiği, bence en kaliteli lige sahip olan İngiltere'nin uzun yıllardır milli takım bazında bir başarı elde edememesinin ayrı bir yazı hatta tez konusu olması gerekir. Tek tek bakıldığında çok kaliteli isimlere sahip bir kadroya sahip olsalar da bir türlü beklenen patlamayı yapamadılar. Bu turnuvanın ilk maçı da gerek oyun gerekse tribün açısından hayal kırıklığıydı. 1988'den sonra tarihinde ikinci kez bu turnuvaya katılan İrlandalılar bir gün önce ağlaya ağlaya değil haykıra haykıra veda ederken, İngilizlerin onlar kadar etkili bir tribün yapamamaları şaşırtıcı.

Bir önceki turnuva geri dönüşlerle akıllarda kalmıştı. Bu turnuvanda geri dönüşlerin olduğu ilk maçı da bu akşam izlemiş olduk. Yağmur sebebiyle daha hemen başında bir saat ara verilen Ukrayna-Fransa maçı sebebiyle İsveç-İngiltere maçı da bir saatlik gecikme ile başladı. Rakibin sarı-lacili forması karşısında klasikleşmiş düz beyazı yerine lacivert ağırlıklı, yakaları açık mavi forması ile Adana Demirspor'u andırarak çıktı İngiltere. Gruptan çıkmak için emek vermeleri gerekiyordu. 'Haydi İngiltere' söylemi 'Haydi artık İngiltere'ye doğru kaymıştı artık. İsveç ise takımın demirbaşı ve gelinbaşı saç modelli İbrahimoviç'in önderliğinde bu zor gruptaki mücadelesini sürdürüyordu.

İlk yarının ortalarına doğru ilk maçtaki gibi yine Gerard'ın ortasına vurulan kafa (Andrew Carroll) ile gelen gol İngilizlerin devreyi 1-0 önde kapatmasını sağladı. İkinci yarıya hücumda daha etkili başlayan İsveç önce Glen Johnson'ın kendi kalesine atmasıyla beraberliği yakaladı, on dakika sonra ise Larsson'un ceza sahasının içerisine kestiği topta, Mellberg kafa vuruşuyla öne geçti. Bu golden hemen sonra James Milner'ın yerine Walcott oyuna dahil oldu ve belki de İngiltere'nin kaderini değiştirdi. Walcott oyuna gireli sadece üç dakika olmuştu ki ceza sahası dışından attığı şut ile beraberlik golünü attı.Skordaki eşitlik iki takımın da işine gelmeyince maçta peş peşe karşılıklı pozisyonlar yaşanmaya başladı. İsveç bu pozisyonlarda gole daha yaklaşan takım olmasına karşın futboldaki  'atamayan atararlar' altın kuralı kendini gösterdi. Walcott'un sağdan yaptığı ortaya kaleye sırtı dönük olmasına rağmen enteresan bir vuruşla golü bulan Welbeck 78. dakikada İngiltereyi yeniden öne geçiren isim oldu. Karşılaşmanın son dakikalarında defans güvenliğini iyice elden bırakan İsveç kalesinde yaşanan tehlikeleri karşı kalede yaşatamayınca, son maçlar oynanmadan turnuvaya veda eden bir diğer takım oldu. İngiltere ise son maça beraberlik için çıkacak.

Bu grubun ilk ikisi C grubunun ilk ikisi ile çapraz eşleşeceği için gruptaki liderlik çekişmesi de ayrı önem taşıyor. C grubunun muhtemel birincisi İspanya ile eşleşmeyi turnuvadaki hiç bir takımın isteyeceğini sanmıyorum. İngiltere yüksek toplar ve kanattan gelen ortalarla golleri bulurken tam aksine İspanya'nın halı saha sıkışıklığındaki alanlarda yaptığı pas tarfiğiyle rakibini bunaltıp goller atıyor. Yine de finale kadar böyle bir eşleşmenin olmasını istemem. 'Come on England' derken, bir yandan da 'Go away Spain' diyoruz yani.

Ukrayna-Fransa: 0-2


Shaktar'ın stadyumunu dolduran on binlerin hep bir ağızdan geri sayması ile gök gürledi ve zaten bir süredir yağan yağmur şiddetini daha da arttırdı. Tribünlerdekiler Bursalılar gibi merdivenden yukarıya doğru kaçışırken başlama düdüğü de gök gürültüsünün karambolüne gitti. Maç fiili olarak başladı başlamasına ama sadece dört dakika oynandıktan sonra Hollandalı hakem eşliğinde iki takım koşar adım soyunma odasının yolunu tuttu. Verilen bir saatlik ara sonrasında yeniden başlayan maç bu özelliğiyle de turnuva tarihinde bir ilk oldu. Esas kafaları kurcalayan da eğer erteleme durumu olsaydı maçın tekrar hangi ara oynanacağıydı. Sıkışık maç takviminde bir yer bulmak epey zor olacaktı.

İlk maçını kazanan Ukrayna ev sahibi olmanın da avantajıyla Fransa engelini aşıp son maça nispeten rahat çıkma hesapları içindeydi. Son iki turnuvada grubunda son sırayı alarak turnuvaya erkenden veda eden Fransa ise aynı sürprizi üçüncü kez yaşamak istemiyordu.Karşılaşma yeniden başladığında muhtemelen oyuncuların konsantrasyonları da bir nebze olsun düşmüştü. İlk yarıya yansıyan bu durum buldukları pozisyonları gole çevirmelerine engel oldu ve devre golsüz eşitlikle sonuçlandı. 

İkinci kırk beş dakikada gole ilk yaklaşan ekip Fransızlar oldu. Kaleciyi geçemeyen Menez, 53. dakikada Benzema'nın pasıyla rakibini geçip ceza alanına girdi ve düzgün bir vuruşla takımını 1-0 öne geçirdi. Bu golden beş dakika sonra ise yine Benzema Yohan Cabaye'yi topla buluşturdu ve fark ikiye çıktı. İkinci gol turnuvanın ev sahibinin oyundan iyice düşmesine neden oldu. Kalan dakikalarda Fransa üçü bulma fırsatlarını teperken Ukrayna'nın ümitleri yağmurla birlikte akıp gitti.

Euro 2008 ve WC 2010'a Fransız kalan takım bu sefer bir üst turu son maça kalmadan garantilemenin rahatlığı içinde. Oynanan futbol onları nereye kadar taşır bilinmez ama şimdilik mutlu mesut bir şekilde "Singing in the rain" şarkısını söyleyen onlar, "Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar" diye ağlayan Ukraynalılar.

15 Haziran 2012 Cuma

Bu Sıcakta Hiç Çekilmiyorsunuz



Her sabah radyoda, gün içerisinde internette, akşamları televizyonda... Cep telefonunda, facebookta, twitterda... Akranlarımız hatırlar, eskiden Panço paketlerinin arkasında "evde, işte, arabada istediğin her anda Panço" gibilerinden bir şey yazardı.

Hava sıcaklığı İstanbul için şu saatlerde hissedilen 30 derece. Öğlen bu 33 - 34'e doğru tırmanır. Bana sorsan 50 derece! Bunalmaktan, gerilmekten bıktım usandım. Beşiktaşlı olmak demek sanırım zaten gergin olmak demek. Fakat öyle anlar geliyor ki "kardeşim yeter bu da can" diyesi geliyor insanın.

Geçtiğimiz sezon futbol takımımız oldukça başarısızdı. Elde avuçta hiçbir şey yok. Görmemek için kör olmak gerek. Çünkü Sayın Demirören iş değişikliği yapacağı için var olan işini sallamaz vaziyetteydi. Özel sektör çalışanı arkadaşlarımız bu durumu gayet iyi anlarlar. İş bulmadan iş bırakılmaz hesabı, Demirören'de kariyerinde yeni bir sayfa açmaya çalışıp gerekli kulisleri yaptı. Mülakatları bir bir aştı. Diğer taraftaki işi netleşince de "benden sonrası tufan bana ne amk" zihniyetiyle zaten içine s.çtığı kulübü bir de çözümsüzlük yumağına itmiş oldu.

Şikeydi, mahkemeydi, ibraydı derken lig bitti. Arkasından basketbol takımımızın büyük başarıları ile gazlanarak çok çok kısa süren bir mutluluk bulutu içine girdik. Fakat bu bulut şampiyonluğun ertesi günü itibariyle hızla dağılmaya başladı. Şapkamızı önümüze aldık kara kara düşünmeye başladık.

En büyük soru; "Şimdi ne olacak?"
Bu soruyu kendime ilk kez ilkokul sonlarında 'Süper Baba' dizisi bitince sordum. 'E ne izleyeceğim ben şimdi ne olacak?' diye. Arkasından üniversite bitti, sonra da askerlik. Hep o avare haller: Şimdi ne olacak?

Taraftar olarak şu an durumumuz bu. Basketbolda şampiyon olduk. Alınan iki kupa üstüne oynanan muhteşem bir final serisi ve üçüncü kupa. 37 yıl sonra şampiyon olan bir takım. Bu olay Fenerbahçe'nin Türkiye Kupası'na benzemiyor önemle altını çizmek gerek. Çünkü Beşiktaş'ta basketbol, tüm Türkiye'de olduğu gibi, unutulan bir branştı. Şu an bu seri ve şampiyonluklarla bilmeyenler bu heyecanı tattı, unutanlar tekrar hatırladı. Taraftar basketbola çok daha sıkı sarılacak bir hava yakaladı. Ancak sponsorluk olmazsa, para sıkıntısı olursa takım dağılacak. Millet oyuncuları kapmak için kapımızda yatıp kalkıyor. Bu vahim tabloyu gördükçe insanın içi acıyor.

Futbolda ise ne antrenör var ne başka bir şey. Şimdi de Egemen sorunsalı çıktı. "Gerekirse kulübede oturur" tehditleri savruluyor basındaki haberlere göre. Biz yönetimimizden sorumsuz ve havai tavırlarıyla takımı zedeleyen, katkı sağlamayan başta yabancılara ve yerli oyunculara gerekli dersleri vermesini hatta satarak yolları ayırmasını beklerken, canını dişine takmış insanlara posta koyuyorlar. Devletin vergi kaçıran, milletin paralarını yutanların peşine düşmeyip vatandaşa çullanmasına benziyor.

Ayrıca hala kombine satışları başlamadı. Millet yarıladı satışları kapatacak neredeyse bizim basketbol maçlarını nerede oynayacağımız belli değil. Stat yıkılacak diyorlardı ses yok. Çıldırmamak elde değil.

İşin en acı tarafı da, taraftar gerçekten birlik olmaya hazır. Kulüp için, arması için elini taşın altına koymaya hazır. Ama bu topluluk güzel bir propaganda ile doğru yönetilmedikten sonra neye yarar. Bu hava dağılıp herkes yoluna bakmadan önce bir an evvel silkelenmek gerek.

Derin bir of çekiyorum, akşamına semtte bir duble içsem mi diye hayallere dalıyorum.
Yıllara meydan okuyan tezahüratı tüm camianın affına sığınarak değiştiriyorum;

BİR AKŞAM YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜR BEŞİKTAŞ!

14 Haziran 2012 Perşembe

İrlanda - İspanya: 0-4



 












İnsan hep mucizeler bekliyor. İrlanda-İspanya maçı da öyleydi. Futbol romantikleri için İrlanda galibiyeti, her yılbaşı alınan piyango biletine vurması beklenen ikramiye gibi... Ya çıkarsa.

Hırvatistan'a mağlup olduktan sonra grupta yapacağı pek birşey de kalmamıştı. Geleneksel ada futbolu oynayan İrlanda maçın genelinde ezildi. Uzun toplarla kanatlara inip orta yapmak için çabalayan bir takım bir kere bile olsa ceza sahasına dolduramaz mı? Dolduramadı.

İspanya güle oynaya turnuvanın şüphesiz en güçsüz -bence en sempatik- takımını kolayca geçti. İrlanda öyle bir takım ki ekran başından dahi 2 forvet 4 orta saha çizgi halinde görülebiliyor. 2-0'dan sonra 3-5-2'ye döndüler bir de gol pozisyonuna girdiler ama sonuç alınamadı. Öyle bir takım ki İrlanda, gol atsalar İspanyollar da alkışlayacak. Oyunun belirli bölümlerinde İspanya rakip kabul etmedi İrlanda'yı. Maçın son 25 dakikasını yedek oyuncuları sürerek değerlendirdi Bosque. Oyunun sonlarına doğru futbol aşkıyla dolu İrlanda taraftarı takımının rakibinin üzerine gitmesine bile sevindiğini gördük. Bu da keyif için futbol oynayan ve izleyen bir ülke için fazlasıyla yeterli aslında.

Sanırım her şampiyonada tarafsız herkesin sempati beslediği bir takım var. İtalya 90-Kamerun, İsveç 92-Danimarka, ABD 94-İsveç ve Nijerya, İngiltere 96-Çek Cum., Fransa 98'de yoktu sanırım, Belçika-Hollanda 00-Türkiye, Japonya-Güney Kore 02-Türkiye, Portekiz 04-Yunanistan, Almanya 06- Gana, Avusturya-Belçika-08 Türkiye, Güney Afrika 10-Kuzey Kore.

Maçın özeti İrlanda'nın yarattığı atmosfer, tribün güzellikleri ve maçın sonunda tüyler ürpertici bağra basma tezahüratı. Bağra basmanın dili olmaz, hissedersin... God save Ireland.

İtalya - Hırvatistan: 1 - 1


Hırvatistan ile İtalya bu grubun ikincisi olmak için yarışacak iki takımdı turnuva başlamadan önce. İtalya-İspanya maçıyla gördük ki mücadele etmek, akıllı oynamak grupta biçilen rolleri değiştirebiliyor. Tüm bunların yanında İtalya'nın motive olması İspanya'dan 1 puan almalarını sağlamıştı. Aynı motivasyonla başlayabilirse Hırvatistan'a da yenilmeyeceklerini düşünmüştüm. Prandelli İspanya maçında Balotelli'nin şımarıklığını bu maça da taşımasına izin vermiş. Ben aynı 11 ile başlamaz diye düşünmüştüm ama yanılmışım. Balotelli 11'de başladı.
Balotelli akıllanmış. Ayağına aldığı ilk topta kaleye vurmak için çok aceleci davrandı. İtalyanlar için en kolay seçim defans yapmak. Turnuvada en iyi savunmayı yapacak takımlardan biri İtalya. İspanya karşısında kontrollü gördüğümüz İtalya, Hırvatistan karşısında ise bu kez daha baskındı. Böyle olması turnuvada finalleri getirecektir onlara. Bir başka deyişle finaller gelirse oyunun ofansif tarafını da düzgün yapmalarıyla olacak.
Hırvatistan ise İrlanda karşısında gördüğümüz gibi rahat pas yapamadı. İspanyolları bozan İtalya daha önde basınca organize gelemedi Hırvatistan. Sonraki dakikalarda Hırvatistan oyunu dengeledi. Denge yerini Hırvatistan baskısına çevirdi. Bunda İtalya'nın oyunu iki yönüyle oynayamamasının büyük etkisi var. İspanyollara karşı kendi yarı sahasında oyunu taktik gereği kabul eden İtalya, Hırvatistan'ın çok adamlı hücumlarında dengesiz yakalanıyor.
Hırvatistan cephesi ise daha sıkıntılı. Takım halinde savunma yapmakta rakiplerinden daha zayıf olduklarını yedikleri golde gösterdiler. Çok adamla ceza sahasının önüne dizilerek araya atılan toplara çare olamadılar. İtalya rakip sahaya yerleştiğinde Hırvatistan bu baskıyı kaldıramıyor. Kazandıkları topları da Modric'in gününde olmayan ayaklarına teslim edince ortaya ağır bir hücum görüntüsü ortaya çıkıyor.
İkinci yarı Hırvatistan tribünleri damalı bir bayrak açtı. Bayrağın her karesine ufak ufak fotoğraflar sıkıştırılmış. Bir spor pazarlaması hareketi sanırım. Fotoğrafınızı gönderin, EURO 2012'de Hırvatistan maçında takımınıza moral verin gibi bir uygulama olabilir. Hemen kurdum ilişkiyi:)
İkinci yarı Hırvatistan'ın daha çok saldıracağını, İtalya'nın daha kontraya dayalı oynayacağını takımlar sahaya çıkmadan da söyleyebilirdik. Fakat şurası da bir gerçek; önde olan İtalya'ya karşı oynamak dünyanın en zor işlerinden biridir heralde. Buna rağmen -ki gol gelene kadar imkan vermiyordum golü bulacaklarına- golü  buldular. İtalya bir kez daha maç içinde girdiği kalıbı değiştirme başarısını gösterecek mi diye merak ettik ki bu maç içi değişimleri başarırlarsa daha ileriye gitmek için hem rakiplerine korku hem de kendilerine güvenleri artacak.
Fakat az zamanda çok ve büyük işler yapmak iyi olsanız bile bazen imkansız olabilir. İtalya için de öyle oldu. Pozisyonlar da yakaladılar ama olmadı. Bu sonuç Hırvatistan için iyi değil. İtalya bu akşam kayebden bir İrlanda ile karşılaşırsa puanını 5 yapacak. Bu akşam İspanya kazansa dahi son maç için tedirgin çıkacak. Bu da Hırvatistan'ın yenilmesi durumunda çıkamaması anlamına gelecek.

Son hafta bu grup için -İrlanda bu gece yenilirse- çok şeylere gebe olacak. İrlanda olur da galip gelirse -inşallah- bu grup tadından yenmez. God save Ireland.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hollanda-Almanya: 1-2


Sağ kale arkasında yer alan Almanların bulundukları tribünlere astıkları pankartlar bile ne denli sistemli ve disiplinli bir ülke olduklarının göstergesiydi belki de. Arial ve çoğunluğu bold karakterlerden oluşan pankartlar yanyana ve dip dibe sıralanmıştı. Bir İngiliz tribünlerindeki cümbüşten uzak ama ülkelerine duydukları sadakati gösteren varoluş simgeleriydi bu pankartlar. İkisi bize karşı olmak üzere grubunda onda on yaparak turnuvaya katılan Almanya ilk maçında gol yemeden kazanmasını bilmiş ve sürpriz şekilde Danimarka'ya kaybeden Hollanda'nın aksine bu maça rahat çıkmıştı. Bu maçtan önce Portekiz'in de üç puanla tanışmasıyla grubun tek puansız ekibi olarak kalan Hollanda için doksan dakika sıkıntılı başladı. 

Almanların savunmadan itibaren pres yapması Hollanda'ya pek oyun kurma şansı vermedi ilk yarı boyunca. Almanya ise az ama öz pozisyon bulup bunların ikisini Gomez ile gole çevirip oyundaki üstünlüğünü skora da taşıyarak Hollanda'yı iyice ateşe attı. Devre sonlanmadan önce sol kanattan kazandıkları serbest vuruşta iki golün asistini yapan Schweinsteiger'in kestiği topu son anda çelen  Skelenburg maça konabilecek noktayı virgüle çevirmiş oldu.

Portakallar ikinci yarıda da beklenen pozisyonları bulamadı. Pas yüzdesi en yüksek takım denince herkesin aklına önce İspanyollar gelirdi ama bu maçta Almanların yaptığı pas onların pabucunu dama atabilecek kadar çoktu. Hollanda yetmişlere kadar pek bir varlık gösteremedi ve inceden turnuvaya veda sinyalleri vermeye başlamıştı ki yetmiş üçüncü dakikada ceza sahası dışında topla buluşan Van Persie, rakibinden güzel bir vücut çalımıyla sıyrıldıktan sonra yaptığı sert vuruşla kaleci Neuer'i avlayınca yeniden ümitlendi.

Levent Özçelik ve Hikmet Karaman'ın gerek futbolcu isim telafuzları, gerekse gereksiz yorumları ile seyir zevkini kısırlaştırdığı maçta Almanlar yine istedikleri sonucu sahadan almasını bildi ve son on beş dakikada skoru koruyarak üç puanı hanesine yazdırdı. Spiker Almanya'nın turnuvada ikinci turu garantileyen ilk takım olduğunu iddia etse de sanki öyle değil gibi. Bu turnuvada gol averajına mı bakılıyor yoksa üçlü averaja mı bilmiyorum ama Hollanda son maçında Portekiz'i yenip, Almanların da 13. maçını kazanmasını bekleyecek. Yoksa Amsterdam'da üçlüler patlayacak, turnuvanın geri kalan maçları dumanaltı kafelerde izlenmeye devam edilecek onlar için.

Danimarka - Portekiz: 2-3


C.Ronaldo ve Pepe'ye beslediğim güzel (!) duygular, ekranda yüzlerini görür görmez yeniden canlandı. Maç öncesinde yaptığımız tahminlerde Portekiz'in kazanacağına kesin gözüyle bakıyordum fakat o yüzler gözümün önüne geldiğinde gönlüm Danimarka'ya kaymadı dersem yalan olur.

Danimarka, Hollanda galibiyetinin arkasından yeni bir sürprizin peşine düşecekti veya alacağı bir beraberlikle avantajlı duruma geçecekti. Fakat ilk yarı Portekiz'in 1-2 üstünlüğü ile kapandı. Klasik bir anlatım olacak ama iki takım maç başında birbirlerini tarttı. Sonrasında kademeli olarak Portekiz ataklarını ve oyun dağılımını Danimarka yarı sahasına taşıdı. Ara toplar ve kanat ortaları ile gol arayan Portekiz ilk golünü Pepe ile 24. dakikada sol kanattan kullanılan bir korner vuruşu ile buldu. Bu golü 36. dakikada Postiga'nın golü izledi.
Dönem dönem Portekizli oyuncular ufak darbelerle yerlerde yuvarlanmaya, yatarak oynamaya gayret ettiyse de maçta oynanacak uzun dakikalar olduğundan bu zaman geçirme çabaları fazla sonuç vermedi.
Danimarka 0-2 şokunu üstünden çabuk attı. İlk yarının sonlarına doğru ortak olma çabaları sonuç verdi Bendter'in golü ile soyunma odasına umutla girdiler. İlk yarıda oynanacak daha fazla zaman olsa beraberlik golünü yarı bitmeden de bulabilirlerdi.

İkinci yarı ortada başladı. Portekiz, özellikle C.Ronaldo (benim de beddualarımın bunda etkisi vardır) yakaladığı net pozisyonları gole çeviremedi. Atamayana Bendter atınca 80. dakikada Portekiz taraftarları ile birlikte iddiacıların da yüzü soldu.

Varela'nın 87. dakikadaki golü ile oyunu Portekiz'den yana kullananlar bu gece doğru ata oynamış olarak gecenin ilk maçını kapatmış oldular.

Portekizli oyuncuların çoğu buna Beşiktaşımız da oynayan Q7 ve çetesi de dahil oldukça itici. Bir Fernandes'i ayırıyorum herkesin bildiği gibi. Maçı beraber izlediğimiz arkadaşım "dünyaya apaçi kültürü Portekiz'den yayılmış olabilir mi?" şeklinde bir söylemde bulundu ki, tipleri kesince ne kadar doğru olduğu konusunda aksi bir fikir belirtilemiyor.

Danimarka'ya kanım daha çok kaynıyordu ama malesef futbolun genel kuralları ibreyi Portekize kaydırıyordu. Bana kalırsa bu akşamı ve üç puanı talihleriyle zorlayarak aldılar.
Bundan sonraki maçlarda bu kadar şanslı olmayabilirler. Yine de ilk maçların arkasından toparlanarak yarı finale kadar ilerleyeceklerini düşünüyorum.

El Salla, El Salla


Yerli, yabancı, o, bu, şu, öteki, beriki, önceki derken açıklama yapılacak gün geldi. Sürpriz şekilde evvelsi akşam gündeme gelen Eriksson isminden cayan yönetim, apar topar Mustafa Denizli ile toplantıya girdi. O toplantıdan muhtemelen el sıkışılarak ayrılınacak ve yarısından çoğunu tanıdığı takımın başına yeniden Denizli geçecek gibi.

Tayfur Havutçu ile devam edilmemesi hemen hemen herkesin ortak görüşüyken, yeni teknik direktör seçiminin uzaması da hem camiada hem de basında bir çok ismin ortaya atılmasına ve polemiklere sebep oldu. Yönetimden biri çıktı kendi adına 'Ben söz verdim' dedi, diğeri ille yerli olması konusunda ısrar etti. Bizler de taraftar olarak çılgın adam Bilic mi olsun, Beşiktaş'ın yetiştirdiklerinden biri mi olsun bilemedik.

Açıkcası Eriksson mu Mustafa Denizli mi diye düşününce (ki hiç düşünmeye bile gerek duymam) direk ikinci ismi tercih ederim. Kaldı ki başkanımız küçülme konusunda görüş bildirip, gençleştirmeye gidileceğini ve teknik direktör ile uzun süreli bir anlaşma istediğini belirtmişti. Bütün bunları yapacak isim ikisinden ilki olamazdı. Bilic de böyle bir dönemde uygun düşmüyordu. Bazen gittiğiniz bir restoranda menüyü elinize alıp uzun uzun bakar ama karar veremezsiniz bir türlü. Ya yemek isimleri değişiktir, içeriğini anlamazsınız ya da çekici gözükür ama fiyatından dolayı vazgeçersiniz. Sonunda en bildik olan tavuk şinitzel ya da köfte tercihi ile geçersiniz siparişi. Beşiktaş'ın teknik direktör seçimi de biraz buna benzedi bence. Önümüze konanı yemeye alışık bir toplum olmamıza karşın geçmişten hesap sormaya başlayan bir camiayız aynı zamanda. Geçmiş yönetimin de en büyük hataları teknik direktör seçimleri ya da gönderişlerindeydi. Umarım bu sefer Mustafa Denizli veya kim ile anlaşılırsa daha uzun süreli çalışabiliriz. Ellerin erkenden havaya yazı yazar gibi soldan sağa sallanıp 'Hesap lütfen' demesini istemiyoruz. Ellere muhtaç etmeden, tribünlere alkışlatacak bir takım seyretmeyi amaçlayan yerli hoca başımızın tacıdır.

Kötü Günde Şeref Bey ise İyi Günde de Şeref Bey



Zeki Demirkubuz nefis bir konuşma yapmış. Feda için bir klip hazırlanıyor. Feridun Düzağaç sözlerini yazıyor, Multitab grubu söyleyecek, Zeki Demirkubuz da klibini çekecek. Hangi basın mensubu konuşmasını deşifre eder bilmiyorum ama ben üşenmedim hepsini satırlara döktüm. Okuyun abiler...

 "Şimdi arkadaşlarımız, duygularımızı ve düşüncelerimizi güzel bir şekilde açıkladılar. Ben de biraz gerçeklerden bahsetmek istiyorum her zaman ki çıkıntılığımla. Türkiye'de hayat şöyle oluyor ne yazık ki. Varlıkta, iyi zamanlarda ne tarihimizi ne kahramanlarımızı ne geçmişimizi hatırlıyoruz. Ne zaman kötü günler yaklaşsa o zaman tarihine ve kahramanlarına sarılıyor. Yıllardır, en az 10-15 yıldır Şeref Bey'den, Feda'dan bahseden ne yazık ki çok az insan vardı. Stadın ismi Şeref Bey olsun diye uğraşan, didinen hiç kimsenin dinlemediği çok az taraftar grubu vardı. 10 yıl oyalandık, transferlerle şunlarla bunlarla. Sevindik şampiyonluğa ama ne denetledik, ne sorduk sonuçta bu hale geldik ve bu yönetim böyle bir durumla başbaşa kaldı.

İnsanlık tarihinde hep olduğu gibi böyle bir dönemde kahramanımızı hatırladık. Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan rakiplerin bile hakemliğe çağırdığı gencecik bir adam hasta olduğunu bile kimseye bahsetmeyen bir insandı Şeref Bey. İşte hayat böyle birşeydir. Buradan bir hisse çıkarmamız lazım. Geçen 10 yılda değil, Şeref Bey'in Beşiktaş'ına yakışır bir şekilde davranmamız lazım. Öyle başarının peşinde, şunun bunun peşinde koşan bir yapı olmaz, çünkü Beşiktaş öyle bir taraftar grubuna sahip değil. Bu Feda duygusunu yeni nesile yeni kuşağa gerçekten anlatabilmemiz gerekiyor. Öbür türlü bu basit bir hamaset olarak kalır. Bu yönetimden bir ricam var. Stadımızla ilgili gelişmeler var. Çok büyük paralar gelip gidiyor. Sponsorlardan alınacak 10-20 milyon değil mesele. Ne olursa olsun bir onur meselesi yapılıp stadın isminin ne olursa olsun Şeref Bey stadı olması gerekiyor. Bu yönetimden düz bir Beşiktaş taraftarı olarak tek ricam bu. Bir de şu 10 yılın gerçekten sorgulanması. Çünkü yok olan Beşiktaş'ındır. Sizin, benim, onun değil. Bu iki konu da bir gelişme görürsem sonuna kadar da minnet duyacağım. Ne başarı bekliyorum ne de başka bir şey. Başarılı olursa iyi olur ama gerçekten bu iki şey dışında herhangi beklentim yok."

Mustafa Denizli Halden Anlar



2010'da bu blogda kendisine aşağıdaki yazıyla veda etmiştik. Herkesi ağlatmıştı konuşmasında. Şimdi geri dönüş yolunda diyorlar. Hoşgelmiş. Çok ayıbımız var ilk gelişine dair. Çağırmadık tribüne, "söylesene bize hocam..." bestesiyle uğurladık. Halimizden anlayanı arıyoruz. O halden anlar. Hoşgeldin usta...

Beşiktaş'ın hayatımızdaki yerini tanımlasak kullanacağımız argümanlar arasında "Çocukluk Aşkı" eminim ilk sırada gelir. Benim Beşiktaşlı oluşum için çocukluk aşkı demek doğru olmaz ama eminim bir çoğumuzun böyledir. Dün işe dönerken radyoda NTVSpor dünkü basın toplantısına bağlandı. Mustafa Denizli'nin konuşması tek kelimeyle muhteşemdi. Kendisinin Beşiktaşlı oluşundan gelmeden önce şüphem yoktu zaten. Birçok arkadaşımın "Ulan bu adam Beşiktaşlı değil" dediğini de hatırlarım. Hatta bu adam Beşiktaşlı değil diye tribünlere de çağırmamıştık kendisini hatırlayalım. Dün radyoda kendisini dinlerken gözlerim doldu. Denizli, "Ben Fenerbahçe ve Galatasaray'ı çalıştırırken de hiç çekinmeden Beşiktaş'ın benim çocukluk aşkım olduğundan bahsederdim" dedi. Böyle ayrılmak istemediğini söylerken sesi titriyordu. Ben uzun yıllar kalmasından yanaydım. Keşke kalsaydı. Bu arada Yıldırım Bey'in duygusal konuşmaların ortasına "Biz başka bir teknik direktör ile görüşmedik. Görüştüler diyenler de şerefsizdir" sıkıştırmasını yaptığını zamanlamasının muhteşem:) olduğunu da söylemeliyim.


Büyük Mustafa böyle gitti. Allah sağlık sıhhat versin. Hakkını helal etsin.



AMK Hüseyin Göcek

Ben cevabını veremedim. Biliyorsunuz son dönemlerin moda kelimesi "AMK" anlamı hepimizin malumu. Açık, Mert, Korkusuz...

Ben Beşiktaş'ın ilk maçında tribünlere "AMK Hüseyin Göçek" diye pankart asarsam bu pankart kaldırılacak mı? Örneğin Ankara'da Melih Gökçek bir dönemler Atatürk Orman Çiftliği için Atatürk O.Ç diye tabelalar asmıştı şehrin belirli yerlerine. O tabelalar uzun bir süre kalmıştı. Sonrasında niyeyse (!) kaldırıldı.

12 Haziran 2012 Salı

Polonya-Rusya: 1-1


Milli marşlar okunurken 'This is Russia'  yazılı büyük bir pankart açıldı Rusların bulunduğu tribünlerde. Gruptaki ilk maçlar sonrasında oluşan puan durumu itibariyle de Polonya'nın kaybetmesi halinde hepimizin aklına gelen 300 Spartalı filmindeki o meşhur sahnenin sahaya yansıması olabilirdi sonuç. Polonya bunun bilincinde olmasına rağmen yinede Yunanistan maçında olduğu gibi maça atak başlayamadı. Rusya ise ilk maçtaki görüntüsüne yakın olarak deplasman takımı hüviyetinden sıyrılıp, defansta konrollü onayıp 'puan veya puanlar' almak yerine oyunun kontrolünü eline geçirerek istediği sonucu almak amacındaydı . Çeklerin Yunanistan'ı yenmesi sonrasında bu maçtan alacakları bir puan onları liderlikte tutmaya yetecekti ama onlar bir puana razı değil gibiydiler.

Polonya, ilk tehlikeli pozisyonu kale önünden yapılan kafa vuruşunun kalecinin ayaklarına , sonrasında ise organize gelişen atağın ofsayte takılması sebebiyle gole kavuşamadı. Rusya ise kanatlardan Kerzhakov, Arshavin ve Dzagoev ile geliştirdiği atakları golle sonuçlandıramadı ama 37. dakikada sol kanatta kazanılan bir duran topla öne geçmesini bildi ve soyunma odasına bu skorla gitti. Maç öncesi Polonyalıların Rusları kovaladığı habeleri geldi, sahada da topu dolaştıran Ruslar kovalayan Polonyalılar oldu.

İkinci yarıya da arzulu başlayan ev sahibi ekip bir buçuk dakikada üç pozisyon bularak oyuna heyecan getirdi. Polonya'nın skora denge getirmek için açık oynaması ile Rusya da pozisyonlar bulmaya başladı. Karşılıklı gelişen ataklar sonrasında 57. dakikada Blaszczykowski'nin uzaktan sert vuruşuyla golü bulan ve beraberliği yakalayan Polonya oldu. (Adamın ismini kopyala yapıştır yaptım mecbur, bir Zeyer değil. Adam Zeyer.) Bu dakikadan sonra Rusya daha çok skoru koruma amaçlı oynamaya başladı.

Polonya bir bir puanları topladığı turnuvanın son maçına taşıdı umutlarını. Son maçta Çekleri yenmekten başka çareleri yok. Rusya ise liderliğini sürdürürken bence matematiksel olarak olmasa da gruptan çıkmayı da garantiledi. Yedi tane aynı kulüp takım oyuncusunu barındıran bir milli takımın avantajını ortaya koyarak Yunanistan'ı rahat geçmesi sürpriz olmayacaktır. Bakalım 'This is Russia'  repliğini elemelerde de tekrarlayabilecekler mi?

Yunanistan - Çek Cumhuriyeti: 1 - 2


Yıllardır futbol izliyorum böylesine heyecanlı ve çekişmeli bir maç izlemedim. Yerimden kalkmak istemediğim, pozisyon zenginliği böylesine bol bir maçı bir ömür geçse yeniden izleyebilir miyim, kısmet olur mu onu bilemem. Hele o sarışın çocuk yok mu? O ne ciğer, o nasıl teknik! Adam sol kanattan gelen kesme ortaya nasıl da yarım voleyi yere yatarken vurdu. Top ağlarla buluştuğunda sanki fileleri yırtacaktı...

Şimdi diyorsunuz ki bu adam ne diyor? 1903 bana dedi ki, "bu akşamın 19:00 maçı senin, beni biraz dinlendirin tüm maçları ben yazıyorum yoruldum". Adam haklı, ben de söz verdim. Eve koşarak geldim maçı izleyip blog yazacağım diye. Aşağıdaki bakkal Beşiktaşlı. İki dakika sohbet edelim dedik. Dedim zaten daha başlamadı. Sonra bir baktım ki saat 19:06. Hemen yukarı çıkmaya başladım. Kendi kendime de "la zaten beş dakikada ne olacak" derken gelip televizyonu bir açtım ki 8. dakika maç 0-2 olmuş. Dedim "Tıkandı Allah cezanı versin. Ayın yılın başı bir şey istediler eline yüzüne bulaştırdın şansa bak amk adamlar 2 tane atmış."

"Neyse en kötü ihtimalle açar golleri izlerim kalanına bakayım da ona göre yazayım" derken kapı çaldı, telefon geldi derken böylelikle ilk yarı p.ç oldu. Mutfağın lambası yanmıştı yanımda duy ve ampul vardı devre arasında bunları takayım dedim. Işık butonu açıkken değiştirmeye çalışmışım, birden gürültüyle patladı. Evin sigortalarını attırdım zannettim apartmanınkini attırmışım. Sonrasında adam bulalım sigortaları yapalım derken hallettim geldim televizyonu açtım ama baktım ki dakika 90+3, skor 1-2!

Yahu ben ne yapayım şimdi? Ne yazayım buraya?
Adamlar ne dese haklılar.

Şimdi yazıyı uzun uzun yazdım ki belki gerçekten bir şeyler yazmışım gibi gözükür de fazla kurcalanmaz. Gidişine puan vermek gibi bir zihniyet oluşabilirse o zaman yırtarım diye düşünüyorum.

İşlerim tıkandı yine.

İbrahim Altınsay:Başkanımızdan yeterli desteği göremedim


"Taraftarı ve Kongre üyesi olduğum Beşiktaş'ta fahri olarak yürüttüğüm, "Futbol Takımlarının Yeniden Yapılandırılması Genel Koordinatörlüğü" ve "Futbol Komitesi Üyeliği" görevimden ayrıldım. İstifamla ilgili spekülasyonları önlemek, konuyu gündemden mümkün olduğunca çabuk kaldırmak ve kapatmak için ilk ve son kez bir açıklama yapmayı gerekli gördüm.


Göreve gelir gelmez gece gündüz çalıştık ve kısa zamanda ortaya bir "Yeniden Yapılanma Projesi" çıkardık. Beşiktaş dengeli, gelişmeye açık, dinamik, mücadeleci ve çağdaş bir takım olacaktı. Bunun için, şimdiye kadar Beşiktaş'ta verdiğinden çok alanların tasfiye edilmesi, edilemiyorlarsa "Fulya'da Düz Koşu"ya yollanmaları gerekiyordu. Teknik Direktör bu stratejiye göre seçilecek, Ümraniye ve Özkaynak Düzeni buna göre yapılandırılacaktı.

Projeyi uygulamaya başlayınca Başkanımızdan ve Futbol Komitesi Başkanımızdan yeterli desteği göremedim. Projeye ilişkin kuşkular ve kararsızlıklar doğmaya başladı. Son olarak teknik direktör konusunda bilgim ve onayım dışında adımlar atılınca görevde kalmama artık gerek duyulmadığını anladım. Artık bir işlevi kalmayan bu görevden ayrılmak zorunda kaldım.

Üzülerek aldığım bu kararda, komite üyesi öteki arkadaşlarımla ya da bazı yönetim kurulu üyeleri ile olan anlaşmazlıkların etkili olduğu tamamen asılsızdır. Böyle anlaşmazlıkların olduğu tamamen uydurulmuş haberlerdir.

"Yeniden Yapılanma Projesi"nin Beşiktaş ve ülke futbolu için tek çare olduğuna inancım tam. Bu yolda atılacak her adımda, istek olursa, elimden gelen her türlü desteği göstermeye devam edeceğim.

Konunun böyle kapanmasını diler, saygılar sunarım."

Övünmekte Çok Haklıyız

Şairler Parkı yazdığı yazıda çok hoşuma giden bir cümle kullanmış; "Kadrosunda çirkin, itici, ahlaksız bir oyuncu barındırmadığı için gururumuzu iki katına çıkaran bir takım."

Resmi sitemizde "Beşiktaş'ın Değerleri Nelerdir?" isimli bir anket vardı geçen haftalarda. İşte aslında bu cümle Beşiktaş'ın sahip olması gereken değerleri çok güzel anlatıyor.

Dün akşam gerçekten güzel anlar yaşandı. Bu final serisi, çekişmesi bol, heyecanı ve temposu yüksek, yürekleri ağızlara getiren bir seri oldu. Sonunda gülen taraf olmaktan dolayı tabi ki diğer Beşiktaşlılar gibi ben de çok mutluyum.

Basketbol oyunu ve atmosferi futboldan çok farklı bir hadise. Seyircinin sonuca doğrudan tesir edebildiğini görüyoruz. Bunun yanında dinamizmi ve iniş çıkışlarıyla insanı kendine bağlıyor. Bu yüzden, izlediği maçlardan maksimum zevk alan Beşiktaş taraftarının seneye basketbol kombinelerine futbol kombineleri kadar ilgi göstereceğini düşünüyorum. Umarım yanılmam.

Şahit olduğumuz şampiyonluklara ve aldığımız kupalara ne söylesek az. Bu zor günlerimizde bize büyük mutluluk yaşatan antrenörümüz ve oyuncularımıza yürekten teşekkür ederim.

Övünmekte çok haklıyız...

11 Haziran 2012 Pazartesi

İsveç - Ukrayna: 1 - 2




Euro 2012'nin ilk haftasının son karşılaşması bize izlemekten zevk aldığımız - en azından benim için öyle- bir futbol gösterdi. Takımlar oyunu domine etmek adına anlamsız yan toplar atmadan, "rakibime top göstermeden ceza sahalarına kadar yaklaşayım" anlayışında değiller. Belki de -yüksek ihtimal- kuzey ülkelerinin temsilcisi olduklarından -zemin kötü sürekli kar, çamur diye mi bilmem- bol bol dikine yüksek toplarla, -belki de kuzeyliler uzun boylu olur diye- defansın arkasına sarkan yüksek toplarla gol arıyorlar.
İzlediğimiz diğer karşılaşmalardan tatmin eden bir başka özelliği ise tribünlerin renkleri takımların forması diyelim. Euro 2012'nin beklenen heyecanı yaratmadığı gerçek. Belki ilerleyen haftalarda bu hava yerini heyecana bırakır. Fakat dikkat çeken bir diğer nokta turnuvada heyecanla izlenecek yetenekli oyuncu eksikliğiydi. Fransa'da Benzema, İngiltere'de Gerard, Ukrayna'da Şevki, İsveç'te İbo.

Bugün heyecanlandırmasını beklediğimiz oyuncular bunlar. Beckham, Owen ya da Zidane, Henry gibi isimleri artık göremediğimiz için bize yavan geldi bugün. Ama genel olarak İsveç-Ukrayna maçının turnuvanın keyifli maçları arasına sokarım.

Turnuvadaki hakemleri düşününce Cüneyt Çakır Avrupa'nın 1 numarası olabilir rahat rahat. Ukrayna forvetinde muşmulalar arkasında da canavar gibi orta sahayla gol arıyor. İsveç'ten daha iyi oynadıklarını da söyleyebiliriz. Yarmolenko, Milevski gibi çok yetenekli oyuncularının üzerine kursalar daha başarılı bir takım izleyebiliriz gibi geliyor. Voronin ve Şevki ile sadece kağıt üstünde iddialı olunuyor.

İlk yarıda bunları söylemiştik. İkinci yarıda işleri tersine çevirdi Şevki. Bu maçı çevirdi ve takımına 3 puanı kazandırdı. Ben hala Ukrayna'nın diğer forvetleriyle gol aramasının daha faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Bu arada İsveç ve Ukrayna oynadıkları futbolla grubun favorisi oldular. Eğer İngiltere ve Fransa bu akşam oyunlarını devam ettirirlerse Ukrayna ve İsveç'in elele çıkmasına kimse şaşırmayacak.

Fransa - İngiltere: 1 - 1


















Stadın genel hali, tribünlerin fısıltısı hazırlık maçından öte değildi. Sanki İngiltere yedek takımıyla sahaya çıkmış gibiydi. İngiltere ilk dakikalarda çok çekingen ve rakibine göre bir oyun düzenini kabullenmiş görünüyordu. Başka türlü bir oyun yapısını kaldıracak ne oyuncu ne de o oyuncularda güven vardı. İlk 10 dakika özellikle kalesinde kötü sinyaller verdi. İlk iki yan topa çıkan Hart birini ıskaladı, diğerinde boşa çıktı.

Roy Hodgson Matteo'nun Chelsea'si gibi bir takımla mücadele veriyor. Her ne olursa olsun İngiltere gol pozisyonuna da giriyor ama tecrübesiz isimler nedeniyle sonuca gidemiyor. İngiltere'nin şu görüntüsü İrlanda'nın bir gömlek üstü. Fazlası değil. Fransa ise karşısında İngiltere yerine başka bir takımın forması
ile karşılaşsaydı maçı erkenden koparabilirdi. İngiltere forması onları da kontrollü oynamaya itti. Bunun neticesinde maçın en tehlikeli iki pozisyonunu da kendi kalelerinde gördüler. Golü bulan İngilizler haddini bilerek güven kazandılar ve biraz daha cesur Fransa'nın üzerine gitmeye başladılar. İvme kazanan güven, kalede Hart'a da güven aşıladı ve maçın kırılma anlarında yer alacak bir kurtarışa imza attı.Fakat güven tecrübe olmadan bir hiç. Kalabalık arasından Nasri'nin yerden şutunu hem de kapadığı köşeden içeri alması başka türlü açıklanamaz. Eskiden İngiltere kanatlardan organize gelir iki ortasından biri gol olurdu gibi bir beklenti içinde değiliz ama bu kadar kötüsünü de beklemiyorduk. Hem tribünde hem de sahada.

İkinci yarıda da değişen hiçbir şey yoktu. Maç o kadar keyifsizdi ki seyirciden çıt çıkmadan 5 dakika izledik. İkinci yarıda İngiltere ilk yarıdaki gibi rakibinin üzerine titrek ve az adamla giderken Fransa pas trafiğini de kaybedip İngiltere'nin atak olgunlaştımasını ve bu sırada top kayıplarıyla pozisyon arayışı içerisinde oldu. İngiltere ceza sahası önünde hentbol maçı paslaşmalarını görmek mümkündü bu fırsatl dakikalarında. Soldan sağa, sağdan sola ağır ağır...

Ve son olarak maçtan önce Mustafa Taha'nın blogunda rastladığım ve Guardian yazarı eski Tottenham menajeri David Pleat'e göre Chelsea'nin oyun planı böyle olmalı şemasını aynen paylaşmak isterim ve İngiltere'nin ne yapmaya çalıştığını daha net anlayabiliriz. Ribery dışında isimleri değiştirirsek İngiltere'nin oyun planını da çözmüş olacağız. Fransa ise İngiltere'yi yenemeyerek bu turnuvanın da hayal kırıklıkları durağında iner.