30 Kasım 2009 Pazartesi

Abdülkadir Yücelman

Kendisini 3 sene öne Cumhuriyet Gazetesi'nin arşiv bölümünü bol bol ziyaret ederken tanımış, sonraları 'Futbolda Sendikalaşma' ile ilgili yazdığım bir haberde görüşlerine başvurmuştum. "Futbolun içine memleketin sorunlarını, gündem konularını ne kadar yedirirsen o derece başarılı olursun" derdi. Allah rahmet eylesin.

Denizli'nin Hesapları

85 dakika pozisyon vermedi Beşiktaş. Kalesi gole uzun süredir kapalı ve bu durum müthiş bir sabrı ve özgüveni de beraberinde getiriyor. Bugün nasılsa bir gol atarız diye oynadı Beşiktaş. Bünyamin Gezer ve yardımcısının yanlış kararları olmasaydı eğer goller de bulabilirdi. Sivas ne olursa olsun zor deplasman. İkinci yarı buradan birçok takım çıkamaz. Bu maçı özetleyen tek kelime ise istikrar. Gol yememeye inandık. Yemiyoruz. Savunmada ikili yaratmak kalıbına inanan futbol alemimiz Sivok ve Ferrari'ye de güzide bir yer ayıracaktır. Gol yemesin şu takım diye çırpınıyorum televizyon karşısında. 2-1 kazansak üzülürdüm. Gol yemeden devam ediyoruz. İlk 6 haftadan sonra böyle bir çıkış yakalanacağına kimse inanmıyordu deniliyor ya ben buna inanmıyorum. Mustafa Denizli bu takımın bu hale geleceğini kestiriyordu bence. Her maç sonrası açıklamasında geleceği yorumlayan Denizli bu takımın böyle devam edemeyeceğini de adı gibi biliyor.
Beşiktaş'ın bu çıkışı maç trafiğinin sıklaşmasıyla oluştu. Oynadıkça açıldı Beşiktaş. Bu maç trafiğine hazırlık maçıyla ulaşılabilir miydi? Bence sayı olarak ulaşsa da takımın sezon hazırlıklarına geç başlama durumu sakatlıkları da peşi sıra getirecekti. Oyuncuların belli bir kalıba girmesi ve performansların tavan yapması zamanlama olarak bu haftalara denk geldi. Sözün özü Mustafa Denizli yarattığı tabloyu gururla izliyor. En büyük şansıysa rakiplerinin beklenmedik tökezlemeleri. Mustafa Denizli öyle bir zamanlama hastası ki ikinci yarıya lider olarak girmek istemeyeceğini bile düşünüyorum.


29 Kasım 2009 Pazar

Baka Kaldım

Sabah Milliyet'in internet sitesinde gördüm. Geçen seneki forma içindeki siyahi oyuncunun kim olduğunu çıkartamadığım bir kaç saniye içerisinde resime baka kaldım. Devre arası bombası olacakmış Demirören'in. Bonservis bedelinin de 3 milyon euro civarında olduğu belirtilmiş.

Aramızdaki Fark


Ruhumuz Yeter - Ne Kopartırsak Kâr

28 Kasım 2009 Cumartesi

Zar Zor

Şu an itibariyle liderin dört puan gerisinde dördüncü sıradayız. Yarın akşam Sivas'tan galibiyetle ayrılırsak puan farkı bire inerken bizde tabloda ikinci sıraya yerleşeceğiz. İki ay önce on iki puan fark vardı, şimdi bire inme şansı var. Şans mı, azim mi nedir desen, herkes bir şey söyler. Geçen sene de bu takım ilk yarıda hep gerilerden geldi, Arap Atı gibi sonradan açılıp ipi göğüsledi sezon sonunda. Bu sene de aynı şeyin olmaması için hiç bir neden yok. Kolay değil lige kötü başlayıp bir anda açılan puan farkını kapatmak. İyi top oynamadan maç kazanmak tavlada olmayacak zarı atıp da oyunu kazanmak gibidir. Trabzon, Fenerbahçe ve Manchester United maçlarında favori olarak gösterilmeyen Beşiktaş, bu üç karşılaşmayı da gol yemeden kazanarak geçmesini bildi. Belki de bu istikrarını sürdürerek ilk yarıyı lider bitirecek.

Kötü günde eksikleri herkes görür, herkes söyler. Ne spor ne de skor yazarı olmadığımıza göre şu anki durumda kendimizce artıları eksileri yazalım. Bir kere şampiyon takım olmanın ve aynı hocanın başta olmasının avantajı var. Her ne kadar şampiyonluk sonrası kontratını yenilemek istemeyen hocanın bu sene için yeterli motivasyonu sağlayamayacağını düşünüyor olsam da şu anki tablo beni haksız çıkartıyor belkide. Erken form tutan takımların düşüşü gözlemlenirken Beşiktaş yeni yeni form tutuyor ve bu formunu kritik maçlarda skora yansıtıyor ama hala takımın forvet oyuncuları yerine diğer bölgelerinde oynayan oyuncular skora katkıda bulunarak, galibiyette pay sahibi oluyor. Defans taş gibi ve Allah muhafaza sakatlık yaşamıyorlar diye düşündüğümüz günlerde İbrahim Toroman'a nazar değdi. Ernst bu takım için çok önemli. O ishal olunca, takım da kabız oluyor (bkz. Wolfsburg maçı). Geri kalan yabancılar için 'kim gitsin?' diye anket yapılsa Ferrari hariç hepsine oy çıkar. Oynanan futbol hangi gözlere hoş hangilerine boş geliyor bilemem ama puanlar üçer üçer haneye yazılırken oynayan oynamayan herkes ucundan tutuyor kalemin. Kazananın haklı olduğu oyunda, Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek kolay değil. Beşiktaş da zaten hep zoru sevmiştir. Şampiyonlar Ligi'ndeki grupta üçüncü olup UEFA Avrupa Ligi'nde devam etmek için 10 gün sonra bu senenin en zor maçına çıkacak. Yoktan var edilen bu şansın biraz da yüzümüze gülümsemesi lazım tabi.

Öte yandan Beşiktaş taraftarının yaratıcılığının yönetime de sıçramasını şaşkınlıkla takip ediyoruz. İngiltere'de elde edilen zafer sonrasında "Yetmez Demirören" ve "Barcelona'ya başkan olsana" şeklinde tezahüratta bulunmuşlar. Öyle görünüyor ki Beşiktaş için maçlar düşeş geliyor ama başkanlık seçiminde hep yek.

26 Kasım 2009 Perşembe


".ike .ike Demirörenci Olacaksınız"

Alkol damarlarımda tur atmayı bir türlü bitiremedi ama kendime geliyorum. "Düşler Tiyatrosu"ndan yavaş yavaş çıkıyorum. Beşiktaş'ın zaferini küçümseyenleri de anlıyorum. Ben de Fenerbahçe'nin 0-1 kazandığı maç için "bala .öte" yorumunu yapanlardandım çünkü. İnsan başına gelince anlıyormuş. Her Avrupa Kupası maçında eve dönüş yolunun ızdırap içindeki havasını önceki postlarda yeterince açıklamış, imza atan yedi ceddine teşekkür etmiştim. Şimdi de "Helal Olsun Lan" coşkusunu göstermek istiyorum.
Tüm bunları düşünürken, maçı izlerken, eve dönerken, buraya yazı yazarken aklımın bir köşesinde de Demirören zebellah gibi duruyor. Mustafa Denizli adına seviniyorum, hayatımda yer alan, tribünde gördüğüm, etrafımda bildiğim, okuduğum aynı duyguları paylaştığım insanlarla aynı şeyden mutluluk duymanın değeri klasik tabirle paha biçilemez. Ama...

Nefes filminde ".... ..... bakkalı" diye yataktan fırlayan asker gibi oluyorum yatağa yatınca, zafer sarhoşluğunu atlatınca. Biliyorum ki biz sevindikçe "Yola geliyorlar" diyecek. Mağdur adamı oynayacak. Ağır ağır konuşacak, küfüre karşıyım diyecek, medya yalakalarını -ki o yalakalar Galatasaray tribünleri kendisine 35 dakika (bknz GS-Netanya) küfür ettiğinde dut yemiş bülbül idiler- peşine takacak. Gün gelecek bu gözler şöyle cümleler de görecek: "Süleyman Seba'dan sonra Demirören'e de ayıp ettiler.", "Allah bunları kahretsin", "Çapulcu bir grup"...
Beşiktaş kazanınca Demirören kalmayı garantileyecek mi? Kongre üyeleri de mi tabelacı?Demirören taraftarla arasının iyi yapma yolunu Beşiktaş'ın galibiyetlerinden geçiriyor ya, Beşiktaş kazandıkça kucağa geliyoruz sanıyor ya, o koyuyor adama. Yukarıdaki başlıkda o hesabın ürünü.

Did We Put?


"Tello'nun ayağı ve maç başladı". Spikerin bu sözleriyle başladı karşılaşma. Kamera santradaki topa zum yapmıştı ve Tello'nun ayağı da o topun üzerindeydi. Dakikalar tam 19:00 olduğunda o ayaktan öyle bir şut çıktı ki hiç kimsenin beklemediği anda 1-0 öne geçirdi bizi. Gün içerisinde 'olur mu ki?' diye içimizden geçirdiğimiz skora erkenden kavuşmuş olmanın şaşkınlığıyla sevincini bir arada yaşadık. Bu dakikadan sonra Fink'le bir kez daha gole yaklaştık ama kavuşamadık. İyi savunma yapıp, oyundan hiç düşmeden sonuna kadar mücadele ederek galibiyeti hak ettik.

Pozisyon yokken golü bulduk, yakaladığımız pozisyonda direğe takıldık ve 1-0 olsun bizim olsun hesabı içerisinde attığımız tek golle üç puanı alıp dönüyoruz İngiltere'den. İlle de maçın adamı seçilecekse sahada öne çıkan isim maçın son anlarındaki kurtarışlarıyla Rüştü'dür derim. Geri kalan herkes eş değer bir mücadele sergiledi. Bobo yerine Batuhan'ı belki biraz daha erken kullanmaya başlasaydık heyecanını sarı karttan ziyade farklı biçimde göstererek pozisyon bulmamızı sağlayabilirdi. Bu sene ilk kez forma giydiği karşılaşmanın bu olması hem onun hem de bizim için sürpriz oldu bence. Bir sürpriz de burnu kırılan İbrahim'in yerine oyuna giren Erhan'ı uzun zaman sonra takımda görmekti.

Sık sık seslerinizi duyduğumuz stattaki kardeşlerimize de teşekkür etmek gerekir. Maç günü BBC'de yayınlanan Çarşı haberlerini okuyan İngilizler bir kez daha kendi gözleriyle görmüş oldular Beşiktaş taraftarını. Şimdi sevinç naralarının dindiği sabahta hesap kitap vakti. Sonuçta dün gecenin bitiminde alınan bu anlamlı galibiyete rağmen hala grupta sonuncu olmamız da işin acı ama gerçek tarafı. Gruptaki en önemli golümüz Tello'nun dün attığı gol kadar, puan kazandırmasa da şansımızı son maça taşımamıza sebep olan, Ekrem'in ayağından gelen Moskova'daki son dakika golüdür. Bir sene önce ligdeki puan tablosunda üçlü averajla UEFA'ya giderken iki hafta sonra bu gruba üçlü averajla veda edebiliriz. Dünkü galibiyetle CSKA maçını anlamlı kıldık, Manchester'ın 4,5 yıllık kendi evinde yenilmeme rekoruna taş koyduk. Koyduk mu? Koyduk.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Fransız Düdüğü

Fransız öpücüğü meşhurdur aslında ama geçmişte bizi bariz şekilde öpen bir Fransız hakem olunca hep çekinmişimdir bizim maçlara atandıklarında. Bundan on beş sene önce Rosenborg maçında topun kale çizgisini bariz bir şekilde geçişi stadın her yerinden görülebilirken Ercan Taner'in tabiriyle o 'kara gömlekli ve kara vicdanlı' vermemişti golü. Sonrasında Kuntz'un kaleye gitmekte olan bir topunun elle kesilmesine de devam kararı vererek turun uçup gitmesine sebep olmuştu. Bu akşam yine bir Fransız hakem düdük çalacak maçta. En son Henry'nin kendi eliyle adını eklemesinden sonra umarım Stephane Laurent Lannoy da dahil olmaz bu antipatik Fransızlar listesine.

Olmaz Olsun Böyle Yayın!

Yayının başında İlker Yasin'in sesini duyunca tüm gün beklediğim maçı izleme şevkim yarı yarıya kırıldı. Ama İbra'sız, Messi'siz Barça öyle bir ilk yarı oynadı ki değil İlker Yasin, maçı Abidin Aydoğdu bile anlatsa yaşadığım futbol orgazmına engel olamazdı.


Asıl değineceğim konu ise; 2. yarı 2-0 mağlup durumdaki İnter çok açılmadı, skora razı gibiydiler. Elbette ki bunun bir sebebi vardı; zira D.Kiev'in son maçta Barça'yı yenemeyeceğini varsaydığımızda şu an için puanları ve averajları eşit olan İnter ve Rubin Kazan, Milano'da da berabere kalırlarsa şu an attığı ve yediği gol Rubin Kazan'dan 1 fazla olan İnter üst tura yükselecek takım oluyor. Ancak bugünkü maçı 2-0 değil de 3-0 kaybetselerdi; Milano'daki maçta beraberlik Rubin'i üst tura yükseltecekti.. Mourinho fantezi yapmamayı tercih etti. Barça da R.Madrid maçı öncesi vitesi düşürünce, İnter istediğini aldı..


İnter'in 2-0 mağlupken ısrarla defans yapmasının nedenini bir maç boyu akıl edemeyip seyirciye söyleyemeyen İlker Yasin'e sevgilerimi sunuyor, NTV'de izleyeceğim Şampiyonlar Ligi maçlarının hayallerini kurup kendim tatmin etmeye çalışıyorum.. Belki birgün..

Bu arada; koydu sağdan araya!

24 Kasım 2009 Salı

Trabzon

"Adı oyunlarla ve çıkardığı futbolcularla bilinse de, Faroz aslında Trabzon'un en eski limanı. Güneşin hiç batmak istemediği, kırmızının bordoya döndüğü yer. Bir mücadele yaşanır Faroz'da. Trabzon bordoya boyanır, mavi hayaller yarına kalır."


Satırların sahibi Aytekin Akay olmalı. Trabzon Dergisi'nin 12. sayısında yukarıya astığımız fotoğraftan daha güzel bir fotoğrafla harmanlanan bu müthiş yazı Trabzonspor'a olan göndermesiyle de ilgimi çekti. Sasha, Tabzon'un büyük düşüşünden bu yana sessiz. Trabzon takıma küskün. Beşiktaş maçı için Trabzon'da konuştuklarım, rastladıklarım "Gitmiyorum maça, 2 bira, radyodan dinliyorum" diyor.
Türkiye'de hiçbir takımın taraftarı da bu kadar acı çekip üzülmüyordur herhalde. Allah yardımcıları olsun.

Hele Bir Otur Soluklan Yeğenim

Lig TV’ye konuşan Vural, Trabzonspor galibiyeti sonrasında, Fenerbahçe ile oynayacakları maç sorulduğunda “Real Madrid gelse havasını alır” sözlerinin arkasında olduğunu ifade etti. Hugo Broos’un, Trabzonspor’daki görevinin sona erdiği hatırlatıldığında, “Önce Hikmet Karaman, bu hafta Hugo Broos gitti. Bakarsınız haftaya da Daum gider” diye konuştu.

İngilizlere Karşı Beşiktaş




1982-83 Şampiyon Kulüpler Beşiktaş-Aston Villa: 0-0 / 1-3
2000-01 Şampiyonlar Ligi Beşiktaş-Leeds United: 0-6 / 0-0
2003-04 Şampiyonlar Ligi Beşiktaş-Chelsea: 2-0 / 0-2
2005-06 UEFA Kupası Grup Beşiktaş-Bolton Wanderers: 1-1
2006-07 UEFA Kupası Grup Beşiktaş-Tottenham Hotspur: 0-2
2007-08 Şampiyonlar Ligi Beşiktaş-Liverpool: 2-1 / 0-8
2009-10 Şampiyonlar Ligi Beşiktaş-Manchester United: 0-1

Yukarıdaki liste Hürriyet'ten. Beşiktaş-Arsenal 1966 olduğu için listeye alınmamış sanırım.

Devler Liginin Kazananları

Baliç gencecikti Bursa'ya geldiğinde. O dönem "Söndür ateşini" diyerek reklamlarda boy gösterdi, güzel golleriyle de yıllarca sahalarda fırtına gibi esti. Real Madrid forması altında Barnebau'da gol atmışlığı var. Fotoğrafta elinde rakibiyle değiştirdiği forma ve maç sonu üzüntüsüyle çökmüş görünse de dün oldukça neşeliydi. Boliç de genç yaşta Türkiye'ye gelenlerden. Onun da Old Trafford'da tarihi bir gol atmışlığı var. İkisi de hem Fener'de hem de Galatasaray'da forma giydi. Bunun dışında da Rayo Vallecano'da ve sanırım İstanbulspor'da beraber top koşturdular. İkisi de şöhrete Türkiye'de kavuştular, parayı da hala Türkiye'de kazanmaya devam ediyorlar.

23 Kasım 2009 Pazartesi

22 Kasım 2009 Pazar

Koyduk Ama... (2)

15:00'e doğru Barbaros'tan aşağı trafiğe karışmıştık dün. Adım adım ilerleyen trafikte neredeyse uzun adımlarla yürüyenler bizden daha hızlı iniyorlardı yokuşu. En sağ şeritte bir aracı durdurmuş olan trafik polisi yanından geçen motorun üstündeki iki kişiden kasksız olanı fark edip indirtti motordan. Kullanan arkadaşı biraz devam ettikten sonra bekledi ve peşinden gelen kafasız arkadaşını tekrar bindirdi arkasına. Etrafımızdaki hem özel hem de toplu taşıma araçlarındaki ve kaldırımlarda yürüyen Beşiktaşlıları seyrederek vardık semte. Otoparka aracımızı bıraktıktan sonra Balıkçılar Çarşısı'na yürüdük. Yer bulmanın mümkünatı olmayan ara sokaklarda dünden rezervli masamıza kurulduk ve rakımızı açtık. Maç saati yaklaştıkça alkolün de etkisiyle malum sahneler yaşandı peşi sıra. Fener'e sinkaflı tezahüratlar, sandalyalerin üzerine çıkanlar, meşale yakanlar ve küçücük bir çocuğa söyletilen 'Bir manitam olsa' bestesi. Herkes gülerek eşlik ederken benim aklıma BJK TV'de gördüğüm, Beşiktaş tezahüratları yapan sarışın çocuk geldi. Öylesi daha güzeldi sanki. Bir çiş molası için içeriye girdiğimde dışarıdaki sisli havanın bir kopyası ile yüzleştim. Yasak masak hak getire sigaraların biri sönerken diğeri yanıyordu. Kalabalığın arasından sıyrılıp üst kata çıktım ve klasikleşmiş maç öncesi meyhane tuvaleti kuyruğuna eklendim. Sıra bana geldiğinde yan yana duran iki kapıdan sağdaki açılıp, içeriden de bir beyefendi çıkınca, sisteme mecburi uyumla bayanlar tuvaletinde giderdik hacetimizi. Oysa ki mekanda bayanlar da mevcuttu. Aşağıya indiğimde hesap istenmişti ve fazla bulunduğu için geri gönderilmişti. Revize haliyle tekrar masaya gelen hesabı tamamladıktan sonra stada doğru yürümeye başladık. Dolmabahçe yolunda yine seyyar atkılar, bayraklar arasından geçerken Şampiyonlar Ligi özel atkısını bile görünce inanamadım. ( Bu arada şu çakma formaları almak yerine Define Büfe'nin yan sokağında bir dükkanda satılan, Kappa'nın hentbolcularımız için çıkarttığı siyah-beyaz çubuklu formalar alınsa ya. Hem lisanslı ve reklamsız hem de 10 TL.)

Stada vardığımızda vakitli geldiğimiz için (18:20) yığılmalar başlamamıştı. Bize mi denk geldi bilmiyorum ama kimliğimizi soran da olmadı, gerçi konuştuğum arkadaşlardan ismi uzun listede var mı yok mu diye bakılanlar olmuş. Turnike sonrası aramada polislerin domuz gribinden korunmaları için dağıtılan maskeleri çenelerine veya boyunlarına takmış olmaları trajikomik bir durumdu. İçeride kapalı altın son sırasının hemen arkasına dizilen fosforlu yelekli görevlilerin ne yaptığını da anlamadık. Ütt kata el verip çekilenlere yalandan etme tutma ayakları yapmaktan öte bir faaliyetleri yoktu. Üst kata baktığımda sette görmeye alışık olduğumuz simaların hemen hemen hiç biri yerinde değildi. Bir ara VictorY Levent'i Alen'in yerinde gördüm maç başında ama kısa sürdü. 1903'ün aksine ben kapalı alttan bir iki kere duydum Fenerlilerin sesini ama bütün hepsinin aynı anda zıplamalarından ne denli güçlü bağırdıkları anlaşılıyordu. Bizim tribün ise aşırı kalabalıktan bağırılamayan bir çok derbiden daha iyiydi belki de. Skorun bunda etkisi büyüktü elbette ve yılların acısını çıkartmış olduk bu maçla. Gelelim 84. dakikaya. Gündoğdu söylendikten sonra maçında garantiye alındığı belliyken yükselen 'Yeter' seslerini ıslıkla karşılayanlar neyi düşünüyorlar çok merak ediyorum. Ligde üst üste alınan yedinci galibiyetle iyi bir yoldayız diye mi, Fener'i yendik ya yeter diye mi, bundan iyisini bulamayız diye mi karşı çıktılar acaba bu protestolara. Yine bir Fener maçını kazanıp da geleceğini kaybeden miyiz yoksa? Bu protesto karşıtları kadar maç bitiminde on beş dakika boyunca yükses sesle şarkılar çalanlar ve buna seyirci kalan tribündekiler de şaşırttı beni. Kamil Ocak Stadı'nda alınan galibiyetler sonrası çalınan Çelik'in 'Güle Güle' şarkısı yerine bizim kendi sesimizden "yar saçların lüle lüle" bestesini bile tercih ederdim. Nitekim müzik kesildiğinde de pek yaratıcı bir şey çıkaramadık. Son sarı lacivertli rakibimizin taraftarlarını bile daha çok ezmiştik sadece 1-0'lık galibiyete rağmen.

Ha şimdi bütün bu yazdıklarımdan sonra 'Eh be kardeşim hiç mi sevinmedin Fener'i yenince?' diyenler olursa, 'Sevinmek ne kelime!' diyebilirim. Sedar Özkan'dan yine hazzetmedim, İbo'ya hayran kaldım, Fink'in golünde çıldırdım, Bobo'nunkini kaleye giderken son anda gördüm, Uğur'unkindeyse zevkin doruklarındaydım. Kazım'a maç öncesinden kurulmuştum ve gördüğü kırmızı karta en az goller kadar sevindim. Dün İstanbul'ün üzerine çöken sis bu sabah dağıldı gitti, İstanbul olduğu yerde duruyor ama bizim üstümüze çöken sis bir Fener galibiyetiyle dağılır mı? Beşiktaş taraftarı rakı gibidir. Dertliyken de keyifliyken de ararsın.Biraz su katarsın işe, yudum yudum içine işler sonra. Boşuna demedik 'Bu Alemde İki Büyük Var' diye. Rakısız bırakmayalım kadehleri, sonra safi su kalır, o da konulduğu kabın şeklini alır.

Koyduk Ama...

Koyduk ama konuşulacak çok şey var. Zannettiğiniz gibi Fink'in enfes golü ya da Bobo'nun kimilerini heyecanlandıran ya da inandıran geri dönüşü değil. Maçla ilgili teknik taktik analiz pek yazmadım bugüne kadar zaten. Bunun dışında konuşulacak şeyler ya da benim ilgimi çeken taraflar futbolun diğer yüzüyse, diğer yüzüyle bakmaya devam edelim. Bugün İnönü'de daha önce tanık olmadığım bir derbiye şahitlik ettim. Her zaman tribünler derbinin ateşiyle yanıp kavrulurdu ama sahada bunun formalı hallerini bulamazdık. Bugün roller değişti ya da değiştirildi. Tribünleri temizlemekten anladıkları tribünlerin yapısını değiştirmekse çok yanlış yapıyorlar. Dün gece İnönü Stadyumu'nda Fenerbahçe taraftarı evsahibi taraftar kadar ses çıkarttı. Koca maçtan çıkarttığım tespit bu mu? Evet bu... Nasıl .iktik Fenerbahçe'yi tadında bir yazı yazmaktansa bu konuya değinmek daha doğru değil mi zaten? Bu takımla ilgili sezon içerisinde yazdığımız olumsuz yazıları, yönetim hatalarını bir kalemde silip de bu blogu bayram havasına sokmak önce kendi ayağımıza sıkmak olur. Şunu da teslim etmek lazım. Fenerbahçe gibi kadrosu hayli güçlü bir takıma evinde 3 gol atmak da büyük meziyet gerçekten. Gol yemeyen bir takımımız var. İlk kez 3 golü Fenerbahçe'ye atmamız da ayrı bir post konusu tabii ki. Sahadaki istek ve mücadele beni hepsinden daha çok mutlu etti. Ben Demirören olsam maç biter bitmez hepsinin alnından öperdim. Sahaya yüreklerini koydular ilk kez. Tribünlere dönelim.
Beşiktaş ikinci golü bulana dek Fenerbahçe taraftarının bestelerinden rahatsız oldum ben. Daha önce de Fenerbahçe tribünleri İnönü deplasmanlarında tribünlerinin en iyi örneklerini sunmuşlardı ama bu kadar ezildiğini görmemiştim Beşiktaş taraftarının. Bunda elbette Y.D'nin kapalı tribün operasyonu var. Bilmiyorum kaç kişi farketti ama hem kapalı tribün önünde hem de numaralı tribün önünde 90 dakika tribünleri izleyen 2+2 olmak üzere toplam 4 kamera sürekli kayıttaydı. Özel güvenlik sayısını, sivil sayısını yazmak zaten mümkün değil.

Tribünlerden 84. dakikada Y.D yeter sesleri yükselince bir kez daha utandım. Maç 3-0 olmuş, hala başkanın istifasını istiyorlar diye değil. Gayet yerinde bir davranış onların ki. Benim üzüldüğüm ıslık çalan seyirci sayısı oldu. Fenerbahçe'yi yendik diye herşeyi unutan balık hafızalı seyirci sürüsü. Bir galibiyetmiş onların mutlu olmasını sağlayan. Bir derbiden başı dik ayrılmakmış. Bizim gibi bakamıyorlar işte. Seyirci olmayı kabullenmiş bir tribün yaratılıyor göz göre göre. Hem de tribün hayatının beşiği İnönü Stadyumu'nda. Bugün o kadar çok Allah belanızı versin diye bağıran iki eliyle de bunu can-ı gönülden gösteren adam gördüm ki inanamazsınız. Bu tepkileri Y.D yeter tezahüratınaydı. Onlara göre ne yeri, ne zamanı. Ya da düpedüz haksızlık. Beşiktaş tribünleri öyle bir kıskaçtaki galiba buradan çıkış yok. Bir devri kapatmak için top tüfek ne varsa kullanılıyor. Başsız bir tribün başsız tavuk gibi biraz dolanır sonra da düşer. Yıldırım Demirören gerçekten güçlü bir insanmış ve Türkiye'de paranın satın alamayacağı hiçbir şe yokmuş. Kimileri bu takımı tribününden sever, kimileri de rakiplerine 5 attı diye. Dün gece tribününden vazgeçemeyenlerle, başarıdan vazgeçemeyenlerin 84. dakikadaki mücadelesi benim için daha önemliydi.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Bana Göre

Beşiktaş-Fenerbahçe: 1
Gaziantepspor-Bursaspor: alt
Gençlerbirliği-İstanbul BB: 1
Denizlispor-Antalyaspor: 02
Kayserispor-Diyarbakırspor: 1
Eskişehirspor-Ankaragücü: 10
Kasımpaşa-Trabzonspor: 2
Galatasaray-Manisaspor: 1


Badem Kupon
Kayserispor-Diyarbakırspor: 1 (1.30)
Palermo-Catania: 1 (1.60)
Tenerife-Sevilla: 2 (1.55)

Toplam Oran: 3.22

Sesin Çıksın Alt/Üst Taraf

Alt ve üst kavramları hemen İddia'daki 2,5 gol altı, 2,5 gol üstü bahsini akıllara getirir. Son zamanlarda bizim maçlar alt bitse de bugünkü maç için mevzu bahis goller kadar kapalı tribündeki alt üst eşitliği. Tribünlerde yaratılmak istenen kaos ortamını fos çıkartıp, hep beraber hareket edilmelidir. Hafta içinde setin yıkıldığı ve kimsenin orada durmasına izin verilmeyeceği yazılıp çizildi. Cezalar, yasaklar, kimlik sormalar çıktı peşi sıra. Bunlar sadece zorluk çıkartır ama asla set çekemez Beşiktaş taraftarının bütünlüğüne. İçinde gerçek Beşiktaş sevgisiyle yaşayanlar ister alt katta olsun, ister üst katta olsun hatta stadın hangi köşesinde olursa olsun yerini alacak ve "Kartal gol gol gol!" diye haykıracak bu akşam. Birimiz olmasa diğerimiz alacak yerini. Altı üstü taraftarız. Bunun altında başka bir şey arayıp üstümüze gelenler de nasibini alacak.
.
Bir de basının gözleri Mehmet Topuz'un üzerinde olacak. Daha doğrusu tribünlerden gelecek tepkinin. En son Tümer'e değişik bir şekilde tepki verilmişti ve küfürsüz olmasına karşın oldukça ağırdı. Bu akşam ıslık ya da küfür mü olur yoksa yine aynı şekilde bir tepki mi verilir bilmiyorum ama tercihim hiç biri. Sahaya çıktığında önce bütün stat kahkahalarla gülse, sonra da dansöz oynatır gibi çalıp söylese o sahada ısınırken. Üzerindeki formanın ona yakıştığını ima eden kinayeli bir beste ile. "Sen oyna Mehmet, sen oyna.." diye devam edilse... Sonra maç başlayınca da gözümüz görmese.

20 Kasım 2009 Cuma

Fener'i Dile Dolamak

Bundan iki üç sene önceydi, opera öğrencisi olduğu söylenen bir gencin hakkını vererek söylediği ve bitiminde de ortamda bulunanların böğürerek eşlik ettiği video dolanmaya başlamıştı internette. İzleyen bir çok Fenerli arkadaşım bile gülerek izlemişti defalarca. Zaman zaman statlarda duymamıza rağmen bence bu video ile ünlendi malum beste. Beste de değil ya aslında hepi topu üç kelimeden oluşuyor ama hem söyleyene hem de dinleyene keyif veriyor. Sonrasında bir çok versiyonu yapıldı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Türkler, çevresindeki yabancı arkadaşlarına bu üç kelimeyi öğretip melodisi eşliğinde söylettiler ve kayıdını da internette yayınladılar. Alakalı alakasız maçlardan önce semtte mutlaka kulağımıza çalınır oldu bu melodi. Fener'e karşı yapılan tezahüratlar bununla sınırlı değildi elbette ama en popüleri bu oldu açık ara. Söylenmesine karşı bir hoşnutsuzluğum olmamasına karşın farklı bir açıdan bakıldığında içimde bir sıkıntı oluyor. Aklımda kalan en net örnek bir önceki CL ön elemesinde Zurih ile deplasmanda oynadığımız maç benim için. Bin bir güçlükle Beşiktaş'ta alakasız bir yer bulup maçı seyretmeye başladık. Elimizde biralar ve o zaman yasak olmadığından etraf duman altı. Beşiktaş da maçın son dakikalarına 1-0 önde girince keyifler tıkırında son düdüğü bekliyorduk. Lüzumsuzun teki arka taraftan "Yaaaaaarr......." diye girer girmez herkes eşlik etmeye başladı. Lafta Fener'e yedirirken, maçta golü yiyen bizim takım olunca da dut yemiş bülbüle döndü tüm kanarya sevenler. Sadece 30 saniye önce ağzım kulaklarımdayken "S...cem Fener'inizi!" diye isyan ederek nasıl sinirle dışarı çıktığımı hatırlamıyorum. Maç Fener'le değil, yenersek Fener ile eşleşmeyeceğiz, bir sonraki hafta Fener maçı yok... Neden Beşiktaş'ın galibiyetini alkışlarken Fener'i dilimize doluyoruz anlamıyorum. Bazı lig maçlarında bile alakasız şekilde ne zaman Fener'e sövmeye başlasak o dakika golü kalemizde görürüz. Tribünde ön sıralarda çekirdek çitleyen bazı adamlar Fener dedinmi yerinden ok gibi havaya fırlar ve haykırmaya başlar. Üçlüden sonra gelen lay laylı kısımda 'ooo Beşiktaş' ın peşine bazen daha gür bir şekilde 'a.. a.. k.. F.." gelir. Maç boyu susan adam çıkış tünelinde keyifle eşlik eder aleyhte bestelere.
.
Şimdi bir Fener maçı arifesindeyiz, bir haftalık ara sebebiyle de epey bilendik. Yarın semtte dört bir yandan bas bariton sesler duyup, tebessümle aralarından geçeceğiz. Belki de bir masada rakımızı yudumlarken eşlik edeceğiz biz de, yalan yok. Maç Fener maçıdır, atış serbesttir yani. Boşaltın kendinizi, çıkın taşın üstüne, soyun portakalları ama sonrasında rafa kaldırın lütfen hepsini. Ne alakasız maçlarda, ne maç öncesi orda burda dilimizde olmasın şu Fener.
.
Not: Küfürsüz tribün olmaz diye düşünenlerdenim. Aşırıya kaçmadan elbette. Bir de maç öncesi halk arasında küfürlü besteler söylenmesinden rahatsızım ama daha geniş bir konu olması sebebiyle, onu ayrı olarak kaleme almaya çalışacağım.

19 Kasım 2009 Perşembe

Bir Zamanlar

Bursaspor-Beşiktaş. Hakem Erman Toroğlu. Şampiyonluğun çalındığı 92-93 senesi. Tribünler tıklım tıklım. Maç Ankara'da. Maç öncesi röportajı yapan tıfıl Okay Karacan, karşısında Kemal Sunal filmindeki haliyle Yılmaz Vural ve her zaman ki dert yanmaları. Beşiktaş'ın tribünleri hınca hınç. Tribünlerde uzun ince balonlar tek süs. Beşiktaş sahaya çıkmadan önce sahaya çıkan Beşiktaşlı görevli. O zamanların adamlarıyla bugünlerin çalışanları ayrı tabii. Şimdi duyguları gizlemenin adı profesyonellik olmuş. Hemen ardından Beşiktaş'ın sahaya çıkışı siyah şortu, beyaz forması I Love You Gordon pankartı ve Sergen ve Sergen ve Sergen

Dünya Kupası Ellemeleri

Hayır yazım hatası yok, 'L' harfine de yanlışlıkla iki kere basmadım başlığı yazarken. Bizim çoktan el salladığımız Afrika'ya Fransa eliyle uzandı dün alşam. İrlanda'nın direnişine tokat indiren bir el gibiydi o an. İşte elemeler böyledir, kimini eller ağlatır, kimini eller aldatır.

Fransa'nın yanı sıra Yunanistan, Portekiz ve Slovenya da bileti cebine koydu dün akşam. Rusya ne de Ukrayna favori sayılmalarına, Bosna da bizim grupta ikinciliği elde edip çılgınlar gibi sevinmesine rağmen ekran başında kaldılar yazın. Biz o şansı yakalasak acaba dün gece sevince mi yoksa hıçkırıklara mı boğulurduk milletçe?

Ayıp Edenler

HaberTürk televizyon kanalından sonra yazılı olarak da yayın hayatında yerini alan yeni bir gazete sayılır. Pazar günü hasbel kader elime geçtiğinde poltika sayfasında bir köşe dikkatimi çekti. Alınan yasaklar sonrası günün kaybedeni olarak gösterilmiş Çarşı.

Bugün de Hürriyet gazetesindeki bir haberde kapalı alt tribünün, kapalı üste saldıracağından, organize olarak stadın çeşitli yerlerinde kavgalar çıkarılacağından bahsediyor. Üstelik daha da ileriye giderek numaralı tribünde yedek kulübelerinin arkasında oturanların topçulara musallat olup, türkürmeye varan hareketlerde bulunacaklarını ve Yıldırım Demirören'e ağır küfürler edileceğini ileri sürmüşler. Hatta bunun bir ihbar mesajı olarak yöneticilerin cep telefonlarına geldiği yazılmış.

Tribünlerin kan kaybettiği doğrudur ama boşuna "işte biz kötü günde hep omuz omuzayız" diyerek kaldırmadık biz yumrukları havaya. Kaybedilmiş günler de geri kazanılacaktır elbet. Yıllarca "İ... basın bunu da yazın!" diye diye tribünlerden söz ettirmeye başladık ama basın hala işin i...liğinde.

Haberin linki: http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/12985669.asp?gid=211&sz=53228


Demirören Nüfus Müdürlüğü

Verildiği Yer: Demirören Nüfus Müdürlüğü, Veriliş Nedeni: Küfür.Bu uygulamayı ancak Y.D yapardı zaten.Taraftarını bu kadar hor gören, suçlu yapan, kimliğini soran, sen kimsin ulan çeken ondan başkası olamazdı. Gözümüzün içine baka baka çifte standart uygulanıyor bu memlekette. Adamına göre muamele yapılıyor. Beşiktaş tribünleri ilk kez küfür etmedi. Sadece Beşiktaş tribünleri bu ülkede küfür etmiyor. Türkiye'nin 4 bir yanında küfür var. Ama adı Beşiktaşlı olunca vurun abalıya. Kendi stadında dayağı da sen yersin, kendi stadında kimlik kontrolü de sana yapılır. Kimin aklına geldiyse yukarıda iş helal olsun. Geç gördüm, geç ekledim. Sessiz kalmayanların yanındayız.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Metrobüs Zammına ve 75 TL'lik Maç Biletine İthafen

Vezirler padişahın huzurlarına çıkmışlar
- Padisahim, hazinede para kalmadı. Yeni vergilere ihtiyacımız var.
Padisah, kavugunun altindan kafasini kasimis,
- Eeee! Ne vergisi koyalim? demis...
Vezirler: - Koprulere adam koyalim, gecenden bir akce alsinlar!
Padisah, - Tamam, demis.
Aradan bir sure gectikten sonra sormus vezirlerine:
- Nasil, halk hayatindan memnun mudur? Herhangi bir sikayet var mi?
- Hicbir tepki yok Sultanim!
- Iyi o zaman koprunun diger tarafina da bir adam koyun, cikandan da bir akce alsin! Aradan bir süre geçmis, Padisah tekrar sormus vezirlerine:
- Var mı halinden sikayet eden?
- Yok!
Halkinin tepkisizligine kizan Padisah, gurlemis:
- Koprulerin ortasına da birer adam koyun, gelip geceni koprunun ortasinda becersin! Aradan birkac gun gecmis, halktan bir tepkinin olmamasina icerleyen Padisah, çagirmis vezirlerini,
-Halki dinleyelim hele bir, demis.
Gitmisler köye, Padisah sormus:
- Halinizden memnun musunuz, var mi bir sikayetiniz?
Ses yok.
Padisah tekrar :
-Ulan demis, tas ustunde tas omuz ustunde bas komam!!! Var mi sikayeti olan hemen soylesin! diye gurleyince arkalardan ciliz bir ses duyulmus:
-Padisahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!..
- Eeee!, demis Padisah bir umutla... Ne olmus o koprunun ortasindaki adama???
- Aksamlari cok kalabalik oluyor, sira uzuyor, eve geç kalıyoruz, mumkunse bir adam daha koysaniz...

Fener'e Yazanlar Parmak Kaldırsın

Gerçi hem İnönü'de hem de Kadıköy'de Nartallo gol atmasına rağmen iki maçı da 2-1 kaybetmiştik. Hele İnönü'deki yıllar sonra Fener'e kaybettiğimiz, en çok üzüldüğüm maçlar arasındadır. Gelip giden yabancılarımız bir şekilde Fener'e yazmışlar gollerini. "Fener zenci sever" dememize sebep olan Ferdinand, Madida, Amokachi, Carew, Nouma, Kleberson, Nobre vs. yanı sıra Wilson, Johnsen, Ronaldo, Bobo ve Holosko da es geçmeyenler arasında. Batuhan bencillik yapmasaydı Higuen'in bile burada adı geçecekti. Bu sene gol ayaklarımız sıkıntılı. Forvet oyuncularından ziyade orta saha oyuncularının golleriyle ayakta kaldık şimdiye kadar. Bu maçta da Ernst'ten veya kendisine özel beste yapılarak gol atması rica edilen Tabata'dan listeye isimlerini eklemelerini bekliyorum. Son yıllarda lig maçlarını kaybediyoruz Fener'e karşı, esas olarak bir de bunun son bulmasını diliyoruz tabi.

17 Kasım 2009 Salı

İlginç Statlar (18)



France-Amiens

Bilet Telaşı


Sene 96, Fener maçı için bilet kuyruğundayız. Biletix yok tabi o zamanlar, bu kadar fahiş fiyatlar da. Bir sene önce şampiyonluk yaşamışız. Seba başkan, Daum bizim başımızda ve başımızın da tacı. Şimdi başımızdakilerden memnun değiliz ama Fener maçı için yine aynı heyecanlar içerisindeyiz. Fotoğraftaki yeri hatırladınız mı?

16 Kasım 2009 Pazartesi

Futbol Sevgisi




Egemen Korkmaz Akçaabat’ın Mersin Beldesi’nde oturan bedensel engelli koyu Trabzonspor taraftarı kardeşler Soner ve Sadık Gayret’i evlerinde ziyaret etmiş. Fotoğraflar yukarıda. Perde, yastık, yatak, yorgan her şey Trabzonspor. Bu bedensel engelli arkadaşların sevgisi tek başına film olur. Trabzonspor maçının olduğu bir gün evde neler yaşadıkları, maçı nasıl seyrettikleri, gol sevinçleri, üzüntüleri. Futbol adına bugüne dek eli yüzü düzgün bir film çekmeyi becerememiş olmamız önümüzde böyle milyonlarca saf ve temiz futbol sevgisine örnek varken garip değil mi?

Şeker Gibi Kura


Her kura çekiminden sonra gazete manşetlerinde buna yakın başlıklar görürüz. Genelde bu tabir diğer kulüplerin kura sonuçları için kullanılır. Çünkü Beşiktaş adına ne zaman eller kavanozun içerisine girse biliriz ki çekeceğimiz vardır. Her yerde kura sonuçları yayınlandı. Beşiktaş yine Süper Lig takımlarının egemen olduğu bir grupta yer aldı. Galatasaray ve Fenerbahçe birer Bank Asya Ligi takımının yanı sıra birer de 2. Lig takımlarıyla (Denizli Bld. ve Tokatspor) aynı grupta mücadele edecekken, Beşiktaş 2. Lig takımlarından Konya Şekerspor ile İstanbul'da karşılaşacak. Dün oynanan lig maçında Konya Şekerspor, grubun sonuncusu Denizli Belediyespor'u 4-2 yenmiş. İkinciyle aralarında sadece iki puan fark var ve Bank Asya için şansları 3. grupta mücadele eden Tokatspor'dan daha çok.
Diğer rakiplerimizden Kasımpaşa'yla içerde, Manisaspor'la dışarıda oynacağız. Gruptaki en zor maçımızsa Ocak ayının ortasında Olimpiyat Stadı'ndaki İstanbul B.B. ile oynanacak olandır diye düşünüyorum. Ne Mustafa Denizli'nin kafasında oynatmasına ne de hafta tahminine gerek kalmadan, puan hesabına girmeden grubu lider olarak bitirir çeyrek finaldeki rakibimizi bekleriz kupada. Şeker suda erir, olması gereken de budur.

Maskeli Adam

İlginç gol sevinçleriyle dikkatimizi çeken bir futbolcuydu Meksikalı. Kadıköy'deki maskeli sevinci en akıllarda kalanı olmuştu. O hareketinden sonra gördüğü sarı kart bu sevinçlerin devamını engelleyemedi ama kalbinin gösterdiği kırmızı kartla hayata veda etti De Nigris. Sevenlerinin başı sağolsun...

15 Kasım 2009 Pazar

Çarşıcı Mısın?

Ben ortaokul ve hatta lise yıllarında kapalı tribüne yeni yeni girmeye başladığımda maça kısa bir süre kala kalabalık bir grup gelir ve içlerinden biri "Çarşı geldi beyler! Herkes iki sıra yukarı çıksın." derdi. Kapalı tribünün üst katında ilk sıralar ve set boşaltılır, onlara ayrılırdı. Ne kimin kim olduğunu bilirdik ne de o meşhur iki direk arasında onların gözlerinin içine baka baka susarak maçı izleyebilirdik. Sesim kısılmadan eve döndüğümü hatırlamıyorum. Yıllar sonra alt katta izlemeye başladım maçları. O dönemlerde bir tek kapalı tribün müdavimlerinin simasını bildiği Alen Markaryan'ın meşhur sözü "Çarşı bir ruhtur, bedene indirgenemez" sözünden sonra ruhumu iki direk arasına emanet ederek yaptım bunu. Bedene indirgenemeyen şey maddeye de indirgenemez diyerek hiç bir zaman da haves etmedim zaman içerisinde ortaya çıkan Çarşı ürünlerine. Anı olsun diye aldığım ,evimde duran Asi Ruh atkısını bir kere olsun takmadım.

Dün araba ile Anadolu yakasında, ara yollardan birinde giderken iki genç gözüme takıldı. Direksiyon başında tek elle anca üstteki pozu yakalayabildim. Hadi soldakinin adı üstünde Genç Fenerli. Sağdaki sıradan bir günde üstünde Çarşı poları ile geziniyor. Bugün de Akatlar'da bakın sağınıza solunuza, her bedende bir Çarşı mutlaka görürsünüz. Ne var ki bizim aşkımız extra large...

13 Kasım 2009 Cuma

Bunları Biliyor muydunuz?

Futbol dünyasında bir sürü ilginçlikler yaşanıyor. Bunlardan en çarpıcı olanlarını semeye çalıştım. İşte futbol dünyasından ilginç ve çarpıcı bazı küçük notlar:

* Jübile maçında kendi kalesine gol atan tek futbolcu Franz Beckenbauerdir. (Efsane olmak kolay değil, farklılığınız olmalı)

* Efsane İngiliz futbolcu Gary Lineker, yaklaşık 20 yıl süren kariyerinde bir tek sarı kart bile görmedi. (Fair-Play ruhu buna denir)

* 2000-2001 sezonunda Bristol City-Brendford maçının ilk yarısında 23 dakika kaybolan zaman oynandı ve bu süre içinde 2 gol atıldı. Aynı maçta Bristol'un golcüsü Lloyd Owusu'nun ayağı kırıldı ve omzu çıktı. (Yorumsuz!!!)

* 1957 yılında Charlton, 75 dakika 10 kişi oynadığı ve son yarım saatine 5-1 mağlup girdiği Huddersfield maçını 7-6 kazandı. (Beterin beteri var desenize)

* Willenhall Town Ladies-Burton Brewers maçı, Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi. Ortalama her 1,5 dakikada 1 gol atan Willenhall Town, maçı 57-0 kazandı. (Buram buram şike kokuyor)

* Finlandiya'nın unutulmaz oyuncularından Pentti, 1986'da kendi kalesine 5 gol attı. Maçtan sonra takım arkadaşları tarafından Pentti'ye 'pusula' bile alındı. (Bence ona pusula değil, bir gözlük ve malülen emeklilik hakkı verilmeliydi)

* Kullandığı 63 penaltıdan 16'sını gole çeviremeyen Gerd Müller, 'Dünyanın en çok penaltı kaçıran' futbolcusu oldu. Aynı Gerd Müller Alman milli takımı ile 1970 ve 1974 Dünya Kupası'nda toplam 14 gol atarak Dünya Kupaları genelinde en çok gol atan oyuncu. (Bu adam Pele'den sonra en büyük golcü olarak gösteriliyor. Bizde olsa o kadar penaltı kaçıran adam sınır dışı bile edilirdi)

* Sakatlığı nedeniyle 'En uzun süre oynamayan en pahalı futbolcu', Milan'a Real Madrid'den 11 milyon pounda gelen Fernando Redondo. İlk maçında 3. dakikada dizinden sakatlanan Redondo, yaklaşık 2,5 yıl sahalardan uzak kaldı. Redondo, 2.74 milyon pound, ev ve arabayı Milan'a geri vermek istedi, ancak kulüp bu teklifi geri çevirdi. (Hangisinin yaptığı daha asil acaba!!!)

* 'Avrupa'da bir maça yapılan en büyük katılım' Hampden Park'ta oynanan maçta gerçekleşti. 1937'deki İskoçya Kupası finalinde Celtic-Aberdeen maçını 146 bin 433 biletli seyirci izledi. (İyi de o büyüklükte stad var mıymış ki o zaman?)

* 'Üç büyükler' içinde ligi eksi averajla tamamlayan tek takım Beşiktaş. Siyah-beyazlılar, 11. sırada tamamladığı 1975-76 sezonunda 25 gol atıp, 32 gol yemişti. (:-)

* Beşiktaşlı taraftarların Liverpool maçında yaptığı tezahürat 132 desibele çıktı. 132 desibel, futbol tarihinin ölçülebilen en yüksek ses seviyesiydi. (Bir eksi, bir artı)

* Brezilyalı eski kaleci Eugênio Machado Souto, 33 farklı takım çalıştırdı. 'Geninho' lakabıyla tanınan Souto, şu anda Atlético Mineiro'nun başında. (Bizim Yılmaz Vural'ın ka olmuştur. Bir de aynı takımı birden fazla kez çalıştırmış mı acaba?)

* F.Bahçe ile G.Saray arasındaki maçlarda en az seyirci 17 Kasım 1922 tarihindeki karşılaşmaya geldi. İttihat Sahası'nda oynanan maçı, tamamı biletsiz 14 kişi izledi. (Hangi takım taraftarlarıydı acaba)

* 1986-87 sezonunda oynanan Fenerbahçe-Eskişehirspor maçında, sarı-lacivertli ekip 4 penaltı kullanarak 'En çok penaltı atan takım' oldu. "En çok penaltı kullanan futbolcu" ise 4 atışı da gole çeviren Fenerbahçeli Zafer Tüzün. (Hakem Sadık Deda imiş. Bir de bu Zafer Tüzün o sezonun başında Eskişehirspor'da transfer edilmiş) (Deda'nın oğlu Cem Deda da yıllar sonra bir Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçındaki kararları nedeniyle Fenerbahçe sempatizanı olarak bilinmektedir. Daha sonra da askerlikten kaçmak için sahte rapor almaya çalışırken yakalanmıştı)

* 1996-97 sezonunda 34 maçta 2 galibiyet 27 yenilgi, 5 beraberlik alan Zeytinburnuspor, Türkiye Birinci Lig tarihinin 'en kötü performansı'na imza attı. (Vallahi hatırlıyorum o sezonu. Aslında birçok maçı iyi oynayıp kaybettiler)

* 2006 Dünya Kupası'na 2. Turda veda eden İsviçre, kalesinde hiç gol görmeden elenen ilk takım olarak kupa tarihine yazıldı. (GS'nin namağlup 2. olması gibi olmuş)

* 'Şampiyonlar Ligi'ndeki en süratli gol' David Trezeguet'ye ait. 1997-98'de Monaco forması giyen Trezeguet'nin şutu 157.33 kilometre hızla Manchester United ağlarıyla buluştu. (Yanlışlıkla birine çapsa sakat bırakır vallahi.)

* Rakip filelere 54 gol gönderen José Luis Chilavert, 'En fazla gol atan kaleci' olarak futbol tarihine geçti. Chilavert ayrıca hat-trick yapan tek kaleci. (Gollerin yaklaşık yarsı frikikten. Kaç senedir frikik golü atamayan Türkiye Süper ligi takımları var)

* 'En çok bacağı kırılan futbolcu' rekoru Just Fontaine'a ait. Kariyeri boyunca 4 kez ayağı kırılan Fransız golcü, 1962'de tekrar ayağı kırılınca futbolu bıraktı. (Zaten ikinciden sonra yalama olmuştur)

* G.Saray'ın efendiliğiyle tanınan eski oyuncusu Cüneyt Tanman ile Beşiktaş'ın 'Şifo' lakabıyla tanınan efsanesi Mehmet Özdilek, futbol kariyeri boyunca hiç kırmızı kart görmedi. (Hiç sarı bile görmeyen Lineker'den sonra pek de kayda değer sayılmaz)

* EURO 2008 Elemeleri'nde Almanya, San Marino'yu deplasmanda 13-0 yendi. Bu skor, Avrupa Şampiyonası Elemeleri'nde alınan 'en farklı sonuç' olarak tarihe geçti. (O San Marino'dan ilk golü bzim yememiz ve ayrıca o takımın İngiltere Milli takımına golü varken bizim olmaması içler acısıdır)

* Atatürk Olimpiyat Stadı, İstanbul BŞB.-Gençlerbirliği maçıyla 'En az seyirciyle oynayan 5. dev stat' oldu. 81 bin kapasiteli statta 9 Aralık'ta oynanan maçı sadece 50 kişi izledi. (Seyircisiz maçlarda bile tribünde daha çok adam oluyor be...)

* Tony Alexander Adams, 22 sene Arsenal forması giydi ve başka bir takıma transfer olmadan futbol hayatını bitirdi. (İstikrar ve takıma bağlılık. Acaba Bülent Korkmaz kaç yıl oynadı GS'de? O da başka takım görmedi çünkü)

* 1954'de Sandor Kocsis, 1958'te Just Fontaine ve 1970'te Gerd Müller aynı Dünya Kupası Finalleri'nde 2'şer hat-trick yaparak tarihe geçtiler. (Gerd Müller burada da sahnede)

* 'Dünyanın en hızlı hat-trick' rekoru Ross County'nin eski futbolcularından Tommy Ross'a ait. Ross 1964'te Victroia Park'ta oynanan maçta Nairn County karşısında 90 saniyede 3 gol kaydetti. (Yahu o kadar saniyede golden santraya top gitmez. Nasıl olmuş acaba!!!)

* Bournemouth'un Wrexham ile yaptığı maçta mücadeleye 84. dakikada giren ve 140 saniyede 3 gol atan James Hayter, 'İngiltere Futbol Ligi'nin en hızlı hat-trick yapan' ismi. Premier Lig'de ise bu rekor Robbie Fowler'a ait. Ünlü İngiliz yıldız 1994'te oynanan maçta 4 dakika 33 saniyede 3 gol kaydetmişti. Amerikan Futbol Ligi'nde en hızlı sürede hat-trick yapan isim ise o dönemde LA Galaxy forması giyen Harut Karapetyan. Karapetyan 1998'de oynadıkları maçta 5 dakika dolmadan Dallas Burn ağlarını 3 kez havalandırdı. F.Bahçe'nin Sırp yıldızı Mateja Kezman da, Alanyaspor maçında 4 dakikada hat-trick yaparak rekor kırdı. (Atanda mı maharet, yiyende mi şaşkınlık var bilemiyorum)

Karaman'ın Sözleşmesi, Sonra Çıkar Maddeleri

Sezon bitmeden önce görevden alınması halinde 1.4 milyon dolar tazminatı cebine koyacak Hikmet Karaman. Yıllık 600 bin dolara anlaşmış aslında ama sözleşmesindeki maddeler ile bu rakam katlanıyor. Şampiyonluk 300 bin dolar, Lig ikinciliği 200 bin dolar, Avrupa kupalarına katılım 150 bin dolar, Türkiye Kupası gruplarına kalırsa 40 bin dolar, kupada çeyrek final 50 bin dolar, yarı final 75 bin dolar, final 100 bin dolar, kupa da 200 bin doları daha cebine indirmesini sağlayacak. Hakkı mıdır derseniz elbette hakkıdır bence. Daha da fazlasını isterim ben olsam, yıllar sonra Trabzon dışında bir Anadolu takımını şampiyon yapacağım sonra dolarların başında milyonu telafuz bile edemeyeceğim. Bu paraların kat kat fazlasına imzalar atıp, ellerini ceplerinden çıkarmadan yedek kulübelerinde oturan topçular varken hem de. Ertuğrul Sağlam Beşiktaş'tan ayrılırken yine tazminat ile ilgili tartışmalar gündemdeydi. O almadan giderken, kimileri alkışlanmış, kimileri de yanlış yaptığını savunmuştu. Ertuğrul Sağlam'ın sözleşme şartlarını veya tazminat miktarını anımsayamadım (daha doğrusu yayınlanmış mıydı bilemedim) ama bu gibi bir prim sistemi mevcut muydu merak içindeyim.
Bir ikinci merakım da diğer kulüplerin antrenörlerle anlaşırken bu gibi şampiyonluğa kadar uzana prime dayalı maddeleri barındıran sözleşmelere imza atıp atmadıkları. Bu sözleşme Ankaragücü kulübünün ve hocanın şampiyonluğa olan inancını mı gösteriyor yoksa acemilikten mi ibaret şimdi? Ayrıca bu kadar huzursuz bir ortamda alnan başarısız sonuçlara direkt olarak hocaya kesmek de haksızlık. İğneye dokunmadan çuvaldızı batırmaya benzer.

12 Kasım 2009 Perşembe

Hastası Olduğumun Oyunu Anco United Soccer Manager


Bilmem hatırlanır mı Amiga 500 de az mesai vermediğim bu süper oyun. Kardeşimle pek bi sevindik Segadan kurtulduğumuza.93(yanlış hatırlamıyorsam) senesinde tanıştım ben senle be Anco ne kral oyundun o yıllar. Çok ama çok sevdim ben bu oyunu o kadar çok ki dersler falan hak getire... Kaptan Alex Reeves (yaşlı kurt) ve arkadaşlarını alt ligden alıp üst lige çıkartmak çok büyük zevkti.Hafızam beni yanıltmıyorsa 3 tane sistemi vardı 4-3-3, 4-4-2, 5-3-2 .Bu sistemlerin hepsini deneyip başarılı olduğumu hatırlıyorum.Genç oyuncuları alıp yetiştirip şampiyon olmak ve sonrasında satmak süper zevk verirdi.

Aradan 16 sene geçmiş ülke futbolu yine Dünya kupasında yok yine skandal transferler.93 senesinde 15 yaşında bir çocuğun oynarken yaptıkları ve şimdi ülke futbolunun bulunduğu durum. Bekliyoruz o güzel günleri pırlanta gibi genç yetenekleri deneyimli usta futbolcuları. Bugünler ne zaman gelir ; Barış Memiş'ler Semih'ler ne zaman oynar , norveçten gelen çakma brezilyalılar, ispanya dan gelen çakma gol kralları ne zaman gider işte o zaman.Alacağına Guiza'yı oynat Semih'i ,Özgür Çek'i, beklemeyelim Dos Santos ne zaman iyi oynar diye(oynar umarım)

Beklemeyelim milli takımın başına süper hoca gelecek alacak paraları sonra biz konuşcaz yok bunu niye oynatmadı diye.İş kulüplerde ve altyapılarda biter profosyonel amatör ruhlarla beraber.

EEEEEE kim alır Dünya Kupasını kanka?

Kaan Koç-Alper Dülgerci

Çok uzun senelerdir evimize Hürriyet girer. Çocukluktan bu yana da sabah kalkar kalkmaz merakla spor sayfalarına takılırdı gözlerim. Vedat Okyar'ın yazılarına bayılırdım, her BJK maçı sonrasında merakla tüm köşe yazısını hatim ederdim. Her köşesi benim için önemliydi Hürriyet'in. Zeki Hızdil'i bile okurdum. At yarışından anlamasam bile Hürriyet'in spor sayfası başkaydı. Ben futbol sevgisini o sayfalarda kazandım. Sonraları İsmail Er diye bir adam BJK haberleri yapmaya başlayınca ya da benim gözüme daha çok batmaya başlayınca soğumaya başladım. Üniversite zamanı memleket meseleleri daha önemli gelmeye başlayınca da hiç bakmamaya başladım spor sayfalarına Hürriyet'in. Arada sırada Sıddık Turgut'un hazırladığı Salı günü yazıları gözüme çarpardı. Sonraları Altan Tanrıkulu'nun en arka sayfa yazılarını okumaya başladım neden arka sayfalara attıklarını bilmeden. O da yazmamaya başlayınca iyice soğudum. Ali Naci Küçük, İsmail Er... Açmadı hiç. Yazdıkları benim gördüklerimden yorumladıklarımdan farklı olamadı. Ercan Saatçi'nin köşesini görünce kaçardım. Mehmet Çiftçi önderliğinde spor eki çıkınca umutlandım ama umudum da çok kısa sürdü. Orada da Alp Ulagay'dan umutluydum ama her iyi adam gibi ona da yol verdiler. Kim varsa okuduğum, sevdiğim alayı uzaklaştı Hürriyet spordan. Bazen futbol yazmıştır belki diye Yavuz Bayer'in köşesine bile dadandım. Yok artık bu sayfalar okunmaz bu gazetenin spor sayfaları adam olmaz dediğimde hiç beklemediğimiz bir adamın sorumluluk almasıyla yeni yeni yazarlar çıktı karşımıza. Basketbol yazan Alper Dülgerci ve futbol yazan - ya da hep bana mı denk geldi bilmem- Kaan Koç aldı başka bir yere taşıdı Hürriyet'in spor sayfalarını. Dün Real Madrid'in Alcorcon ile oynadığı maçın analizini okudum helal olsun dedim. Umutsuz Hürriyet'i ayağa kaldırdı yukarıda saydığım isimler. Bulunmaz hint kumaşı değiller, belki onlardan blog sayfalarında binlerce bulmak mümkün ama Hürriyet gibi bir gazetede fırsat bulmaları bile umut verici. Uzunca bir aradan sonra yeniden Hüriyet'in spor sayfalarını okumaya başladım. Ercan Saatçi'nin videosuna rağmen.

Futbolsuz Hafta Sonunda

Turkcell Süper Ligi'nde maçların olmadığı bir hafta sonuna girerken basketboldaysa da çok önemli bir maça çıkacak Beşiktaş. Pazar günü son şampiyon Efes Pilsen'i konuk edecek Akatlar'da. Ligde namağlup birinci sırada yer alan takımımızın yükselen form grafiğiyle Efes'i alt etmesi beklenen sonuç. Yine de futboldaki kadar olmasa da basketbolda sürprizlere açık bir oyun, nihayetinde ikiside yuvarlak olan topla oynanıyor.

Ahmet Fetgeri'nin tek taraflı tribünlerinden izlediğimiz, kalabalıktan oluşan nem sebebiyle pencerelerin açılıp, sık sık parkenin silindiği zamanlar iyi bir takımımız yoktu. Süleyman Seba'nın küçük, sıkış tıkış tribünlerinde yaratılan atmosfer bambaşkaydı. Şimdi Akatlar'da hem tribünden iyi bir baskı yaratılıyor, hem de sahada iyi bir takım mücadele ediyor. Son yıllarda şampiyonluğa en çok yaklaştığımız zamanlarda hep Efes koydu taşı yolumuza. Hele bir maç hatırlarım ki Ayhan Şahenk'te; 27 sayı civarı farkla öndeyken bizim tribünün su yapmaya başlayıp da İbo'ya ve o dönemki sevgilisi Demet Akalın'a yönelik tezahüratları sonrasında farkın yavaş yavaş kapanıp maçın da kaybedilişini izlemiştik. İbo da eline geçirdiği topu adrese teslim sürekli potaya yollamıştı uzaklardan. Hafta içinde ücretlerinin ödenmemesi yüzünden yönetimi protesto edip salonda antreman yapmak yerine futbol oynayan basketbolcularımıza destek olmak üzere futbolsuz geçecek olan bu hafta sonunda salonun dolmasını bekliyorum. Taş yerinde ağırdır...

11 Kasım 2009 Çarşamba

Taraftar Kart

Sene başında kombineye fazla taksit yapabilmek için arıyorlardı Vakıfbank'tan, tercih etmedik. Şimdilerde reklamlarında bir taraftar kart daha dikkatimi çekti. Antep Beşiktaş'tan aldığı paraları koyacak bankada karar kılmış demek ki.

10 Kasım 2009 Salı

Nerede Kalmıştık?

Bu blogu uzun süredir takip edenler bilir diyerek iddialı sözlere girişmek istemem ama futsala olan ilgimize belki şahit olmuşsunuzdur. 2009 yılının Nisan ayında ilki gerçekleşen Futsal Turnuvası'nda 8 bölgeden biri olan Asya Gruplarında sonuncu olan iki takımdan biri olmuştuk. Bakın işte yukarıda.
Sağolsun TFF tabelaya endeksli muamele yapmadı ve bize yeniden aramızda görmek isteriz tadında bir yazı gönderdiler. Biz de emekleme dönemindeki Futsal'a katkımıza devam edelim diyoruz. Ben oynarım, takımda yer almak isterim diyenler varsa metinalifeyyaz10@yahoo.com adresine maillerini beklerim.

Futsal Ligi'nin geçen sezonki sponsoru Efes Pilsen idi. Bu sezon da Efes Pilsen olacak sanırım. Geçen sezon 8 bölgeden 8 takım olmak üzere toplamda 64 takım katılmıştı. Bu sezon bu rakam 16 bölgeden 8 takıma doğru bir sıçramayı yakalamış görünüyor.
Geçen sezon Suadiye GSK olarak 4 gol atmış, kalemizdeyse 39 gol görmüştük:) Takımın en golcü ismi Sasha adıyla burada yazarlık yapan hasta Trabzonspor'lu kardemişimizdi 2 golle. Kendi kendimize eğlendik, yarışmacı takım olamasak da bir grup futbol aşığıydık. Varsa bizim gibi düşünen ve "Yarı yolda bırakmam" diyen bekleriz.

İlginç Statlar (17)

Yunanlarla neden birbirimize benzerizin en güzel örneklerinden biri yukarıda. Onlar da biz de futbol uğruna tarihin içine ederiz.

Atatürk 128 Yaşında


9 Kasım 2009 Pazartesi

Bir Genç Yetenek Daha... Muhammet Demir


Nijerya'da düzenlenen 17 Yaş Alt Milli Takımlar Dünya Kupası'nda milli takımımız dün yaptığı maçta Kolombiya'ya penaltılarla yenilerekelendi. 90. dakikaya 1-0 önde giren milli takımımız 90+1'de bir anlık dikkatsizlikle basit br gol yiyerek maçın berabere btmesini önleyemedi. Uzatmalarda da gol olmayınca maç penaltılara gitti. Penaltılarını hepsini gol yapan Kolombiya, milli takımımızda Furkan Şekerci penaltıyı kaçırınca yarı finale yükseldi. (Furkan'ın kaçırdığı penaltıya ayrıca değineceğim).
17 yaş altı milli takımımızı Kolombiya karşısnda öne geçiren golü Muhammet Demir isimli oyuncumuz attı. Grup maçlarının tamamını değilse de bir kısmını izleme fırsatı buldum. Ve bu çocuk ilk baştan dikkatimi çekmişti. Bu turnuvada önceki maçlarda da 2 gol daha atan Muhammet sadece attığı gollerden dolayıdeil top hakimiyeti, mücadele gücü, top tekniği ve güçlü fiziği ile dikkat çekiyor.
10 Ocak 1992 doğumlu bu genç şu anda Bursaspor takımının oyuncusu. Sözleşmesi 2010 yılında bitiyor. Tabi ki büyük kulüplerimiz şimdiden girişimlere başlamış. Hatta ciddi bir rivayete göre Bursaspor'a gelmeden önce Fenerbahçe'ye önerilen bu genç yeteneği Fenerbahçe yaşı çok küçük diye almamış.
Geçen sene West Ham United Muhammet'i Yaz Kampına davet etmiş. Ancak o dönemde sakat olduğu için gidememiş. Her ne kadar büyük kulüplerimiz peşinde olsa da Karadeniz Ereğli Belediyespor'da yetişen ve 2007'den bu yana Bursaspor forması giyen Muhammet yabancı, özellikle de İngiliz kulüplerinin gözdesi durumunda.
Bırakın genç yetenekler yetiştirip fırsat vermeyi birçok genç oyuncuyu baka takımların elinden aıp yok olmalarına sebep olan büyük kulüplerden birisine gitmektense umarım Avrupa yolunu tutar ve bu yeteneğini geliştirerek ülkemizi Avrupa'da temsil eder.
NOT: Maçta penaltıyı kaçıran tek oyuncu Furkan Şeker'di. Beşiktaş alt yapısından... Penaltı tabi ki kaçar. Dünyanın en iyi isimleri bilekaçırıyor. Ancak daha penaltıya gelirken tekmeliklerini çıkarmış, tozluklarını bileklerine kadar indirmiş görünce çok ciddiyetsiz gördüm. Topun başına geçince duruşu, yakın çekimde gördüğüm bakışı ile kaçıracak dedim kendi kendime ekran karşısında. Nitekim çok çok ciddiyetsiz ve kötü bir vuruşla kaçırdı. Ben bunu görünce acaba bu genç yetekleri sadece teknik olarak değil ayrıca psikolojik açıdan da yeterince iyi yetiştiriyor muyuz diye düşündüm!!!

7 Kasım 2009 Cumartesi

Beşiktaş


Maçtan devre arası çıkmak zorunda kaldım. Golü göremedim. Trabzon acayip bir şehir. Ne insanını ne de havasını bir başka yerde bulmak mümkün değil. Beşiktaş ilk yarı itibariyle rezalet futbol oynadı. Saha içinden birşeyler anlatmaya gerek yok zaten. Bize ayrılan tribünün 4'te biri doluydu. Yönetim otobüs kaldırmayınca dolmuyor demek ki. Yukarıdaki fotoğraf o tribünden. Altındakiyse bir zamanlar Beşiktaşlılar'ın bastığı "boş" kahve.

Ateş Yakar...

Biz şurada kaç senelik görmüşlüğümüze isyan ediyorken, kimileri geçmişte her Avrupa Kupası maçı sonrasında üzüntüsünü kaleme almak zorunda kalmıştı içindeki Beşiktaş sevgisi ve meslek aşkıyla... Kazım ve Vedat Ağabey'e selam söyle bizden İlker Ağabey...

6 Kasım 2009 Cuma

Kapalı Tribünü Evden Alma Operasyonu

Arda insan değil mi? Şükrü Saraçoğlu'nda anasına küfür ettiler onun da. O da toplatsın tribün liderlerini. Olacaksa her tarafta olsun hadi. Arda'nın polise gidip şikayetçi olduğunu söylemesi yeterli olacak mı?
Ahmet Çakar'a sezon başında küfür eden Galatasaray taraftarını evinden aldırabilir mi Ahmet Çakar. Ya da Ercan Saatçi'yi evinden alsanıza. Onu alamıyorsan Sivas maçında Ercan Saatçi'ye küfür edeni al içeri. Yapabiliyor musun?

5 Kasım 2009 Perşembe

Kime Göre Büyük, Neye Göre Büyük?

Trabzonspor'un 1. lige yükseldiği yıldan itibaren 3 İstanbul takımının ve Trabzonspor'un ligi bitirme dereceleri aşağıdaki gibi. 27 senedir şampiyon olamamış bir takım olmamıza rağmen genel görüntüde çok çok büyük farklılıklar yok.

Bu tablo ışığında sormak lazım; Kim kime göre büyük, neye göre büyük? Ayrıca bu konuda ahkam kesenlere, Trabzonspor'u hepten defterden silip Beşiktaş'ı da silme çabasında olanlara da şunu hatırlatmak lazımdır ki; önemli olan büyüklüğü değil işlevi!

74-75 Fenerbahçe ( 2. Galatasaray, 5. Beşiktaş, 9. Trabzonspor )
75-76 Trabzonspor ( 2. Fenerbahçe, 3. Galatasaray, 11. Beşiktaş )
76-77 Trabzonspor ( 2. Fenerbahçe, 4. Beşiktaş, 5. Galatasaray )
77-78 Fenerbahçe ( 2. Trabzonspor, 3. Galatasaray, 5. Beşiktaş )
78-79 Trabzonspor ( 2. Galatasaray, 3. Fenerbahçe, 9. Beşiktaş )
79-80 Trabzonspor ( 2. Fenerbahçe, 9. Galatasaray, 11. Beşiktaş )
80-81 Trabzonspor ( 3. Galatasaray, 5. Beşiktaş, 10. Fenerbahçe )
81-82 Beşiktaş ( 2. Trabzonspor, 3. Fenerbahçe, 11. Galatasaray )
82-83 Fenerbahçe ( 2. Trabzonspor, 3. Galatasaray, 5. Beşiktaş )
83-84 Trabzonspor ( 2. Fenerbahçe, 3. Galatasaray, 4. Beşiktaş )
84-85 Fenerbahçe ( 2. Beşiktaş, 3. Trabzonspor, 5. Galatasaray )
85-86 Beşiktaş ( 2. Galatasaray, 5. Fenerbahçe, 7. Trabzonspor )
86-87 Galatasaray ( 2. Beşiktaş, 4. Trabzonspor, 5. Fenerbahçe )
87-88 Galatasaray ( 2. Beşiktaş, 6. Trabzonspor, 8. Fenerbahçe )
88-89 Fenerbahçe ( 2. Beşiktaş, 3. Galatasaray, 5. Trabzonspor )
89-90 Beşiktaş ( 2. Fenerbahçe, 3. Trabzonspor, 4. Galatasaray )
90-91 Beşiktaş ( 2. Galatasaray, 3. Trabzonspor, 5. Fenerbahçe )
91-92 Beşiktaş ( 2. Fenerbahçe, 3. Galatasaray, 4. Trabzonspor )
92-93 Galatasaray ( 2. Beşiktaş, 3. Trabzonspor, 5. Fenerbahçe )
93-94 Galatasaray ( 2. Fenerbahçe, 3. Trabzonspor, 4. Beşiktaş )
94-95 Beşiktaş ( 2. Trabzonspor, 3. Galatasaray, 4. Fenerbahçe )
95-96 Fenerbahçe ( 2. Trabzonspor, 3. Beşiktaş, 4. Galatasaray )
96-97 Galatasaray ( 2. Beşiktaş, 3. Fenerbahçe, 4. Trabzonspor )
97-98 Galatasaray ( 2. Fenerbahçe, 3. Trabzonspor, 6. Beşiktaş )
98-99 Galatasaray ( 2, Beşiktaş, 3. Fenerbahçe, 4. Trabzonspor )
99-00 Galatasaray ( 2. Beşiktaş, 4. Fenerbahçe, 6. Trabzonspor )
00-01 Fenerbahçe ( 2. Galatasaray, 4. Beşiktaş, 5. Trabzonspor )
01-02 Galatasaray ( 2. Fenerbahçe, 3. Beşiktaş, 14. Trabzonspor )
02-03 Beşiktaş ( 2. Galatasaray, 6. Fenerbahçe, 7. Trabzonspor )
03-04 Fenerbahçe ( 2. Trabzonspor, 3. Beşiktaş, 6. Galatasaray )
04-05 Fenerbahçe ( 2. Trabzonspor, 3. Galatasaray, 4. Beşiktaş )
05-06 Galatasaray ( 2. Fenerbahçe, 3. Beşiktaş, 4. Trabzonspor )
06-07 Fenerbahçe ( 2. Beşiktaş, 3. Galatasaray, 4. Trabzonspor )
07-08 Galatasaray ( 2. Fenerbahçe, 3. Beşiktaş, 6. Trabzonspor )
08-09 Beşiktaş ( 3. Trabzonspor, 4. Fenerbahçe, 5. Galatasaray )

35 Yılda,

BEŞİKTAŞ
8 Şampiyonluk
9 İkincilik
5 Üçüncülük
5 Dördüncülük
İlk 4 aşağısı, 8

FENERBAHÇE
10 Şampiyonluk
11 İkincilik
4 Üçüncülük
3 Dördüncülük
İlk 4 aşağısı, 7

GALATASARAY

11 Şampiyonluk
6 İkincilik
9 Üçüncülük
2 Dördüncülük
İlk 4 aşağısı, 7

TRABZONSPOR
6 şampiyonluk
7 ikincilik
7 üçüncülük
6 dördüncülük
İlk 4 aşağısı, 9

THY Uyuyor

Haftasonu maç var Trabzon'da. Trabzon'dan İstanbul'a son uçuş saat 22:00. Maçın saati 20:00. Yani maçtan erken çıkmak gerekiyor. Sadece THY değil, Pegasus, Onur Air'de de böyle bir sefer bulunmuyor. İnanılır gibi değil. Kulüp bu işe ne diyor acaba? Trabzonspor yöneticisi olsaydım önce bu işe el atardım.

Kad Borastem Bicu Kengur

"Büyüyünce kanguru olacağım" anlamına gelen 2004 yapımı Sırbistan-Karadağ komedi filminin Sıpçası yukarıdaki başlık. Beşiktaş kelimesinin geçtiği her yer önemli bizim için. Orada da şöyle bir diyalog varmış.
-Beşiktaş leading
-Come on the Turks!

At Artık İmzanı, Git Bir An Önce...




4 Kasım 2009 Çarşamba

Tutmayın Küçük Enişteyi


Sen Kimsin Bülent Boğ

Hürriyet Gazetesi

Şampiyonlar Ligi’ne veda edilmesi bir yana belki UEFA Avrupa Ligi’nde yola devam etmek de ateşe düştü. Ama taraftarın çirkin tepkisiyle futbolcular sahada psikolojik olarak yıkılırken, çıldırma noktasına gelen başkan Yıldırım Demirören’i Mahmut Özgener ve arkadaşları güçlükle yatıştırdı.

Bülent Boğ'un haberi yukarıda. Çirkin tepkiymiş. Ulan bu kadar güce tapınmayın be kardeşim.

3 Kasım 2009 Salı

Kaderin Bu Çekeceksin

Yaşım dayandı 30'a. Her Avrupa Kupası gününde evden çıkarken nasıl döneceğimi bile bile maça gitmekten usandım abiler. Her maç sonrası stat çıkışında bindiğim dolmuştaki Beşiktaşlılar'ın isyanına şahit olmaktan yıldım. Eve dönerken boynumdaki atkıya bakıp içinden yine yenildiler diye .aşşak geçen esnaf bakışlarından tükendim. Bırak galibiyeti bir gol pozisyonu heyecanı yaşayamadan, tribünde sanki pozisyona giriyormuşuz gibi, bok varmış gibi, kendimizi kandırmaktan, hep beraber ayağa kalkıp oturmaktan bıktım abiler. Avrupa Kupası maçlarında İnönü çıkışlarında yaşadığım 30 yıllık .öt oluş yürüyüşünde emeği geçen her futbolcuya, teknik direktöre teşekkürler. TSL'de ittire ittire kazanılan galibiyetlele yetinme zamanı şimdi.
Teşekkür ederim Sacri

Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır!!!

Bu blogta Ercan Saatçi ve Metin Özülkü olayına girip girmemekte tereddüt ettim aslında. Ama dünkü "Son Kale" programını izleyince birkaç şeye değinmeden geçemedim.
Öncelikle gerçekleşen olay neresinden bakarsanız hoş değil. Hangi takımın taraftarı olursanız olun, rakip takım taraftarı olduğunu bildiğiniz bir gazeteci, müzisyen, sinema sanatçısı veya ünlünün tuttuğunuz takım aleyhinde böyle küfürler sarf ettiği bir video internete düştüğünde sinirlenir ve tepki gösterirsiniz. O nedenle bu videodaki geçen konuşmaları tasvip etmek mümkün değil.

Ancak birçok kişinin (ki bunların içinde birçok basın mensubu var) burada videodaki konuşmalardan çok bunu piyasaya sürülmesine tepki göstermesi bana biraz ilginç geldi.

Denebilir ki "yahu herkes rakip takım hakkında küfürler ediyor. Buna tepki göstermek anlamsız." Buna büyük ölçüde katılırım. Ancak normal bir vatandaşın küfür etmesi ile tanınan, televizyon ve gazete gibi unsurlarla insanlara ulaşan kişilerin küfür etmesi, hele ki bunu kamera karşısında yapması normal değil.

Ama benim takıldığım kısmı bu da değil. Herkesin de bildiği gibi bu kayıt 3 sene kadar önce yapılmış. Bir müzik programının çekimlerinde yaşanmış konuşmalar. 3 sene piyasaya düşmemiş. Kadir Çetinçalı bir yazısında bahsetmiş ama görüntü ve detay olmayınca çok dikkat çekmemiş. Kaldı ki detay olsa da bu kadar tepki çekmezdi bence. Neden mi? Çünkü 1 hafta öncesine kadar Ercan Saatçi zaten herkes için fanatik bir Fenerbahçe taraftarı ve o yanının ağır bastığı yazılar yazan eski bir müzisyendi. Bu vasıftaki birinin küfürleri çok da önemsenmezdi. Kaldı ki Ercan Saatçi yıllar önce bir Fenerbahçe şampiyonluk kutlaması sırasında bundan çok daha fazla sayıda küfürü, elinde mikrofonla futbolcularla beraber sarf etti ve bunlar da kameralara yansıdı. O zamanda çok az bir tepki ile geçildi. Nitekim aynı ağırlıktaki küfürleri o programda savuran Metin Özülkü, Saatçi kadar tepki çekmedi. Bunun sebebi de Metin Özülkü'nün zaten fanatik Fenerbahçeli bir müzisyen olması.

Ancak Ercan Saatçi kısa bir süre önce Hürriyet gibi büyük bir gazetenin Spor Servisi Müdürlüğüne getirildi. Ve bu sıfatla birlikte artık konumu değişti. Artık gazetecilik etiği ve spor ahlakı açısından tarafsız yayınlar yapması gereken bir kurumun ve birimin başında. İşte o zaman bu görüntüler bir anlam kazandı. Bu görüntülerle birlikte Ercan Saatçi'nin yeni görevinde tarafsız olamayacağı düşüncesi dayanak buldu.

Sözün özü burada mesele Ercan Saatçi'nin küfür etmesinden daha çok o küfürleri eden birinin bulunduğu konuma uygun bir kişi olup olamayacağının sorgulanmasıdır. Aynı başbakanın, başbakan olmadan yıllar önce Cumhuriyet ve laiklik karşıtı söylemlerinin hiçbir anlamı ve çok etkisi yokken başbakan olduktan sonra ortaya çıkması ve anlam kazanması gibi. Nasıl ki başbakanın, başbakan olmadan yıllar önce söylediği bazı sözlerin tarafsız ve ülkenin genelini saran bir yapıda olamayacağının sorgulanmasına yol açtığı gibi Saatçi'nin de aldığı görev nedeniyle bu küfürlerin sorgulanması normal karşılanmalıdır.

Saatçi dünkü programda "bu konuşmaları yaparken kayıtta olduğumuzu bilmiyorduk, bu görüntüler kendimizi güvende hissettiğimiz bir arkadaş sohebtinde yapıldı. Mahremimize girildi ve bu görüntüler sızdırıldı. Ben mağdurum" gibi bir açıklama yaptı. Maalesef bu açıklamalar haklı olmadığı gibi doğru da değil. Çünkü videoda Metin Özülkü "Biraz da futboldan bahsedelim" diyor ve bu sözün arkasından küfürler başlıyor. Yani burada sıra futbola gelen kadar başka konular konuşulduğu ve bunların kayıt edildiği anlaşılıyor. Dahası küfürlerin arkasından Özülkü "bunları kesebilecek miyiz" diye çekim ekibindekilere soru soruyor. Buradan da bir kez daha ispatlanıyor kayıtta olduklarını bildikleri. Kaldı ki kayıtta olmasalar bile bu konuşmaları yaparken çekim ekibinden birkaç kişi onların yanında. Bu durumda nasıl mahremiyetten söz edilebilir ki?!
Burada benim haklı bulabileceğim tek husus bu videonun sunuluş biçimi. İsimsiz şekilde internete konacağına birisi çıkıp, "Bakın böyle görüntüler var, bu küfürleri eden birisi nasıl gazetede tarafsızlık ilkesini koruyabilecek, bu mümkün değil" gibi söylemelerde bulunsa işte o zaman çok daha doğru olurdu.
Ama usül ne kadar doğru olmasa da "yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misali olanı görmezden gelmek de hem Galatasaray camiasına hem de ilkeli ve ahlaklı basın mensuplarına haksızlık olur.
Son olarak bu olayın dışında Ercan Saatçi'nin Hürriyet gazetesindeki göreve getirilmesine başka gerekçelerle mualif bir yazı olarak ligtv.com.tr sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Cem Kurel'in yazısını okumanızı tavsiye ederim. http://www.ligtv.com.tr/Yazarlar.aspx?r=1&hid=63461

Masa Futbolu... Ya da Daha Bilindik İsmi İle LANGIRT...

Hangimiz o masaların başına geçmedik ki!!! Hangimiz masanın yanında, demir çubukların başına konmuş plastik ya da kauçukları kavradığımızda; masadaki esas duruştaki adamlara hükmederken hangimiz hem teknik direktör duygusunu hem de tüm adamları kontrol ederek sahadaki futbolcu rolünü üstlenmedik ki...

Küçükken topa daha hızlı vurabilmek için fırfır denen stille o kauçukları döndürürken o adamların da başı dönüyordu. Ama o dönüş sırasında top adamlardan birinin ayağına denk gelince son sürat şutlar gerçekleşiyordu. Hele bir de top kaleye girip o müthiç çarpma sesi duyulduysa değme keyfimize.

Yaşlar ilerleyip biraz daha iddialı maçlar başladığında "Fırfır yok, fırfır yok" sözleri ile sınırlılıklar geldi. Aslında bu fırfır olmama durumu sınırlılıktan kurtulmaktı. Çünkü fırfır yapmayınca topa hükmetmek için daha çeşitli teknikler kullanmak hasıl oldu. Hatta paslar, duvarı kullanarak çekilen şutlar, fırfır yapmadan daha sert vurmak için bilek hareketleri gelişti. Bazen de maçlar çiftli takımlar halinde oynandı. Tabi genelde herkes ilerde oynayan oyuncuları kontrol etmek istediği için çiftli maçlarda sorunlar çıkıyordu ama yine de her golde değişme gibi yöntemlerle bu sorunlar aşıldı.

Langırt ile ilgili daha teknik bilgileri içeren başka bir yazı yazacağım. Artık uluslararası federasyonu ve turnuvaları olan, atari salonlarından profesyonel oyuna dönüşen langırtın kuralları, saha ölçüleri ve başka detay bilgiler o yazıda yer alacak. Hatta langırttaki bazı vuruş tekniklerinin (çekiç vuruşui yılan vuruşu, tik tak vuruşu,ters-düz kepçe vuruşu vs.) videolu anlatımları da olacak yazıda.

Ama bu yazının içeriği biraz daha farklı. Bu yazıyı yazma sebebi gelişen teknoloji, estetik ve malzemelerle birlikte langırt masalarında oluşan son örnekler.

10 tane en iyi langırt masası seçmiş bir internet sitesi. İşte o masalardan benim seçtiklerim:


En iyi dizayn ödülü almış çok estetik bir masa... Adamlar adam değil!!!

Bir bira markasının reklamı için hazırlanan masa. Bu masada maç bitmez...

İngiliz el yapımı. Kahve masası ve sehpa olarak da kullanılıyor. Zemin ve üstü cam.

Oynayacak arkadaşı olmayanlara bilgisayarla langırt oynama fırsatı.

Bu da gerçek insanlarla oynanan şişme langırt sahası.
Diğer modelleri, bu modellerin detay açıklamalarını ve tüm modellerin kendi internet sitelerini http://www.oobject.com/category/top-10-oddball-foosball-tables adresinden görebilirsiniz.