26 Nisan 2011 Salı

Maçın Adamı Nihat (2)

Bugün Fanatik Gazetesi'nde bir haber var. Nihat'ın dünkü maçtaki olaylarını yazmış. Nihat'ın Quaresma'ya iki kez pas vermemesi (!) ve kaleye şut çekmesi diye bir cümle kurmuşlar. Yazının içinde bir çok hata hatta kasıtlı yalan var. Resmen taraf olmuşlar. Pozisyon ile gazetede yazanlara bakınca medyanın ne kadar aşağılık olabileceğini görüyoruz. Nihat Kahveci'nin pas vermemesi üzerine Quaresma'nın neden pas vermedin diye yanına gittiğini yazmışlar. Utanmaz adamlar bunlar. Haber zaten imzasız. Başlığı da "Nihat Kendini Bitirdi".

Evet Nihat bize hiçbir şey katmadı. Kötü oynadı. Gitse takım aramaz onu. Hepsi doğru. Ama dün pozisyon gereği boştayken Quaresma'dan pas istemesi kadar doğal bir şey yok. Quaresma'nın Nihat'ın üzerine yürüdüğünü hepimiz gördük. Pozisyon gereği çok haklı Nihat. Arkadaşına neden pas atmadın deme hakkından daha doğal ne olabilir ki? Üstelik Fanatik Gazetesi golü atan Quaresma'yı tebrik eden Nihat'tan hiç bahsetmemiş. Biletini kesmişler Nihat'ın. Şu medyanın güce tapınmasını gördükçe nefret ediyorum. Olayda Nihat yerine Aurelio olsa ikisi de biletini kesti yazardı.
Otobüse giderken Turgay Demir ile tartışmış. Spor yazarıyla aralarında neler geçtiğini bilmiyorum. Ama eminim Nihat orada da haklıdır. Beşiktaş medyasından bir bok olmaz çünkü.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Maçın Adamı Nihat

Beşiktaş'ın sahadaki genel görüntüsü bana Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'ını hatırlatıyor. Çok da şaşırmamak lazım. Hem Mustafa Denizli hem de Tayfur Havutçu Alman ekolünü benimsemiş, o tip oyuncularla daha başarılı olacaklarına inanmış teknik adamlar. Bugün Denizli'nin takımında da ilk tercih Ernst ile Necip olurdu kuşkusuz. Konya karşısında Beşiktaş'tan kazanma azmini sahaya yansıtmasını beklemek saflık. Maça keyfi çıkan takımı gazlamak da çok zor. Burada Tayfur'u suçlamak haksızlık. Nitekim Quaresma'nın Ekrem'i ilk yarı boyunca ne kadar yorduğunu söylemeye gerek yok. Golü yediği atak da dahil olmak üzere her tehlike sağ taraftan geldi. Quaresma'dan böyle bir maçta defans yapmasını beklersek daha çok bekleriz. Tayfur Havutçu'nun göreve geldiğinden bu yana yapmaması gereken tek bir hareket vardı onu da geçtiğimiz günlerde gazetelerde gördük. Guti bu performansıyla oynamaz dedi. Ne olursa olsun Ernst ve Necip'in orta sahada yer aldığı kadroda her zaman Guti oynar. Tayfur Havutçu için konuştuğum her arkadaşım yıldızları nasıl oynatacak diye soruyordu. Ben bir sorun yaşamayacağını düşünüyordum. Fakat Guti'ye olan yaklaşımı medya üzerinden olmamalıydı. Yani Fernandes'in yapması gerekenleri Guti eminim 40 yaşında da yapacaktır. Ernst sonrasında Aurelio ve Necip'in yaptığını 20 metre ileride bu kez Fernandes yapınca Simao nereye bindireceğini şaşırdı. Gören eden var mı? Sadece Quaresman'ın ters kanata attığı bir top var koca ilk yarı.

İkinci yarı kapanan Konya'nın üzerine gitmekte büyük sıkıntı yaşandı. 4-2-3-1'in ikilisi öndeki 3'lüden daha çok top yapınca rakibi sıkıştırmayı bırakın yarı sahasında top yapmakta dahi zorlandık. Küme düşme tehlikesi yaşayan takım skoru korumaya çalışırken pozisyon bulamadık. Tek sıkıcı tarafı takımın bu kadar isteksiz olmasıydı.

Nihat-Quaresma kavgası çok konuşulur. Hemen orada ayıran Simao ile Fernandes'e helal olsun. Pas alamadı diye arkadaşın sitem edebilir. Messi olsan hakkın yok böyle davranmaya. Nihat'a helal olsun.

Kupa finali gelse de takımın asıldığı bir maç izlesek.

24 Nisan 2011 Pazar

Nükleere İnat Yaşasın Hayat!


Hayatımızdan bir pazar günü daha eksilirken, bugün Kadıköy'de 'Nükleere Hayır' mitingi vardı. Ben aslında Leman Bisiklet Kulübü bayrağı altında eyleme katıldım. Fakat çantamda formam da vardı. "Bizden birileri mutlaka olur" diye aklımdan geçiriyordum ki ellerinde pankartı üzerlerinde forma ve atkıları bizim çocuklar meydana yanaştı. Kucaklaştık. Öncelikle pankartı çok beğendim. Çünkü özenle hazırlanmış güzel bir pankarttı. Sadece atkı ve bayraklarla mitinge gelinmemiş üstüne düşünülerek emek verilmiş bir pankart. Kazım Koyuncu'nun "Türkiye'de radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten. Beni radyasyon değil Türkiye'deki sistem kanser etti." sözü logomuzun hemen üstünde. Nükleerli hayata hayır yazısının üstünde herkesin bildiği evrim sürecini anlatan çizim var ve nükleerden sonraki insan üç bacaklı üç kollu at kafalı bir mahluk, her zamanki gibi ince bir mizah. Yanında ise 'Halkın Takımı' ve 'Terketmedi Sevdan Beni' sloganları.

Toplumsal olayların hemen hemen hepsinde Siyah&Beyaz var. Bizden birilerini görmek daha doğrusu diğerlerinden kimse olmaması doğru tarafta olduğumu yeniden hatırlattı bana.

Çarşı kayıyor Çarşı kayıyor nükleer sana çarşı kayıyooor!

17 Nisan 2011 Pazar

Doğru Cevap "E"


YGS - Türkçe Soruları

Soru 46- "Hızlı adımlarla merdivenlerden inip sahile doğru yürüdü. Hava iyiden iyiye soğumuştu. Kıyıya geliğinde kaşkolunu boynuna daha da sıkı sardı. Gözleri uzaklara dalarken içini yine aynı, bilindik sıkıntı kapladı. Derin bir nefes çekti. Tüm soluğunu gecenin karanlığına bırakırken sessizce 'hayat işte' kelimeleri ağzından dökülüverdi..."

Yukarıdaki paragrafta koyu harflerle belirtilmiş olan 'hayat' kelimesi yerine aşağıdakilerden hangisini getirirsek cümlenin anlamı bozulmaz?

a)Beşiktaş
b)Beşiktaş
c)Beşiktaş
d)Beşiktaş
e)Hepsi

*2-0'dan 2-2, helal olsun!

"Beşiktaş Jokey Kulübü" - Adam Haksız Sayılmaz!


Bu kadar "eşek" olan yere yanlış bir yakıştırma sayılmaz. Bir de jokeyler ata değil eşeğe binse Adidas Türkiye Müdürü Haluk Özmutlu'nun gafı tam yerini bulacaktı. Tabi eşeğin başının maaşını Adidas ödüyor o ayrı mesele.

Beşiktaş'ın Adidas'tan sağladığı getirinin üç aşağı beş yukarısını bir çok sponsor sağlayabilir burası kesin. Bizim Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı'ndan beklediğimiz tavır "bizi artık hipodroma götürürsünüz" geyiği değil. Ben başkanın bu tarihi gaftan sonra "Sen daha anlaşma yaptığın külübün adını bilmiyorsun!" diyerek masadan kalkmasını isterdim. Biz Adidas ürünlerine muhtaç değiliz ki, onların müşterisiyiz. Yani formalarımız markasız olsa kayıp mı? Taraftar üstünde arması olduğu için bu ürünlere dünyanın parasını döküyor. Arma olmadan sıradan bir penyeden ne farkı var?

Haluk Özmutlu'ya ise hayret ediyorum. Fenerbahçe SK - Galatasaray SK'nin içindeki "S"ler ne zannediyor acaba gerçekten merak konusu. Bu konularda art niyetli tavır takınıyorum kimse kınamasın. Bu adam hangi takımı tutuyor? Bizi küçük düşürmek için mi bu lafı söyledi emin değilim... Türkiye'nin üç büyük takımından birine "Jokey Kulübü" diyen adama ne diyeyim? Yine söylüyorum kabahatin çoğu bizde, sen o anlaşmayı imzalamayıp masadan kalkacaktın ki Adidas Company bu cahil Türkiye Müdürünü sorguya çeksin gerekirse koltuğundan etsin.

Ama biz eşek oldukça bize semer vuran da isim takan da çok olur...

12 Nisan 2011 Salı

Biraz Geç Olmadı Mı?

Bu ülkede bir futbol takımını tutup ertesi gün www.fanatik.com.tr adresini 'tık'lamayan yoktur herhalde. Ben de anasayfadan galibiyet haberini açınca bizimkilerin gol sonrası fotoğrafının yanında bu yazıyı gördüm. Sırf son cümle için oturup yazasım geldi.

...etkili olmaya başlamış... peh peh!!
"Geç gelmek" yatakta iyi beyler, şu vaziyette camiaya bir faydası yok. Yani bu saatten sonra 'bir zahmet' şu kupa maçında da etkili olun da bir iki Avrupa takımını misafir edelim, yoksa seneye de pek tadımız olmayacak gibi...

Ayrıca sezon sonuna haftalar kala Beşiktaş taraftarı yeni sezonu kafasında üç büyük soru işaretiyle bekliyor bence.
  1. Yabancı Oyuncuların Geleceği Ne Olacak? Bu takımda yabancı oyuncuların geleceği hala meçhul. Bilgi Üniversitesi'nin ödül töreninden sonra da ısrarla burada kalacağım diyor Quaresma ama ben yine de Q7'de dahil olmak üzere bu sene alınan yabancılar sezon sonu gidecekmiş gibi hissediyorum. Davranışları hal ve hareketleri güven vermiyor.
  2. Teknik Direktör Kim Olacak? Yönetimden bazı bireyler 'bu kadroyu yerli hoca taşıyamaz' gibi saçma sapan laflar ediyorlar. Tayfur Havutçu'nun Beşiktaş'ın eski kaptanı olmasını, kulübe vermiş olduğu bunca emeği bir tarafa koyalım, bu söylenen sözler terbiyesizlik değil de nedir? O kirli, çıkar dolu kulislerinizde veya kendi aranızda kısık sesle söyleyin bu lafları efendiler. Medyanın karşısında bu laflar edilir mi? Bu adam da insan evladı sonuçta. Beşiktaş takımının Yıldırım Demirören zamanındaki yöneticilerinde nedense genel bir "yerli hocaya vefasızlık ve saygısızlık etme" eğilimi var. Ne zaman bu huylarını değiştirecekler bilemiyorum...
  3. Stad Yıkılacak Mı? Son dönemde bu konunun üstü epey kapandı farkındaysanız. Ortalıkta ölüm sessizliği var. Bir taraf mayısta kazmayı vururum diyor. Öbür taraf tepinmeyin diyor. Eee? (yani ona göre kombine parası ayarlayacağız güzel kardeşim haber bekliyoruz sonuçta)
Neyse dur bakalım cuma olsun da maça gidelim...

8 Nisan 2011 Cuma

Küresel Isınmaya Karşı



Bizi gülümseten karelere bir tane daha ekleyeyim...

İstanbul'da bir markette gördüm bu lambayı. Fujika'nın sahipleri'nin Japon olması ve İlhan Mansız hayranı olması ihtimali zayıf geldi. Türkiye distribütörünün sahibi belki Beşiktaşlıdır diyorum yine içime sinmiyor. Pazarlama müdürü kapalıdan herhalde...

Güzel olmuş :)

5 Nisan 2011 Salı

Elbet Bir Gün Buluşacağız...

Radyodan Zeki Müren'in ahenkli sesi duyulurken ForzaBeşiktaş sayfasına yarınki maç için süslenen tribünlerin fotoğraflarını koyuyor. "... seyircisiz oynanacak kupa maçı..." cümlesinin sonuna "seyirci değil taraftarız biz" yazılmış.

Maça alınmıyoruz, cezalıyız; moraller bozuk. Çünkü "on bin adam tepiniyor" diyerek bizi bir yerde hayvan yerine koyan bakan bu demeci (bence hakareti) yüzünden bizden başka kimseden tepki almazken, biz kelime oyunu yaptık diye maça gidemiyoruz.

Gözüm futbloglardan flying dutchman'ın 'Tribünlerin Sahipleri' yazısına takıldı. (Okumak isteyenler için http://vliegendenederlander.blogspot.com/2011/04/tribunlerin-sahipleri.html) Yazısında 'beğenmiyorsanız gelmeyin' mantığını ve seyirciyi içeri alıp taraftarı dışarıda bırakma alt yapısının iyiden iyiye nasıl hazırlandığına değinmiş. Şimdi okuyup kafa yordukça diyorum ki, bugün futbol izlemeyi bıraksak ne olur? Yani voleybola veya hentbola yönelsek. Amatör branşlardan birine futbol takımlarımızı desteklediğimiz gibi bağlansak? Bir süre sonra gelinecek nokta yine aynı olur...

Anlatmak istediğim şu, elektronik bilet, şiddet yasası veya taraftar oluşumunun önüne set çekme gayreti devletin demiryollarını, otoyolları özelleştirme zihniyetiyle aynı. Ben demiryolunu kurayım, otoyolu inşa edeyim sonra yabancı/yerli sermaye gelsin işletme hakkını alsın. Yani taraftar gelsin bu sporu tamamlasın, tadı tuzu can damarı olsun, futbolu sadece spor olmaktan çıkartsın endüstri haline getirsin; sonra sen bu işin cefasını çeken, yağmur çamur demeden stad yollarını arşınlayan adamlara ikinci sınıf insan muamelesi yap, parası olana tiyatro, sinema bileti satar gibi koltuk sat. İşte bugün burayı bırakıp hentbola yönelsek beş seneye kalmaz gelir bizi o salonlardan da kovarlar.
Niye?
Çünkü taraftarın gittiği yerde rant ve para var. Çünkü taraftar karşılıksız sevendir. Olsun olmasın cebinde ne var ne yok ortaya koyandır. Seyirci adı üstünde yarın seyirlik bir şey olmadığında sırtını dönüp gidecek ey ahali, bilesin. Dönüp yine bize el açmayacak mısınız o zaman? Bu hesaplar dönmeyecek mi? Veya şöyle soralım; meşaleler sönsün, tezahüratlar bitsin, bayraklar flamalar açılmasın, o zaman "çoluğumuzu çocuğumuzu alıp şöyle ağız tadıyla bir maça gidemiyoruz" diyenler yine de gelecekler mi o maça? Gelseler kaç maç, kaç sezon? Neyse yaşayıp göreceğiz.

Bir de şunu merak ediyorum, şiddet yasası polisi ne kadar ilgilendirecek? Sonuçta bize uygulanan bir şiddet de var ortada bunun kıstası, kontrolü, denetlemesi ve cezası hangi hükümler çerçevesinde olacak?
Yasa bize, cop bize, biber gazı bize...
Darp bize, ceza bize, hapis bize...


4 Nisan 2011 Pazartesi

Almeida Ayakta Kal!

Okuyan kusura bakmasın, taktım at gözlüklerini; muhatabım sadece sensin!
Arkadaş sana inceden kıl olmaya başladım bilesin! Ne bu haller? Beş dakika benim yerime tribüne çıksan veya televizyon başına geçsen de kendine bakabilsen.
Cumartesi günü yine ilk yarı karşı karşıya kaldığın topu ağlara yollayamadın. Tamam hadi toptur yuvarlaktır, anladık vurdun girmedi; o zorla misafirliğe götürülen çocuklar gibi omuzlarını düşürüp suratını döküp somurta somurta - aslında kullanmak istediğim ikileme mal mal- ne diye dolaşıyorsun? Bu sezon en az üç maçta senin şutun gol olmadı ve sen ya yerde yattın (ve yerde yatmamış kalkmış pozisyon almış olsaydın top tam da senin bulunduğun bölgeye geri düşmüştü) ya da ofsayt çizgisini bozarak ileride bekledin.
Maçın yarısında suratında aynı isteksiz, zoraki, saçma ifade. Anana mı sövdüler? Arabanı mı çizdiler? Kredi kartı borcunu mu ödeyemedin? Ne oğlum senin derdin? Tamam altı gol yiyen Shorunmu gibi sırıt demiyoruz olumsuz sonuçlar karşısında ama bu isteksiz hallerin beni çıldırtıyor. O kapalı tribünün alt köşesinden, sen tam soyunma odasına giderken üstüne atlayacağım bir maç bitiminde göreceksin!

Bu rahatlık nereden geliyor. Yani tek atımlık çıtır mısın kardeşim, bir vurdun olmadı bir daha vur işin ne? Olmadı mı yine? Bremen formasıyla geçen sene yardırıyordun, kendini parçalıyordun şimdi ne oldu? Yerlerden kalkmıyorsun, sürekli ofsayt çizgisi ötesindesin ve sallana sallana dolaşıyorsun, zebellah gibi hatta deve gibi biri olmana rağmen güçsüz ve formsuzsun! Bobo'yu arar olduk sayende. Nobre'den medet umuyoruz. Hadi bizi sallamıyorsun, kendinden de utanmıyor musun?

Yahu Allah için ağzımızın tadını bozma, böyle triplerin sürecekse yürü yoluna!

3 Nisan 2011 Pazar

Kırmızı Kartlar ve Sebepleri

Ne Fernandes'in Ernst ile uyumsuzluğu, ne de Ersan'ın kadro içerisinden kaybolması bir etken bu aldığımız anlamsız mağlubiyetlere. Evet Quaresma bazı maçlar çok top eziyor, bazen aksine Beşiktaş gereksiz pas trafiğine mahkum ediyor kendini ama bu da değil neden. Simao'nun ve Almeida'nın işte budur abi dedirtememeleri de ufak bir etkendir belki ama bu sezon gördüğümüz akıl almaz kırmızı kartlara diyecek söz bulamıyorum. Sivok ve Ferrari gibi kart görenlerin de bizim bu senemizi mahvettiğini söyleyelim. Eksik zekalı olmak lazım bu kadar kolay kırmızı kart görmek için.


Ben bu kadar kart gören bir Beşiktaş hatırlamıyorum. Oyunun ikinci yarısı Fernandes ve Quaresma'nın rakiplerine her presinde şimdi tekmeyi basacaklar diye korkuyoruz resmen. Ya tamam çok yetenekli adamlar, kaptırınca sinirleniyorlar ama izlerken bana şunu bile düşündürtüyorlar: "A.k biz nerelerde top oynuyorduk, şimdi bizim karşımızda bize karşı top çeviren, üstün oynayan takıma bak."


Sanki bu adamlar buraya sürgüne gelmişler. Biz bu adamları burada top oynamaya zorlamışız. Özellikle Quaresma her kaptırdığı top sonrasında rakibine vuruyor. Yani öyle bir dünyası var ki topu kaybetmesi hep kendi hatası. Rakibinin bunda hiçbir etkisi yok. Rakibe saygı sıfır. Takımın en iyi oyuncusu kendisi. Bu takım birşeyler yaparsa sayesinde olacak ama içinde bulunduğu durumu, ülkeyi, takımı ve en önemlisi rakibini çok hafife alıyor. Quaresma içinde bulunduğu durumun muhakemesini bir an önce yapmalı. Bu sene ayaklarına bakan bizler ve hakemler yarın attığı tekmeleri de yazacağız. Her maç en az bir sarı kartlık hareketi var. Çok enteresan çok az kart gördü bu sezon.


Takımın inanılmaz bir düşüş içerisinde olması da bir etken ama şu aşırı sinirlilik ve akıl yoksunluğu yüzünden gördüğümüz kırmızı kartlardan illallah artık.



Beşiktaş-Manisaspor:2-3 Tabata


Eskişehirspor-Beşiktaş: 2-0 Guti


İstanbul Büyükşehir Bel.-Beşiktaş:2-1 Aurelio


Beşiktaş-Fenerbahçe: 2-4 Ferrari


Medical Park Antalyaspor-Beşiktaş: 0-2 Necip


Beşiktaş-Trabzonspor: 1-2 Sivok


Sivas-Beşiktaş:0-1 Sivok


Porto-Beşiktaş: 1-1 İbrahim Toraman


Beşiktaş-Dinamo Kiev: 1-4 Quaresma

2 Nisan 2011 Cumartesi

Stad Kayıyor!

Yapan arkadaşın ellerine sağlık. Biz tepinince stadın kaydığını iddia eden bakanımıza stadın kaymış halini hazırlamışlar.
Yalnız noktalama işareti koymayınca cümleden farklı anlamlar çıkıyor. Bakana stadın kaymış hali bu değildi. O hal maçtaydı zaten ceza da verdiler o iş halloldu.


Bu arada şunu da sormak lazım Ritz Carlton otel yapıldığında belediye başkanı kimdi? Hangi siyasi grubun bünyesindeydi? Yani sorunun cevabı ortada. Bu devasa çirkin blok oraya dikilip çıkar odaklarına peşkeş çekilirken, iş makineleri elli metre temel kazarken, yani boğazın anası bellenirken zemin kaymıyor da stad yenilensin denilince mi kayıyor?

Öyleyken kaymıyorsa böyle kayıyoruz ama sen merak etme!



Bir de şu durum var; bakan son konuşmasında "yanlış anlaşıldım" diyor ve yine aynı cümleyi ekliyor; "eğer başka yere taşınmak isterlerse tabi ki yardımcı oluruz!". Dertleri ne çok belli...
Güzelim Dolmabahçe'nin rant kapısı olup mahvedilmesine karşıyız.

Git-mi-yo-ruz!

Stadı yıkanın da yenisini yapanın da ta gelmişini geçmişini...
Üstümüze çökene kadar buradayız ulan!


Kapalı Nereye Gidiyor?

Digiturk'ün bize attığı kazıktan sonra nihayet sisteme dahil olup yazabiliyorum. Bazı yazarlar başka sitelere taşınarak hayatlarını sürdürdüler. DNS ayarları değiştirildi, arka kapılar bulundu derken canlılıkları sürdü. Aslında bu blogdaki yazarlar arasında da "taşısak mı lan?" cümlesi ağızdan çıkmıştı bir maç öncesi içerken. Klasik Beşiktaşlı duruşu burada da kendini gösterdi. Yani 'çarşı blog taşımaya karşı' dedik, resmen birbirimizi s*klemedik. :) Ama benden önce yazılanları okuduğumda görüyorum ki bloglardan kopan çok insan var. Yazılarımızın altında iyi kötü yorumlar olurdu ne yazık ki yalnız kalmışız. Umarım en kısa zamanda normal hayatına geri döner bu işler.
Bu kapama işi olduğundan bu yana kenara aldığım bazı notlar var bunların "eskimiş haberler de olsa" üstünden geçmem lazım.

İlk yazım şu pankart meselesi!



Bunu yazmadan önce belirtmek lazımdır ki ben bir TARAF'ım. Beşiktaş taraftarı olduğum gibi bir dünya görüşüm siyasi bakışım var. Belki okuyanlardan bazıları rahatsız olacak ama, benim bu pankartı gördüğüm zaman hissettiklerim tam anlamıyla olumsuz. Tamam vefat ettin Allah rahmet eylesin de, ne alaka?
Bir an durup düşünelim bu takım taraftarının kapalı tribünün geçmiş yıllarını. Yahu "Hasan Mezarcıya kafaaaaaam girsin!" diyen biz değil miyiz? Bu tribünde siyah beyaz çekiç orak açılmadı mı zamanında? Türkiye'de büyük takımların taraftarlarından hangisi siyasi duruşu yüzünden polisten dayak yedi Beşiktaş taraftarından başka. Hoş polisin bizden başka 'orantısız güç' kullandığı grup zaten yok da neyse konu bu değil.
Bu nasıl iş! Bu pankart öyle bir zamanda açıldı ki, İstiklal Marşı'nın başlamasına saniyeler kalmıştı. Pankartı görür görmez alt köşeden "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganları atılmaya başlandı. Pankartı açanlar bir an şaşırdılar. Tam bu esnada İstiklal Marşı başladı susmak zorunda kaldık. Marş biter bitmez pankart toplandı. Ama bu durum ertesi gün gazetelere "Çarşı Erbakan Hocasını Untumadı" şeklinde yansıdı. Beyler noluyoruz? Hangi Çarşı'dan bahsediyoruz? ForzaBeşiktaş'ta nükleer santral eylemine katılma planları yapan, tüm toplumsal olaylarda saf tutan, gerici ve karanlık tüm oluşumların karşısında duran adamlar neredeler?
Kapalı'nın gidişi gidiş değil. Beşiktaş taraftarını bu ülkeye mal eden, Çarşı'nın adını duyuran adamların da karakteri bu değil. Alen'in ocakbaşında davlumbazın üstünde Nazım Hikmet'in dizeleri olan "yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür yaşamak bir orman gibi kardeşçesine" yazmıyor muydu? Geçen sene de bir kandilde kandil mesajı açıldı. Biz belediye miyiz, siyasi parti miyiz? Çarşı'nın "A"sı ne demek bu pankartın ucundan tutan arkadaşlar biliyorlar mı acaba? Halkın takımı, son barikat Çarşı halkın anasını ağlatanların hocasının resmini açmış. Bu günleri de gördük!
Beşiktaş tribünlerinin çevresel olaylara duyarlı,haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı muhalif, mutlak doğrunun yanında, aydınlık yapısını kaybetmemesi dileğiyle!