30 Haziran 2011 Perşembe

28 Haziran 2011 Salı

Are You A Fan?



Kartal Yuvası ürünleri artık hepsiburada.com üzerinden değil kendi internet sitesinden satılıyor. Üstelik dolar ve euro'yla da alabiliyorsunuz. Hedef kitlesi nedir tartışılır ama esas ilginçlik baz alınan dolar kurunda. Bilindiği üzere otellerde para bozdurmaya kalkarsanız güncel kurdan daha farklı olarak geçirirler size. Bizim Kartal Yuvası bunu abartmış biraz. Merak ettim başkan kendi yaptığı/yapacağı otellerde de kuru bu şekilde mi ayarlayacak...


An itibariyle $ için;

TCMB Alış Kuru : 1.6354 TL

Piyasalarda Kur : 1.6350 TL

Kartal Yuvasında : 1.2372 TL


Not: Euro'ya bakmaya gözüm yemedi.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Kazım Koyuncu Röportajı


1903 eklemişti bu röportajı bloga. Kazım Koyuncu'yu daha yakından tanımak isteyen herkesin okumasında fayda var...

Mart 2004'te -yani ölümünden 15 ay önce- Trabzonspor Dergisi muhabiri Aytekin Akay'a verdiği röportaj..

Nur içinde yat Kazım Abi..

KAZIM KOYUNCU: "GÜÇLÜLER’ İN İKTİDARINA KARŞI HAYDE TRABZONSPOR’A"


"Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.”

İşte böyle diyor Kazım Koyuncu...1992 yılında Mehmet Ali Beşli ile kurdukları dünyanın ilk Laz Rock grubu "Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) ile tanıdık O’nu... İstanbul Siyasal’dan siyasi nedenlerle ayrılan Kazım için 90’ lı yılların ortasında yol, müzik yoludur, tabii bir de Trabzonspor vardır hayatında... Üç İstanbul takımının iktidarıyla kafasını bozmuş çoğu insana inat Trabzonspor’u hep içinde taşır Kazım... O herkes gibi sonuçlarla yaşayan biri olmasa da, sonuç da bekler tuttuğu takımdan. Her yıl, "Artık bu yıl şampiyonuz” diye düşünür. Çünkü O’na göre Trabzonspor’da oynayan her futbolcu, 'şampiyon olacak takımın futbolcusu’ psikolojisiyle sahaya çıkmalı. fiampiyonluğa inanmayanın, halkını, taraftarını da inandıramayacağını hatırlatan Koyuncu, "Hiç kimse boşuna Trabzonspor’un şampiyon olup olmamasını tartışmasın. Mazimiz her şeyi tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.” şeklinde konuşuyor. Tünel’deki ZB stüdyolarında bizi ağırlayan Kazım Koyuncu, "Siz bulmasaydınız ben bulacaktım sizi” demesi ve derginin her sayısını takip etmesi "Trabzonsporlu sanatçı duyarlılığı” olsa gerek. Futbolu O’na iki isim sevdirdi: Trabzonspor ve Armando Dieogo Maradona...Trabzonspor’u da Maradona’yı da aynı nedenlerle seviyor; iktidarın iktidarlarını yıkan ve farklılığı getiren eylemleri... Karadeniz müziğine getirdiği yeniliklerle Türkiye’ye malolan Koyuncu, yakın bir zamanda Trabzonspor gibi Avrupa sahalarında boy gösterecek. Tulumuyla, gitarıyla, Trabzonsporluluğuyla...

- Trabzonsporluluğunuz, yöresel bir takım nedenlere mi dayanıyor?

- Hayır, sadece bununla açıklanamaz. Trabzonspor’un bendeki ifadesi, statükonun karşısında yer alması, statükoyu parçalaması, güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir. Trabzonspor, sadece bir yöre takımı olarak ben de ifade bulmuş olsaydı, bu lokal bir şey olurdu ve de çok doğru temellere oturmamış olurdu. Oysa Trabzonspor, sadece Trabzon’ u değil tüm Karadeniz’i aşmış bir olgu. Evrensel değerlere sahip olan benim için de Trabzonspor, Türk futbolunun en evrensel değeri ve en önemli unsurudur.

- Siz Karadenizli ve Laz bir sanatçısınız ama sizi Urfalı da dinliyor, Muğlalı da...

- Karadenizli dışında çok sayıda dinleyici kitlem var ve sık sık onlarla konserlerde buluşuyoruz. Urfalı, Diyarbakırlı, Mardinli o kadar fazla Trabzonspor taraftarı var ki, bu memleketlilikle açıklanabilecek bir olgu değil. Aslına bakarsanız, yoksulların, ezilenlerin, "farklı olanların” var olduğu ve birbirleriyle dayanışma içinde olacağı duygusunu ifade ediyor. "İnsan neden Diyarbakır’dan Trabzonspor’u tutar?” diye bir soru sorulduğunda, "Güçlülere karşı direnen ve statükoya hayır diyen anlayış nedeniyle” cevabını buluyorum.

- Trabzonspor, sizin söylediğiniz anlamda hala "güçsüz”lerin yanında bir felsefeye mi sahip; yoksa o da “güçlüler”in kıyısına çoktan geçti mi?

- Sorunun düğümlendiği yer burası işte. Kendine has yapısından dolayı Trabzonspor var oldu. fiimdi modern zamanların birtakım ilişkilerini yaşıyoruz. Trabzonspor, modern zamanların kendine dayattığı ilişkilere girdiği andan itibaren çöküşü de başladı. Biz, varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutmaya başladıkça ne anlama geldiğimiz de anlaşılmıyor. Eğer kendimizi üç büyük kulübün yanında dördüncü kulüp olarak adlandıracaksak, alınacak şampiyonlukların da bir anlamı olmayacak. Oysa kazanacağımız şampiyonluklar, tıpkı eskisi gibi oynanan futbol, kazanma hırsı, diğerlerinden farklılığımızı ortaya koyacak. Trabzonspor olarak, o eski değerlerimizin peşinden koşmalıyız.

- Sevgili Kazım, Zuğaşi Berepe’de farklı bir müzik ve farklı bir Kazım Koyuncu vardı, şimdi ise daha farklı bir Kazım Koyuncu var. Tıpkı Trabzonspor’un 70’ li yıllardaki Trabzonspor olmadığı gibi...

- Evet ancak, ben çok farklı bir hayat yaşıyorum. Her ne kadar eskiye göre daha popüler biri olsam da, popülaritenin getirdiği yaşam biçimini hayatıma sokmadım ve hayatımın sonuna kadar da sokmayacağım. Televizyonlarda görünür olmaktan gurur duyan bir insan değilim ve asla da bununla gururlanmam. Eski arkadaşlıklarım, dostluklarım sürüyor. Hakkını vererek müzik yapmak, doğru bildiğim ne varsa peşinden gitmek benim için çok önemli. Değişen ne? Eskiden 10 bin satıyordu albümlerim, şimdi 100 bin satıyor. Hayatım daha da zorlaşmıştır; Trabzonspor gibi. Ben kendimle ilgili bir takım seçenekler koyabiliyorum, Trabzonspor da son bir yıldır bu seçenekleri koymaya başladı. Ben de farklıyım Trabzonspor da farklı. Albümüm 1 milyon da satsa kimse beni albümü 1 milyon satan diğer şarkıcılarla aynı kefeye koymayacaktır.

- Değişime kayıtsız kalmayalım ancak değişirken de başkası olmayalım. "Kendimiz olarak - kalarak nasıl değişebiliriz?”i tartışalım...

- Değişirken, eskiye dair olan her şeyin bir kısmını da ortaya çıkartmak gerekiyor. Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil etmeli. Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de... Yöneticilerden, futbolculardan, sizden daha çok başka insanların hayatlarını etkileyen bir olgu. Mesela bununla ilgili büyük sorumluluk taşıdığımı düşünüyorum.

- Hissettiğiniz sorumluluğu tam olarak nasıl açıklarsınız?

- Bir sanatçının çok sevildiğini bildiği noktada ürününü koruma güdüsü onun için beladır. Hani, bir albüm yaptım çok sevildi, bunu koruyayım, onu devam ettireyim güdüsü...Etliye sütlüye dokunmama gibi kaygılar da taşır böyle sanatçılar. Sanatçının kişiliğini bitirmeye doğru giden yoldur bu ve ben de karşılaşıyorum böyle hallerle. 2 bin kişinin alkışını aldıktan sonra, "Ben ne kadar müthiş bir adamım” duygusuna kapılıyorum...Ve bu saatten sonra da kendime çekidüzen vermek için mücadeleye girişiyorum. Bireysel olarak böyle düşünüyorum. Konu Trabzonspor olunca, mesela, orada oynayan futbolcuların kendini çok özel hissetmesi ve insanlara bir şeyler vermek zorunda olduklarını bilmeleri gerekir. Bu duygu saf bir duygu olabilir ama böyle düşünüyorum.

- Bir yerde, "Hopa da Trabzonspor’u tutmazlar” dediniz. Neden Hopalılar Trabzonspor’u tutmaz?

- Açıkçası Hopa da Lazlar daha çok Fenerbahçe’ yi tutar. Benim ailemdeki herkes de Fenerbahçeli’dir. Normal olan benim de Fenerbahçeli olmamdır ancak kafayı biraz kaldırdığımda, biraz farklı olduğumu hissettiğim anda farklı olanla buluşabildim. Farklı olan Trabzonspor’du. Mesela kazara Fenerbahçeli olsaydım hayatımda futbolun bu kadar yeri olmazdı; en fazla arada bir Fenerbahçe maçlarının özet görüntülerini izlerdim; futbolun bende bir karşılığı olmayabilirdi.

- Türkiye’de size futbolu, futbol ötesi yaşatan takım Trabzonspor, ya yurt dışında?

- İngiltere’de Liverpool ’u, renk ve karakter benzerliğimizden dolayı da Barcelona’yı çok fazla seviyor ve tutuyorum.

- Sevgili Kazım, ünlü ve popüler bir sanatçısın. Popüler olan insanların eski takımlarını bırakıp popüler takımları tuttuğuna şahit olduk...

- Bazen, "Aaa Trabzonspor’u mu tutuyorsun?” diyenler var; şaşırıyorlar yani. Eee, "Ne var diyorum?” ben de...

- Albümünüz 10 bin satarken Trabzonspor’u tutmak normal gibi görülüyor. Çünkü böyle düşünen insanlar, "Trabzonspor, albümü 10 bin satan bilmem kaçıncı sınıf sanatçıların takımı” diye düşünüyor...

- Hayatta doğru bildiğim şeyleri şüphesiz soru işaretiyle algılamışımdır ancak o soru işareti kalktığı yerde de o doğruları sonuna kadar savunmuşumdur. Trabzonsporlu olmakla kendimi ayrıcalıklı ve farklı hissediyorum. İlla bir futbol takımının peşinden gidilecekse bu takım bana göre Trabzonspor’dur. Bir futbol hareketi olarak Trabzonspor’u desteklemek de bana göre ayrıcalıklı ve elitist bir durumdur.

- Trabzonspor da Kazım Koyuncu da Karadeniz’ den yola çıktı; ulusal bir müzisyen oldu...

- Karadenizli insanlarla müzik ya da konser noktasında tam bir tanışma sağlamamışken beni Türkiye’nin diğer yörelerinden insanlar dinliyordu. Dört Diyarbakır konserim var, Tunceli’ ye gittim. Yine bu ay içinde Doğu-Güneydoğu turnem var. Trabzonspor da ben de Karadeniz’den yola çıktık ama nereden yola çıktığı kadar nereye ulaştığı da çok önemlidir. Biz büyümek zorundayız ve herkesle bir şeyleri paylaşmak zorundayız. Karadenizliler, evrensel değerleri üst noktalarda olan topluluklardır. Gerek Trabzonspor, gerekse bizim gibi sanatçıların yaptığı iş bunu daha iyi gösteriyor.

- "Zuğaşi Berepe”, "Dinmeyen”, "Viya” derken şimdi de Hayde... O eski radikal söylemi hafiflettiniz...

- Yoo, radikal söylem yerinde duruyor aslında, ancak arayışlarım var. Zuğaşi Berepe’yla yaptığımız Karadeniz müziğinden ziyade rock müzikti. Lazca’yı kullanmamız, bu dilin yok olmamasını istememekti. Rock, özgün-rock karışımı müzikler, hatta son 5-6 yıldır elektronik müziklerle de uğraştım. Tüm etnik müziklere karşı duyarlılığım var; Karadeniz müziğini de yeni yeni öğrendiğimi düşünmüyorum. Hayde, biraz daha olgunlaşmış Karadeniz müziğiyle batı müziği konsepti diye düşünüyorum. Ama hayatımın sonuna kadar da Karadeniz müziği yapacağım diye bir kuralı da kabul edemem. "Zuğaşi Berepe” daha çok rock, "Dinmeyen” özgün müzik, "Viya” ne olduğu tam belli olmayan işaret veren bir albümdü. fiunu belirteyim, idealimdeki sounda yaklaşmak için epey daha sürem var.-

Volkan Konak’ın müziğinde de sizin müziğinizde de Karadeniz’de olmayan pek çok çalgıya rastlayabiliyoruz...

- Karadeniz türkülerine elektrik gitar, bas gitar sokan bir insanım. Karadeniz müziğini yozlaştırdığım noktasında eleştiriler gelebilir. Ama o enstrümanları müziğime sokmak için yırtınıyorum. Emek verilsin Karadeniz müziğiyle caz yapılsın. Ama lütfen emek verilsin.

- Şu an ünlü biriyle konuşuyorum. Sizin gibi ünlü olamayacağım nasıl olsa, hiç olmazsa ünlü olmanın hayatınıza getirdiklerini anlatın da kendimizi teselli edelim?

- Çok ünlü olduğumu düşünmüyorum. Ancak, çok ünlü olduğunu düşünen ve de onları çok sevdiğini sanan binlerce insan var. Bu sevginin yalan olduğunu düşünüyorum. Beni seven çok insan var ve sadece o sevgiye inanıyorum. Neden inanıyorum? Çünkü, beni televizyonlarda görmeden, sadece yaptığım marjinal albümlerle seven insanlar bunlar. Beni sevenler, elbette televizyona çıkmamı istiyorlar ancak saçma sapan yerlerde de görmek istemiyorlar. Müzik yapıyorum ve yaptığım müzik sadece şarkı söylemek değil. Hayat dışarıdan bakıldığında çok karmaşık, çok yoğun ama bu hayatı seviyorum çünkü çok sevdiğim bir şey yapıyorum, müzik yapıyorum.

- Çevreniz genişledi, zaten gazeteciler ve televizyonlar da buraya akın ediyor...

- Çok açık söylüyorum, bunu birileri yanlış da anlayabilir, hep müzikle, konserlerle, dizi ve film müzikleriyle anılmak isterim. Üretmek istiyorum.

- Müziğinize etnik müzik desek, sanatınızı sınırlandırmış olacağız gibi geliyor bana...

- Aslında ne isim vereceğimi ben de bilmiyorum ancak "Hayde”yle birlikte esas yapmak istediğim müzik noktasına yaklaştım. O da, Tiflis’ten Trabzon’a bir hat izlemekti. Gürcistan’a gittim, orada çok değerli sanatçılar ve eserler var. Beri tarafta Trabzon ve civarında su yüzüne çıkması gereken öyle değerli eserler çıktı ki karşıma. Yani yeni çizgimizi, Tiflis-Trabzon konsepti olarak adlandırabiliriz. Bundan sonra, bütün dünyaya hitap eden Karadeniz ve modern müzik anlayışını bir araya getirme niyetindeyim.

- Statükoyu, ayrıcalığı kabul etmeyen, özgürlük düşkünü pek çok kişi ya futbolu hiç sevmiyor; sevenler de Trabzonspor’un kazanmasını istiyor...

- Futbola karşı durup da, futbol sevgisi üst düzeyde olan çok solcu, demokrat, aydın insanlar tanıyorum. Onların birçoğu futbol sevgisini söyleyememiştir. Aslında futbol, dünyanın en kolektif toplu hareket ve eğlence biçimidir. Ancak hangi güçlerin elinde olduğu çok önemlidir. Ve bugün de kötü niyetli kişilerin elinde olduğundan, futbol zarardır... Futbol üstünden siyaset yapanlar, ihaleler alanlar, inşaatlar yapanlar varsa, futbol içinde çok günah barındıran bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bunlara rağmen futbolu çok seviyorum ve Trabzonspor’u tutuyorum.

- Duruşunuza uygun bir de Türk futbolu ve futbolcusu yorumu dinleyelim mi sizden?

- Türk futbolunda parlak, farklı futbolcu pek yok. Maç sonunda bir sürü konuşmalar yapıyor ya futbolcular, "Ulan” diyorum, ben bu adamların konuşmalarını nasıl dinliyorum? Klişesiz, anlamsız, zekadan eser taşımayan konuşmalar... Yurtdışında arada farklı portrelerle, olaylara karşılaşırsınız. Mesela Maradona, futbolu sevmemde en önemli etkisi olan adamdır. Sadece büyük futbolcu olduğu için değil, o uçarı hali, yenilse bile dimdik ayakta kalabilmesi ve hala sevilmesi, özgürlükçü hali beni futbola çekmiştir.

- Trabzonspor’un şampiyon olması mı, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba mı daha önemli?

- Bu kadar konuşmadan sonra, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba demem lazım ancak şampiyon olmalıyız. Burada, belki ilk kez “sonuç”tan yana olacağım ama şampiyonluğa ihtiyaç var. Böyle bir mazi, böyle bir tarih bunu hak ediyor. Türkiye’de Trabzonspor, Almanya’da St.Pauli. Bu tür takımlar liglerinde şampiyon olmalı.

- Neden St. Pauli?

- Çok aykırı bir takım. fiimdi ikinci ligdeler, tribünlerinde diğer takımların tribünlerinde göremeyeceğiniz insanlara ve daha başka farklılıklara rastlarsınız.

- Trabzonspor takımı karşınızda olsa neler söylerdiniz onlara?

- Bir kere her sene şampiyonluğa oynayan bir takımın oyuncusu olarak sahaya çıkmalarını isterdim ki o seneyi sondan beşinci bitirseler bile. Mazimiz bunu hak ediyor.

- Müzisyen Kazım Koyuncu’nun müzik yolculuğu soluksuz sürecek mi?

- Tasarladığım iki albüm daha var. Belki arada extra bir albüm daha yapabilirim. Bir de kendime yaptığım eserler var. Onları internet siteme döküp yayınlamak istiyorum. Müzik dışında ise, Türkiye’de yaşadığım konser çoşkusunu yurt dışında da yaşamak istiyorum. Bu sene sonunda kendi şarkılarımı, Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, Gürcistan gibi ülkelerde söylemek istiyorum. Karadeniz müziği bu projeler için büyük avantaj. Çünkü, kemençe ve tulum, çok ilgi çeken enstrümanlar.

- "Hayde” albümünüzdeki "Uh Aha”yı Trabzonspor tribünleri için yazdım dediniz...

- Evet, tribün ambiansını iyi yansıtan bir eser diye düşünüyorum. "Oy Fadime” de öyle... İnsanların alıştıkları seslerden biraz uzaklaşmaları gerekiyor. Böyle söylediğim iyi de oldu, sizlerle buluştum. Zaten bu buluşmayı ne zamandır bekliyordum... İyi ki geldiniz...

- Biraz zor bulduk sizi..

- Siz bulamamış olsaydınız ben bulacaktım sizi. İnanın bu buluşmayı çok özlüyordum.


SATIRBAŞLARI..

.- "Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de... Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil ediyor”

- Karadeniz dışında dinlenmek, sevilmek beni çok memnun ediyor.. Ama ben Karadenizsiz müzik yapmak istemiyorum. Karadeniz’e daha özel ve özgün hazırlanıyorum.

- Yaptığım müzik siyasi tavrımdan daha önemlidir hem de dünyanın bütün siyasetlerinden daha önemlidir. Siyasetler, devrimler, karşı devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.

- Diyelim ki albümüm 1 milyon satacak, bu satıştan gelen parayla pek çok kişinin de hayatı değişecek.

- Zuğaşi Berepe çok bilinçli bir gruptu ancak grup olarak devam etmek çok zor. Esas olarak Mehmet Ali Beşli ve ben grubun öncülüğünü yaptık. Zaten o gruptan pek çok arkadaşla çalışmaya devam ediyoruz. Ben onları orkestra gibi görmüyorum, onlar da beni artist-sanatçı gibi görmüyor.

- Solcu bir insanım. Genel anlamda solculuğun anlamı da, ezilenlerin, yoksulların, emeğiyle hayatta kalmaya çalışanların yanında olmak. Solculuğumun bir adım ötesi de, estetik anlamda anarşizme daha yakın bir duruştur.

- Bütün dünyanın bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır, tüm topraklar da memleketimizdir. Yunanistan’a giderken vize almaktan hiç hoşlanmıyorum, zoruma gidiyor. Oradaki toprakla buradaki toprak aynı.

- Futbolda saha dışı olaylar var ama futbol o kadar basit bir oyun ki! Yapmanız gereken tek şey, yediğinizden daha fazlasını atmak.- Babam, çok özel bir insandır, aydındır da. O da hak-hukuk-adalet kavramlarını “değer” olarak gören ve önemseyen biridir. Şu anda Hopa da 2 sandalyeli bir berber dükkanı var.

- İstanbul bir aşk... Nefret edebiliyorsun ama ayrılamıyorsun. Hopa ise benim memleketim ve Hopa’yı çok seviyorum; en son gidip öleceğim yer de orası... Şu da var; Afyon’a gittiğimde de, Berlin’e gittiğimde de yabancılık çekmiyorum.

- 100 bin üye projesini önemsiyorum. Bunu düşünenler, camiaya demokrasiyi sokmuşlardır. Trabzonsporluluğumla bir kez daha gururlandım.

Hangisi Kartal?

Beşiktaş Sportif Ürünler A.Ş. Genel Direktörümüz Bülent Karabıçak yenisezon ürünlerinde sürprizler olacağını açıklamış. Eyvallah... Görmeden konuşmayalım, yazmayalım. Pekiyi ama sürprizlerden önce klasiklerden vazgeçmeden sade düz bir tişört almak için her adım atımışızda neden eli boş çıkıyoruz biz bu Kartal Yuvası'ndan?

Fotoğrafta bayanlara özel tasarlanmış iki tişört modelinden küçük birer kesim var. Erkeklerinkinde de durum buna yakın. Amblem desen yamuk (!), amblemsiz kartal desen ne olduğunu anlamak için yakınlaşmak gerekiyor. Hali hazırda amblemin üzerinde kullanınlan bir kartal figürümüz var ki bu Kartal Yuvası'nın logosunun üzerinde de kulanılıyor. Onun yerine kartal olduğu anlaşılması zor bir figür kullanılmasının beğenilmemesi benim şahsi fikrim olabilir ama Beşiktaş ambleminin yamuk olarak basılması ve satışa sunulması kabul görülür bir durum değil.

23 Haziran 2011 Perşembe

İnci Sözlük Şakası

Fenerbahçe'nin Topuk Yaylası'ndan sonra Beşiktaşım Dedeler yaylasından yer arıyor. Cazibe merkezi Bolu olmuş haberimiz yok. Tesis tesistir. Hayırlı uğurlu olsun. Yukarıdaki fotoğraf Dedeler yaylası'ndan iyi seyirler.

Stockholm Sendromu

Stockholm Sendromu: Celladına aşık olmak

22 Haziran 2011 Çarşamba

Sen de Benim Hatalarımdan Birisin

Mersin İdman Yurdu'na ha gitti ha gidecek derken Nurullah Sağlam bombayı patlatıyor. "Nobre bizden vazgeçti" diyor. Nobre Sağlam'a şunları demiş: "Beşiktaş’tan ayrılamam. Aksi halde kaybım büyük olacak". Kaybının kazancının muhasebesini yapması normal. İstenmediği yerde kalma karaktersizliğini gösterecek kadar iğrençleştiği için gitsin. Yaklaşık 1,5 senedir takıma hiçbir şey vermeyip Beşiktaş'ın kanını emen Nobre gitsin. Nobre'nin yegane arkasında duran bendim sanırım. Kale düştü:)

21 Haziran 2011 Salı

Siyasi Görüşüm!


Seçim üstünden epey zaman geçti, mutlaka görmüşsünüzdür ama ben yine de görememiş olanlar için hatırlatayım dedim.
Kendisini tebrik eder bağrıma basarım :)

20 Haziran 2011 Pazartesi

Facebook'ta Süper Lig

Süper Lig'in yenileri aslında ne kadar eski olduklarını kanıtlamışlar.

14 Haziran 2011 Salı

Futbol Rahatsızı Markalar

Orkide, Dufy, Anıl Oto... Bu markaların futbola olan ilgilileri gerçekten muazzam. Başat olarak sıralamak ise boynumuzun borcu. Saha kenarında en uzun süre gördüğümüz futbol rahatsızı marka tabii ki Orkide. Kulüplerle nasıl bir anlaşmaları var onu da çözemedim. Her maç için ayrı ayrı satın alındığını düşünmüyorum ama peşin çalıştıklarına da ihtimal vermiyorum. Samandıra tesislerinde kullanılan yağların hepsi Orkide olması karşılığında saha kenarı reklam alanı kullandırılıyor diye düşünsek bu sefer de çok ucuza gitmiş oluyor reklam alanı. Şayet barter değil de peşin çalışıyorsa Orkide, kendilerine nasıl bir geri dönüş olduğunu öğrenmek isterim. Bu kadar para harcamak yerine gazete, dergi, tv kullanılsa -kullanılıyordur mutlaka ama daha çok kullanılabilir- daha faydalı olmaz mı diye de düşünmekteyim. Bir de işin erkek oyunu bölümü var. Evet futbola artık kadınlarda ilgi gösteriyor ama o kadınların da kaçı evde yemek yapıyor orası soru işareti. Sonuç olarak erkek egemen oyuna yatırım yapan bir mutfak oyuncusu için oldukça cesur bulduğumu söylemeliyim. Orkide sadece saha içerisinde görünüp futboldan beslenen bir marka değil elbette. Bunu da yeni öğrendim. İzmir'de alt yapı takımlarına destek veriyorlarmış. Bayan futboluna ilgi gösteriyorlarmış. Helal olsun. Sırada Anıl Oto var. Erkek dolu tribünler önünde otomobil servisi doğru tercih. Ama Anıl Oto'nun yanına çok büyük markaları koyan kulüpleri anlayamıyorum. Yani düşünün bir tarafta Turkcell yanında Anıl Oto. Diğer tarafta Türk Telekom yanında Dufy. Kulüplerin de biraz seçici olması gerekiyor. Anıl Oto inanılmaz takip ediyor futbolu. Bir çok markanın es geçtiği milli maçta varlardı. Belçika-Türkiye maçında saha kenarında Anıl Oto dikkatlerden kaçmadı. Maçın açık kanaldan yayınlanacak olması cazip geldi sanırım. Anıl Oto gerçekten ilginç bir marka. Nerede nasıl çıkacağı hiç belli olmuyor. Yine bu sene Anıl Oto Ankara servisi açıldı diye Beşiktaş'ın saha kenarına reklam vermişlerdi. Yani bu kadar önemli bir mecra olarak görmeleri bana çok tuhaf geliyor. Kulüple olan bağlantılarında nasıl bir model var bilmiyorum. Belki de ulaşım tarafıyla ilgili bir çalışmaları vardır. Sektör olarak çok doğru bir yerde olduklarında hem fikirim ama en küçük iletişimi bile saha kenarı rulopanlardan yapmaları bana çok gülünç geliyor. Dufy... Beni saha kenarında en çok şaşırtan markadır kendileri. Dufy Trabzon'a damga vurmuştu bir zamanlar. Ben saha kenarından stadyumları tanıdığımı iddia edecek kadar dikkat ediyorum rulopanlara ve Dufy Trabzon'da saha kenarının tamamını almıştı bir dönem. Trabzon Avni Aker Stadyumu'nun televizyondan yansıması Trabzonspor'un ana sponsorunun Dufy olduğu konusunda şüpheler uyandıracağı kesindi bir zamanlar. Hani her marka kulüplere şirin görünmek için renklerini uyarlar ama Dufy bunu da yapmadan yeşil üzerine sarıyı kondurmaktan da geri kalmıyordu. En dirayetli marka olarak kendilerini gösterebiliriz. İlle de bordo mavi ya da siyah beyaz yapmıyorlar. Bizim rengimiz budur diyerek veriyorlar reklamlarını ki bu işler kulüp tarafından kolayca okeylenecek konular da değildir. Mesela Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda kırmızı logo sarı-laci olmalı yakın olmalı yoksa kullanamazsınız. Türk Telekom Arena'da lacivert kullanmasanız iyi olur derler. Sarı kırmızıya çalmalı. Beşiktaş'ta mavi Türk Telekom logosu kullandığında edilen küfürler ortada:) Dufy'i bu konuda da tebrik etmek lazım.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Balkanlar Türk Olana Kadar


Hepimizin bildiği bir olaydır ama yine de hatırlatmak lazım "Beşiktaş'ın renkleri arasına kırmızı, Balkanlar Türk olana kadar girmeyecek." Bunu bir tüzükle resmileştirmişler zamanında. Sonrasında yönetimler bu kararı bozarak formaya kırmızı rengi soktular. Bugün forumlarda Beşiktaş'ın kırmızı forması için tasarımlar ortada geziyor. Ben böyle bir karar alındığını çok geç öğrendim. Öğrendiğim anda da çok etkilenmiştim. Bir takımın renklerini değiştirmesinde ya da renk seçiminde bundan daha gerçekçi, daha anlamlı bir sebep olamaz. Bir imparatorluk çökerken, rengini siyah yapmaya karar vermiş yegane kurumun formasına kırmızı rengi alması gerçekten enteresan aslında. 90'lardan beri kırmızı renk giyiyoruz. Ama olayın bu tarafından bakınca olmasaymış daha iyiymiş gibi geliyor.

3 Haziran 2011 Cuma

Hoşgeldin Kartal Yuvası

Beşiktaş gibi bir markanın ürünlerini kendi sitesi yerine gitti gidiyor, hepsi burada gibi siteler üzerinden satışa çıkarması ve kendi ürününü satarken bu sitelere sakal bırakması olacak şey değildi gerçekten. Bugün müjdeli haberi vermişler. Artık satışlar direkt Beşiktaş'ın kasasına girecek. Göreve geldiklerinden bu yana en güzel hareketlerinden biri de bu iş oldu. Tebrikler.

2 Haziran 2011 Perşembe

Eskiden Mahallede Sakır* Oynardık



Amerika ne enteresan ülke. Her şeyleri değişik. Feet kullanırlar, inch kullanırlar, mile derler. Dünya bir yana sen bir yana be USA.

Bir de şu taç atışları ve kaleci dışında tüm sporcular tarafından ayakla oynanan spora Soccer*, kendi icatları olan oyuna Football diyor olmaları -ki bu oyunda bilindiği gibi ayak kullanımı koşunun dışında çok sınırlı- karakterlerinin en büyük özelliği olan bencillikleri. Amerika hariç dünyanın kalanının futbol dediğine, yani ak dediğine kara diyorlar. Niye? Çünkü en iyisini onlar bilir.
Adamların spor endüstrisini, buraya yaptıkları yatırımı ve tüm ülkenin spora olan ilgisini kıskanıyorum yalan söyleyemem. Keşke bizim ülkemizde de gerek sponsorluklar, gerek taraftar ürünleri, branşlar ve takımlar bu kadar çekici ve canlı olsa. İnsanlarımızın spora ilgisi sadece futbolla kalmasa, vizyonumuz geniş olsa ama maalesef bu konuda sadece Amerika'nın değil bir çok ülkenin gerisindeyiz. Milletin burun kıvırdığı Kenya'dan bile maratoncu çıkıyor bizde ne yazık ki varsa yoksa futbol. Amatör branşlardaki başarılar bile futbolun gölgesi altında kalıp ezilip yok oluyor.

Benim gözümdeki mesele soccer meselesinin komikliği. Bu arada adamların oyun kalitesinin çıtası gün geçtikçe yükseliyor. Spora bakış açıları genel olarak fiziksel güç ve kondisyon ağırlıklı olduğu için ilerleyen yıllarda daha başarılı olacaklarını tahmin ediyorum. Yine de şekilci biriyim işte, komik geliyor. Bir de futbol takımlarına Chicago Fire, Colorado Rapids, New York Red Bulls gibi yine kendi kültürlerine egemen olan basketbol, beyzbol, buz hokeyi gibi branşlara uydurdukları isimlere benzer isimler takmamışlar mı itinayla takip ediyorum.

Bizde de olsa ya; Zeytinburnu Kunduzları, Yozgat Sincapları, Bursa Tırtılları gibi...

Ama işte ingilizce olmazsa albenili olmuyor. Zeytinburnu Beavers, Yozgat Squirrels, Bursa Caterpillars bak ne heybetli oldu. Bursa bile kendine geldi. :)