31 Aralık 2011 Cumartesi

Yorgan, Şapka ve 2012


Çok güzel bir atasözümüz var; "Ayağını yorganına göre uzatmak", bir de deyimimiz; "Şapkayı önüne koyup düşünmek". İlki yaşanacak olaylardan önce önlem almak amaçlı, ikincisi ise alınmayan önlemler sonrasında yapılması gereken erdemli davranış biçimi. Eğer yorganı denildiği gibi kullanmazsanız ya ayaklarınız dışarıda kalır, mideyi üşütürsünüz ya da onları kapatayım derken kıçınız açıkta kalır kabuslar görürsünüz. Şapkayı da önünüze koymamakta diretirseniz gün gelir şapka düşer kel görünür.

Beşiktaş'ımızın yorganına uygun hareket edilmiyor son yıllarda. Hep bir taraflarımız açıkta. Rüyalarla avutuluyoruz, uyanınca üşüyoruz. Şapkada da amblem var ama Beşiktaş'ın B'si hep arka fonda kalıyor. Önlerde reklamlar.

Bu sene de birileri geldi, birileri gitti hem futbol hem de basketbol takımımıza. Voleybol zaten kimsenin umurunda değil. Hentbolda isimsiz kahramanlar başarıya doymadan yollarına aç (!) olarak devam ediyor. Stat muamma, Adidas artık vermiyor forma...

2012'de her şeyden önce Beşiktaş'ı duymak ve görmek istiyoruz. Kim gelmiş, kim gitmiş mühim değil. Sadece biri var, o gitsin yeter (!)... 

Bütün Beşiktaşlılar için  'pınarbaşı'  tadında bir yıl olsun...

23 Aralık 2011 Cuma

Maç İşte...

Hem sıkıldık hem de götümüz dondu!
Dün oynanan maçı anlatacak başka kelam bulamıyorum.
Yine de 3 puan 3 puandır.

Sporda Ahlakmış?!

Barcelona Kral Kupası'nda dün 9 gol attı. İlk penaltı gerçekten harika bir tiyatroculuk örneği. Bunlara ihtiyacı yok Barça'nın ama niye hala bu tür oyunculuk performansı sergiliyorlar anlamıyorum. (Bu eleştiriyi yaparken şunu da ilave edeyim; çok uzun yıllardır Barcelona'yı takip eder gönülden severim. Evimdeki Beşiktaş logolu malzemelerin herhalde yarısı kadar da Barcelona ürünü vardır.)

Neyse galibiyetin ardından forumları, spor haberlerinin altındaki yorumları ve bazı blogları okudum. Büyük çoğunluğunda Barcelona kendinden güçsüz bir rakibi ezen, spor ahlakı olmayan, terbiyesiz bir kulüp ve camia olarak resmediliyor. Buna verilen tepkileri anlamak mümkün değil. Beşiktaş'la dalga geçilen en büyük konu Liverpool yenilgisi. Forumlarda takımımızdan bahsederken insanlar '8JK' yazıyorlar bunu takip eden herkes biliyor. Ama işin içine rakip camialar girince başkasının yenilgisi çok rahat bir şekilde alay konusu yapılabiliyor.

Yani Bu ülkedeki futbol taraftarının (burada gerçekten sağduyulu olan, yan yana maç izleyebilen, vurup kırmayan kitleyi ayırarak konuşuyorum) spordaki ahlakı konuşma lüksü olduğuna inanmıyorum. "İnsanda bu kadar hırs mı olur, zayıf takımın üzerine bu kadar gidilir mi" diyen adam kendi takımı lig maçında rakibine değil 9, 19 gol atsa yine de ayıp demez. Bu ikiyüzlülüğe ne gerek var anlamak mümkün değil.

Biz 8 yedik, büyük rezillikti. Keşke olmasaydı ama oldu. Herhalde bizden başka da Avrupa'da 8 yiyen çıkmaz Türk takımlarından. O gün kimse Liverpool'u kınamadı. "Ulan ne hayvan adamlar insan biraz geri çekilir!" diyen olmadı. O bakımdan şu Fanatik, Fotomaç, Milliyet vb spor gazetelerinin internet sayfalarındaki haberlerin altına bilinçsizce, empati yapmadan yorum yapmaktan millet vazgeçerse şahane olur.

9 attı helal. Girsin Hospitalet'lilere!

20 Aralık 2011 Salı

Beşiktaş Tribünlerinin Değişimi

Geçtiğimiz ay yazdığım bir yazı ile ilgili bazı arkadaşlar garip yorumlar yazdılar. Futbola siyaset karışalı çok oldu bu sebeple ara sıra siyasi içeriği olan yazılar yazmakta zarar görmüyorum. Fakat bu ülkede kendi fikrinde olmayan insanı eleştiren herkes agresif bir tutumla bunu yapıyor. Neyse insandır deyip geçelim, yazımıza dönelim.

İstanbul Büyükşehir Belediye maçında Beşiktaş futbol takımı oyuncuları ellerinde aşağıdaki pankartla sahaya çıktılar.

Bundan önceki dönemlerde de siyasi içerikli pankartlar açılmıştı. Örneğin Cumhurbaşkanı'na açılan aşağıdaki pankart gibi. Yine geçen sene Necmettin Erbakan'a açılan pankart ve devamında Başbakanın rahmetli annesi ile ilgili açılan başsağlığı pankartı.



Bunların hiçbirinde gariplik yok. Zira Türkiye değişiyor, Beşiktaş taraftarı da Türk toplumunun üyelerinden oluştuğuna göre tribünün değişmesi de gayet normal. Bu bazı kesimleri hiç ilgilendirmiyor, bazılarını ise sinirlendiriyor. Açılan pankartlar arasında bir fark var, bunlar genelde tribünde açılan pankartlardı. Fakat o hafta lig takımlarının çoğu "geçmiş olsun" temalı pankartla çıkmazken Beşiktaşlı oyuncular ellerinde bu yazıyla sahaya çıktılar. Dolayısı ile siyasi görüş tribünden kulübe sıçradı.


Şimdi bazıları 'geçmiş olsun' demenin neresi siyasi diyebilir. Olaya şöyle bakalım, Başbakanın annesi rahmetli olduğunda kulübün resmi internet sitesinden Yıldırım Demirören bir taziye yazısı yazdı. Bu tip bir hareketi yapmak demek tüm camia adına hareket etmek demektir bence. Eğer kendi adına bu yazıyı yazdıysa pekala şirketinin internet sitesinden de yazabilirdi. Bu tarz bir yaklaşım kulübün siyaset yapmamasını da engellemiş olurdu. Yapılan davranıştan rahatsız olmayan taraftarlar olabilir. Fakat benim gibi bu tutumu beğenmeyenler de var. Yapılanları 'Başbakana yalakalık' olarak değerlendiren insanlara verecek cevap bulamıyorum işin açığı. "Bak pankartla çıkınca ertesi gün Tayfur ile Adalı serbest kaldı" diyen adama ne denir bilmiyorum. Tüm bu olanları sadece uzaktan izliyorum, bakalım daha neler olacak diyorum.

Bunları söyleyip yazmam lazım çünkü Beşiktaş taraftarı kadar coplanan, biber gazına maruz kalan, dövülen, eziyet edilen bir taraftar grubu daha yoktur. Bunun altında bazı zamanlarda doğrudan siyasi görüş yatmaktaydı. Siyah Beyaz poşu bağladığı için dövülen Beşiktaş taraftarı var bu memlekette. Hal böyle olunca o zamandan kalan adamlar şimdi gelinen noktayı garipsiyor bu düşüncelerinde de haklılar/haklıyız.

Bizim üniversite döneminde kurduğumuz taraftar grubunda her tipte insan vardı. Her siyasi görüş konuşulurdu ama sonuçta asıl olan Beşiktaş'tı. Ben bugün bile Beşiktaş Futbol Takımı'nı Milli Takımın üzerinde görürüm. O şekilde değer veririm. Benim için yeri başkadır o sebeple bu stadyumun içinde olan taraftarlardan sadece ve sadece takıma aşk ile bağlı olmalarını bekliyorum. Spora siyaset karışmasını, bu tarz şovenist mesajları, artık kalitesi düşen tepki ve organizasyonları beğenmiyor ve garip buluyorum. Çünkü tribünümüz ilk ve en önemli işi olan sporu, futbolu ve destek vermeyi unuttu artık. Rakip ataklarında yuhalamıyor, baskı kurmuyor ıslıklamıyoruz. Takımın enerjisi düşünce destekleyerek morallendirme işini ancak Avrupa maçlarında yapıyoruz. Onun yerine bizi gazetelere çıkartacak aksiyonlar peşindeyiz. Ama o gazetelere ilk çıkışımızın 132 desibel ile olduğunu da unutmuş durumdayız.

Bütün bunların hepsini geride bırakamaz mıyız?
Bu renklere gönül veren biri olarak hiçbir zümrenin kullandığı bir topluluk olmak istemiyorum ben. Çünkü bir slogan atılıyor tüm Beşiktaşlılara mal oluyor. Bir pankart açılıyor bana uysun uymasın üstüme yapışıyor. Bu şekilde hissetmekten hem sıkıldık hem yorulduk. Kol kola girip şu maçı izleyelim artık birader Allah aşkına. Para çıktı mertlik bozuldu, şikeydi, siyasetti, çıkardı derken hayattan çaldığımız bir 90 dakikamız var onun da anasını bellediler.

Yeter bir düşün yakamızdan, çıkın hayatımızdan.
Gölge etmeyin yeter...

15 Aralık 2011 Perşembe

Beşiktaş Bele İyi Gelir

Bir gün öncesinde yaşadığım spor sakatlanmasından dolayı belim feci derecede ağrıyordu. öğleden sonra daha fazla dayanamayıp eczaneye gittim. Şansıma eczacı da kapalı alt tribündenmiş. Dedim "abi maçın bitiş saatini biliyorsun bana ona göre bir iğne yap ki eve gidene kadar ağrımı hafifletsin, artık atlara vurulanlardan mı yaparsın ne karıştırırsın içine bilemem". Hakikatten eli hafifmiş bir iki saat sonra kendime geldim stada yöneldim.

Bu sene Eski Açık'ta olduğumdan gollerin hepsi benim kaledeydi. Başlarda hop oturup hop kalktık acaba gol gelir mi diye bekledik ama olmadı. Hocanın çıkarttığı takıma lafımız yok artık zaten. En azından maçtan önce kadronun yarıdan fazlasını tahmin eder hale geldik. Bence bu büyük olay, hele de son yıllardaki istikrarsızlıktan sonra. Tribün formundaydı. Konfetiler havai fişek gösterisine benziyordu gerçekten çok emek verilmiş ve çok güzel oldu. Zamanında 20 büyük torba konfetiyi 2 haftada ancak hazırlayabildiğimiz için dünkü meselenin ne kadar uğraştırıcı olduğunu tahmin edebiliyorum. Gözlerimi alamadım herkesin eline sağlık.

Golü yediğimiz anda içimiz karardı. Çünkü Beşiktaşlıyız. Dertliyiz, alışığız, bunalımdayız. Hemen herkes telefona sarıldı Kiev maçı sorulmaya başlandı. Devre arasına girerken biz yenik Kiev 2-0 önde. Herkes "şeyi tuttuk eleneceğiz galiba" demeye başladı. Ben annemi arıyorum "oğlum içimde sıkıntı var 3-1 yenileceksiniz galiba" diyor. Kadın tüm maçları bildi bu sene. Bu özelliğini bilenler benden gelen haberi duyunca hepten yıkıldılar. Moralleri bozuldu valide dediyse çıkalım bari maçtan diyen oldu.

Neyse ikinci yarı böyle başladı. Eller telefonda Kiev maçından iyi haber beklerken penaltı geldi golü bulduk. Annem 1-3 dediği için bizim ekip sevinemedi doğru dürüst. Pektemek gol demek ve Edu'nun gerçekten harika golü ile maçı 3'e bağlayınca kendime geldim.

Gerçekten böyle mutlulukları nadiren yaşıyoruz. Söyleyecek çok şey yok, Beşiktaş bizi uzun bir aradan sonra gerçekten mutlu etti sağ olsunlar.

Annemin de otoritesi yıkılmış oldu. Biz ne zaman bu tabuyu yıkacağız diyorduk ki en güzel maça denk geldi!!

Ayrıca ikinci golün sevincinde üst sırayla sarmaş dolaş yerlere yuvarlanınca belimde bir iyileşme oldu. Üçüncü de cilası oldu eve koşarak gittim.

2 Aralık 2011 Cuma

Gelişine Vole!

Mahalle maçlarında o yamuk plastik toplar üstümüze doğru gelirken "gelişine vole" diye bağırıp vurmaya çalışırdık çatıya, dağlara taşlara giderdi ya; al sana vole! 100 kere gelse belki 2-3'ünde top bu şekilde ayağa oturur fakat Ernst'in çizgiden çevirdiği ortaya göz diken Quaresma'nın volesi gönlümüzü fethetti. Adam gol attıktan sonra çok mutlu oldu yüzündeki ifadeden çok belliydi.

Sonrasında "maç 2-0'a geldiğinde Beşiktaşlılar derin bir nefes aldılar" diyebilir miyiz? Tabi ki diyemeyiz! Nerede o güzel günler, hey yavrum hey. Kansere çare var Beşiktaş'a çare yok! Yakın tarihin Gençlerbirliği maçı uzak tarihin Malmö maçı kafamızın içinde topaç gibi dönmeye başladı. Beşiktaş'ın oyun içerisindeki gelgitleri ve dengesizliği bizi bir gün öldürecek!

Güntekin Onay maçı sadece erkekler izlese Almedia'ya herhalde küfür edecekti. Nefes alıp vermesinden, sinirinden cümlelerinden belli oluyordu. Sarı Fırtınamız beyefendi Metin'imizin bitmek tükenmek bilmeyen sakinliği adamı iyice zıvanadan çıkarttı. Öyleki 3. golde "golll beeeaaa" - "Almedia'ya verdi verdi verdi verdi at dedi atamadı, yatırdı kaldırdı, neler yaptı neler" şeklinde haykırmasının sebebi içinde sıkışan gazdır!

Verilmeyen golü sağ olsunlar tek açıdan bir kere gösterdiklerinden ne olduğunu anlayamadık. Ne desem yalan olur ama orada bir tiyatro dönmüş gibi.

Neyse öyle veya böyle maçı aldık, fakat 14 Aralık'taki stoke maçı tam bir kalp krizi olacak. Şimdiden belli. Statta olacak arkadaşlar yanlarına dil altı mı alırlar, sakinleştirici içip mi gelirler bilmiyorum. Şimdiden Allah hepimize sabır ve kolaylık versin.