31 Aralık 2011 Cumartesi

Yorgan, Şapka ve 2012


Çok güzel bir atasözümüz var; "Ayağını yorganına göre uzatmak", bir de deyimimiz; "Şapkayı önüne koyup düşünmek". İlki yaşanacak olaylardan önce önlem almak amaçlı, ikincisi ise alınmayan önlemler sonrasında yapılması gereken erdemli davranış biçimi. Eğer yorganı denildiği gibi kullanmazsanız ya ayaklarınız dışarıda kalır, mideyi üşütürsünüz ya da onları kapatayım derken kıçınız açıkta kalır kabuslar görürsünüz. Şapkayı da önünüze koymamakta diretirseniz gün gelir şapka düşer kel görünür.

Beşiktaş'ımızın yorganına uygun hareket edilmiyor son yıllarda. Hep bir taraflarımız açıkta. Rüyalarla avutuluyoruz, uyanınca üşüyoruz. Şapkada da amblem var ama Beşiktaş'ın B'si hep arka fonda kalıyor. Önlerde reklamlar.

Bu sene de birileri geldi, birileri gitti hem futbol hem de basketbol takımımıza. Voleybol zaten kimsenin umurunda değil. Hentbolda isimsiz kahramanlar başarıya doymadan yollarına aç (!) olarak devam ediyor. Stat muamma, Adidas artık vermiyor forma...

2012'de her şeyden önce Beşiktaş'ı duymak ve görmek istiyoruz. Kim gelmiş, kim gitmiş mühim değil. Sadece biri var, o gitsin yeter (!)... 

Bütün Beşiktaşlılar için  'pınarbaşı'  tadında bir yıl olsun...

23 Aralık 2011 Cuma

Maç İşte...

Hem sıkıldık hem de götümüz dondu!
Dün oynanan maçı anlatacak başka kelam bulamıyorum.
Yine de 3 puan 3 puandır.

Sporda Ahlakmış?!

Barcelona Kral Kupası'nda dün 9 gol attı. İlk penaltı gerçekten harika bir tiyatroculuk örneği. Bunlara ihtiyacı yok Barça'nın ama niye hala bu tür oyunculuk performansı sergiliyorlar anlamıyorum. (Bu eleştiriyi yaparken şunu da ilave edeyim; çok uzun yıllardır Barcelona'yı takip eder gönülden severim. Evimdeki Beşiktaş logolu malzemelerin herhalde yarısı kadar da Barcelona ürünü vardır.)

Neyse galibiyetin ardından forumları, spor haberlerinin altındaki yorumları ve bazı blogları okudum. Büyük çoğunluğunda Barcelona kendinden güçsüz bir rakibi ezen, spor ahlakı olmayan, terbiyesiz bir kulüp ve camia olarak resmediliyor. Buna verilen tepkileri anlamak mümkün değil. Beşiktaş'la dalga geçilen en büyük konu Liverpool yenilgisi. Forumlarda takımımızdan bahsederken insanlar '8JK' yazıyorlar bunu takip eden herkes biliyor. Ama işin içine rakip camialar girince başkasının yenilgisi çok rahat bir şekilde alay konusu yapılabiliyor.

Yani Bu ülkedeki futbol taraftarının (burada gerçekten sağduyulu olan, yan yana maç izleyebilen, vurup kırmayan kitleyi ayırarak konuşuyorum) spordaki ahlakı konuşma lüksü olduğuna inanmıyorum. "İnsanda bu kadar hırs mı olur, zayıf takımın üzerine bu kadar gidilir mi" diyen adam kendi takımı lig maçında rakibine değil 9, 19 gol atsa yine de ayıp demez. Bu ikiyüzlülüğe ne gerek var anlamak mümkün değil.

Biz 8 yedik, büyük rezillikti. Keşke olmasaydı ama oldu. Herhalde bizden başka da Avrupa'da 8 yiyen çıkmaz Türk takımlarından. O gün kimse Liverpool'u kınamadı. "Ulan ne hayvan adamlar insan biraz geri çekilir!" diyen olmadı. O bakımdan şu Fanatik, Fotomaç, Milliyet vb spor gazetelerinin internet sayfalarındaki haberlerin altına bilinçsizce, empati yapmadan yorum yapmaktan millet vazgeçerse şahane olur.

9 attı helal. Girsin Hospitalet'lilere!

20 Aralık 2011 Salı

Beşiktaş Tribünlerinin Değişimi

Geçtiğimiz ay yazdığım bir yazı ile ilgili bazı arkadaşlar garip yorumlar yazdılar. Futbola siyaset karışalı çok oldu bu sebeple ara sıra siyasi içeriği olan yazılar yazmakta zarar görmüyorum. Fakat bu ülkede kendi fikrinde olmayan insanı eleştiren herkes agresif bir tutumla bunu yapıyor. Neyse insandır deyip geçelim, yazımıza dönelim.

İstanbul Büyükşehir Belediye maçında Beşiktaş futbol takımı oyuncuları ellerinde aşağıdaki pankartla sahaya çıktılar.

Bundan önceki dönemlerde de siyasi içerikli pankartlar açılmıştı. Örneğin Cumhurbaşkanı'na açılan aşağıdaki pankart gibi. Yine geçen sene Necmettin Erbakan'a açılan pankart ve devamında Başbakanın rahmetli annesi ile ilgili açılan başsağlığı pankartı.



Bunların hiçbirinde gariplik yok. Zira Türkiye değişiyor, Beşiktaş taraftarı da Türk toplumunun üyelerinden oluştuğuna göre tribünün değişmesi de gayet normal. Bu bazı kesimleri hiç ilgilendirmiyor, bazılarını ise sinirlendiriyor. Açılan pankartlar arasında bir fark var, bunlar genelde tribünde açılan pankartlardı. Fakat o hafta lig takımlarının çoğu "geçmiş olsun" temalı pankartla çıkmazken Beşiktaşlı oyuncular ellerinde bu yazıyla sahaya çıktılar. Dolayısı ile siyasi görüş tribünden kulübe sıçradı.


Şimdi bazıları 'geçmiş olsun' demenin neresi siyasi diyebilir. Olaya şöyle bakalım, Başbakanın annesi rahmetli olduğunda kulübün resmi internet sitesinden Yıldırım Demirören bir taziye yazısı yazdı. Bu tip bir hareketi yapmak demek tüm camia adına hareket etmek demektir bence. Eğer kendi adına bu yazıyı yazdıysa pekala şirketinin internet sitesinden de yazabilirdi. Bu tarz bir yaklaşım kulübün siyaset yapmamasını da engellemiş olurdu. Yapılan davranıştan rahatsız olmayan taraftarlar olabilir. Fakat benim gibi bu tutumu beğenmeyenler de var. Yapılanları 'Başbakana yalakalık' olarak değerlendiren insanlara verecek cevap bulamıyorum işin açığı. "Bak pankartla çıkınca ertesi gün Tayfur ile Adalı serbest kaldı" diyen adama ne denir bilmiyorum. Tüm bu olanları sadece uzaktan izliyorum, bakalım daha neler olacak diyorum.

Bunları söyleyip yazmam lazım çünkü Beşiktaş taraftarı kadar coplanan, biber gazına maruz kalan, dövülen, eziyet edilen bir taraftar grubu daha yoktur. Bunun altında bazı zamanlarda doğrudan siyasi görüş yatmaktaydı. Siyah Beyaz poşu bağladığı için dövülen Beşiktaş taraftarı var bu memlekette. Hal böyle olunca o zamandan kalan adamlar şimdi gelinen noktayı garipsiyor bu düşüncelerinde de haklılar/haklıyız.

Bizim üniversite döneminde kurduğumuz taraftar grubunda her tipte insan vardı. Her siyasi görüş konuşulurdu ama sonuçta asıl olan Beşiktaş'tı. Ben bugün bile Beşiktaş Futbol Takımı'nı Milli Takımın üzerinde görürüm. O şekilde değer veririm. Benim için yeri başkadır o sebeple bu stadyumun içinde olan taraftarlardan sadece ve sadece takıma aşk ile bağlı olmalarını bekliyorum. Spora siyaset karışmasını, bu tarz şovenist mesajları, artık kalitesi düşen tepki ve organizasyonları beğenmiyor ve garip buluyorum. Çünkü tribünümüz ilk ve en önemli işi olan sporu, futbolu ve destek vermeyi unuttu artık. Rakip ataklarında yuhalamıyor, baskı kurmuyor ıslıklamıyoruz. Takımın enerjisi düşünce destekleyerek morallendirme işini ancak Avrupa maçlarında yapıyoruz. Onun yerine bizi gazetelere çıkartacak aksiyonlar peşindeyiz. Ama o gazetelere ilk çıkışımızın 132 desibel ile olduğunu da unutmuş durumdayız.

Bütün bunların hepsini geride bırakamaz mıyız?
Bu renklere gönül veren biri olarak hiçbir zümrenin kullandığı bir topluluk olmak istemiyorum ben. Çünkü bir slogan atılıyor tüm Beşiktaşlılara mal oluyor. Bir pankart açılıyor bana uysun uymasın üstüme yapışıyor. Bu şekilde hissetmekten hem sıkıldık hem yorulduk. Kol kola girip şu maçı izleyelim artık birader Allah aşkına. Para çıktı mertlik bozuldu, şikeydi, siyasetti, çıkardı derken hayattan çaldığımız bir 90 dakikamız var onun da anasını bellediler.

Yeter bir düşün yakamızdan, çıkın hayatımızdan.
Gölge etmeyin yeter...

15 Aralık 2011 Perşembe

Beşiktaş Bele İyi Gelir

Bir gün öncesinde yaşadığım spor sakatlanmasından dolayı belim feci derecede ağrıyordu. öğleden sonra daha fazla dayanamayıp eczaneye gittim. Şansıma eczacı da kapalı alt tribündenmiş. Dedim "abi maçın bitiş saatini biliyorsun bana ona göre bir iğne yap ki eve gidene kadar ağrımı hafifletsin, artık atlara vurulanlardan mı yaparsın ne karıştırırsın içine bilemem". Hakikatten eli hafifmiş bir iki saat sonra kendime geldim stada yöneldim.

Bu sene Eski Açık'ta olduğumdan gollerin hepsi benim kaledeydi. Başlarda hop oturup hop kalktık acaba gol gelir mi diye bekledik ama olmadı. Hocanın çıkarttığı takıma lafımız yok artık zaten. En azından maçtan önce kadronun yarıdan fazlasını tahmin eder hale geldik. Bence bu büyük olay, hele de son yıllardaki istikrarsızlıktan sonra. Tribün formundaydı. Konfetiler havai fişek gösterisine benziyordu gerçekten çok emek verilmiş ve çok güzel oldu. Zamanında 20 büyük torba konfetiyi 2 haftada ancak hazırlayabildiğimiz için dünkü meselenin ne kadar uğraştırıcı olduğunu tahmin edebiliyorum. Gözlerimi alamadım herkesin eline sağlık.

Golü yediğimiz anda içimiz karardı. Çünkü Beşiktaşlıyız. Dertliyiz, alışığız, bunalımdayız. Hemen herkes telefona sarıldı Kiev maçı sorulmaya başlandı. Devre arasına girerken biz yenik Kiev 2-0 önde. Herkes "şeyi tuttuk eleneceğiz galiba" demeye başladı. Ben annemi arıyorum "oğlum içimde sıkıntı var 3-1 yenileceksiniz galiba" diyor. Kadın tüm maçları bildi bu sene. Bu özelliğini bilenler benden gelen haberi duyunca hepten yıkıldılar. Moralleri bozuldu valide dediyse çıkalım bari maçtan diyen oldu.

Neyse ikinci yarı böyle başladı. Eller telefonda Kiev maçından iyi haber beklerken penaltı geldi golü bulduk. Annem 1-3 dediği için bizim ekip sevinemedi doğru dürüst. Pektemek gol demek ve Edu'nun gerçekten harika golü ile maçı 3'e bağlayınca kendime geldim.

Gerçekten böyle mutlulukları nadiren yaşıyoruz. Söyleyecek çok şey yok, Beşiktaş bizi uzun bir aradan sonra gerçekten mutlu etti sağ olsunlar.

Annemin de otoritesi yıkılmış oldu. Biz ne zaman bu tabuyu yıkacağız diyorduk ki en güzel maça denk geldi!!

Ayrıca ikinci golün sevincinde üst sırayla sarmaş dolaş yerlere yuvarlanınca belimde bir iyileşme oldu. Üçüncü de cilası oldu eve koşarak gittim.

2 Aralık 2011 Cuma

Gelişine Vole!

Mahalle maçlarında o yamuk plastik toplar üstümüze doğru gelirken "gelişine vole" diye bağırıp vurmaya çalışırdık çatıya, dağlara taşlara giderdi ya; al sana vole! 100 kere gelse belki 2-3'ünde top bu şekilde ayağa oturur fakat Ernst'in çizgiden çevirdiği ortaya göz diken Quaresma'nın volesi gönlümüzü fethetti. Adam gol attıktan sonra çok mutlu oldu yüzündeki ifadeden çok belliydi.

Sonrasında "maç 2-0'a geldiğinde Beşiktaşlılar derin bir nefes aldılar" diyebilir miyiz? Tabi ki diyemeyiz! Nerede o güzel günler, hey yavrum hey. Kansere çare var Beşiktaş'a çare yok! Yakın tarihin Gençlerbirliği maçı uzak tarihin Malmö maçı kafamızın içinde topaç gibi dönmeye başladı. Beşiktaş'ın oyun içerisindeki gelgitleri ve dengesizliği bizi bir gün öldürecek!

Güntekin Onay maçı sadece erkekler izlese Almedia'ya herhalde küfür edecekti. Nefes alıp vermesinden, sinirinden cümlelerinden belli oluyordu. Sarı Fırtınamız beyefendi Metin'imizin bitmek tükenmek bilmeyen sakinliği adamı iyice zıvanadan çıkarttı. Öyleki 3. golde "golll beeeaaa" - "Almedia'ya verdi verdi verdi verdi at dedi atamadı, yatırdı kaldırdı, neler yaptı neler" şeklinde haykırmasının sebebi içinde sıkışan gazdır!

Verilmeyen golü sağ olsunlar tek açıdan bir kere gösterdiklerinden ne olduğunu anlayamadık. Ne desem yalan olur ama orada bir tiyatro dönmüş gibi.

Neyse öyle veya böyle maçı aldık, fakat 14 Aralık'taki stoke maçı tam bir kalp krizi olacak. Şimdiden belli. Statta olacak arkadaşlar yanlarına dil altı mı alırlar, sakinleştirici içip mi gelirler bilmiyorum. Şimdiden Allah hepimize sabır ve kolaylık versin.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Carvalhal'in Oyunu

İbrahim Toraman'ı orta sahanın gerisinde görünce aklıma Serdar Kurtuluş geldi. Yıllardır denemiştik sağ bekten ön libero olur mu diye? Ben olamayacağını düşünüyordum ama sanırım Ertuğrul Sağlam ve Tigana'nın ön libero olarak hayli denemede bulunduğu bir adamdı. Dün de yine bu beklentiyle sahaya çıkan bir Beşiktaş vardı. İbrahim dörtlünün önünde Ernst ile oynacaktı. Evet ihtiyaçlar dahilinde böyle bir çözüm vardı bu kez ama rakip Trabzon olunca daha bir korku saldı bize.

İnter maçında rakibini iyi analiz ettiğini iddia eden Carvalhal Simao sakatlığının da son dakika eklendiği bir Trabzon maçı öncesi şapkadan tavşan çıkarttı. Dezavantajı avantaja dönüştürdü. İbrahim Toraman'ı 5. defansif oyuncu olarak kullandı. Savunmanın önünü kapatmayı başarırsak kazanırız diye düşünmüş olmalı Carvalhal.

Maç içerisinde Trabzonspor'dan daha net pozisyonlar bulduğumuz gerçek. Oyunu kendi yarı alanımızda tutmamızın sebebi çok fazla defans oyuncusu ile oynamamızla açıklanabilir. Böyle bir oyun yapısı muhtemelen Simao sakatlanmasa olmayacaktı. Toraman defansın önünde olmayacak. Fernandes ve Ernst'in önünde Simao, Simao'nun çıktığı yere Pektemek geçecekti.

Muhtemelen daha gollü bir maç izleyecektik. Kazanma ihtimalimiz bence daha az olacaktı. Quresma'nın ve İsmail Köybaşı'nın yıldızlaştığı bir maç oldu. Egemen'in emek hırsızlığı ve Burak Yılmaz'ın emek hırsızlığına teşebbüs ettiği bir maç olarak hafızalarımızda yer alacak.

Trabzonspor'u durdurmanın yolu göbeği kontrol etmek kadar kolay olmamalıydı ama yetti nasıl olduysa. Fernandes'in uzun bir aradan sonra takıma uyum sağlaması da ayrı bir güzeldi Beşikaş için. Almeida'nın yokoluşu ise anlaşılır bir durumdu. Quaresma'nın sürekli içeri kat edişleri ve ters kanattan hiçbir girişimin olmayışı hatta Hilbert'in de sürekli kaleyi düşünmesi Almeida'nın seken topa müdahale etmesinden başka bir şey yapmasına imkan tanımadı.

Bununla beraber Ekrem Dağ'ın ileriye dönük kanat oyuncusu olarak oynamasına rağmen kaleye gidemeyişi sanırım hazır olmayışındandı.

Bir de Trabzonspor seyircisine değinmek istiyorum. Ne takımını destekleyebiliyor, ne organize gürültü yapabiliyor. Trabzonspor tarihinin belki de en iyi iki senesini yaşıyor şu an ama tribünleri ne yazık ki aynı görüntüde değil. Oyunun içerisine daha çok müdahale ettiği, rakibi ve hakemi baskı altına aldığı dönemleri düşününce çok geri de olduklarını söyleyebiliriz.

61. dakika şovunun sıkıcılığı ve alışılmışlığı, takımlarına özel bestelerinin olmayışı, bölük pörçük gruplar halinde tezahürat yapmaları gibi evsahibi özelliğini hissetiremiyorlar rakiplerine. Bence Trabzonsporlular da aynı düşüncedelerdir. Örneğin önceden en zor deplasmandı Trabzon şimdi Bursa'dan daha zor değil bence.

20 Kasım 2011 Pazar

Uykumuz Geldi Lan 0-0

Ey dostlar bok gibi bir maçtı. Böyle derbinin içine sıçayım!
Beşiktaşlı, Galatasaraylı fark etmez herkes şöyle bir düşünsün. En son ne zaman bir BJK-GS maçı kıran kırana geçti? Ne zaman oynadığımız oyundan zevk aldık? Ben bir kaç sene evvel bir BJK-GS maçında uyuyakalmıştım oturduğum yerde ki o sene ligin ilk iki takımının maçıydı. Bu akşam tribünde de oldukça sıkıcı bir maç izledik. İki haftalık ara zaten kendini koyvermeye yer arayan Beşiktaş takımının dağınıklığına kılıf olmuş. Takım çoğu zaman sahada yürüdü. Şanssız olduğumuz anlar da vardı haklarını yemeyelim. Topu sürekli kalecinin üstüne nişanlayıp adamı gecenin yıldızı haline getirdik.

Cüneyt Çakır'ı hiç beğenmedim. Forma reklamının 'Yataş' veya 'İşbir' olması gerektiğine inandığım Galatasaraylı profesyonel topçu arkadaşların maç boyu yerde yatmasına, oyunu soğutmasına göz yumdu. Atakları kesti, futbol oynatmadı. Verilmeyen golde pozisyon tam bizim tribünün önünde oldu, olaya yanlı bakıyor da olabilirim ama hareket nizamiydi gibi geldi bana. Hakem tüm maç düdük ağzında dolaştığı için zırt deyip her müdahalede faul çaldığından bunu es geçmesi de düşünülemezdi.

Fenerbahçe ile de berabere kaldık ama hiç olmazsa güzel maç izlemiştik. Galatasaray maçlarından zerre zevk almıyorum. Zaten bir de deplasman takımının gelmemesi atmosferi iyiden iyiye bozuyor. İnsanlar kombine kartı biraz da derbi maçlar için alıyorlar. Rakip taraftarın tribünlerdeki yeri olmadan, karşılıklı atışma yaşanmadan derbilerin hiç bir anlamı kalmıyor. Ben son yıllarda üç büyükler arasında taraftar çatışması çıktığını hatırlamıyorum. Taşlı bıçaklı derbiler geride kaldı. Artık Anadolu takımları ile millet birbirine giriyor. Yine bu kararın alınmasının en büyük sebebi bir Anadolu takımı olan Trabzonspor'un Fenerbahçe ile oynayacağı maçta çıkabilecek olayları şimdiden engellemek adına genel bir uygulamadır. Kurunun yanında yaş da yandı bakalım seneye de bu kural işleyecek mi?

Bundan sonrası çekirdekle alakalıdır!
Bir de ben buraya abuk subuk şeyleri yazmadan rahat duramam okuyanlar bilir, anlatmadan geçemeyeceğim bir olay yaşadım. Bu akşam stada girerken elimdeki çekirdeği içeri almadılar. Sezon başından beri tüm maçlarda içeri çekirdek soktuğumu herhangi bir engelleme olmadığını, su şişesi gibi sahaya atılabilecek bir madde olmadığını söyledim. Yine de çekirdeğimi içeri almadılar buna sebep olarak da özel güvenlik olacak arkadaş içerideki büfelerin varlığını gösterdi. Adam aynen "içeride büfe var bu adamlar da sonuçta buraya kira ödüyorlar bunu içeriye alamazsınız kulübe şikayet edebilirsin" şeklinde bir cümle kurdu. Ben de sinirlendim çekirdek paketinin ağzını güzelce açtım ve polislerin önünde özel güvenliklerin önüne döktüm. Paketi de yere çaldım! Adama gider yapınca üstümü aramaktan da vazgeçtiler. Söylenerek içeri girerken kulüpten bir görevli ne olduğunu sordu durumu anlattım ama devamında bir şey olduğunu zannetmiyorum.

Şimdi içeride büfe çalışanları ile görüştüm. Bu adamlar burayı ihale şeklinde içeriden destek ile alıyorlar. Bu ihalelerde zaten bir sürü usulsüzlük ve kayırma oluyor. Ayrıca bu adamların dışarıda da işletmeleri var. Yani tek geçim kapıları Beşiktaş maçları değil. Şimdi bu mafya vari büfe işletme modelinin ve alenen yapılan soygunculuğun zararına uğramamak için dışarıdan yanımızda getirdiğimiz şeyler içerisinde önce su şişelerinden olmuştuk şimdi de sıra çekirdeğe geldi. Her ürünü en az 3 kat pahalıya satıyorlar. Amaçları hizmet vermek değil adam s.kmek! Ellerinde herhangi bir yazılı belge olmadan yanında getirdiğin şeyi içeri sokmayabiliyorlar. Kombine kart alırken imzaladığımız kağıtta tüm gıda maddeleri büfelerden sağlanacaktır diye bir yazı yok! Kafalarına göre tokatlıyorlar işte. Oysa ben kulübe fayda sağlayan bir işin içinde olmak istemem mi? Adam gibi büfe yap normalinden biraz pahalı çayımızı da içelim, su da alalım, yemek de yiyelim. Ama yok olur mu? Hem hizmetin en kötüsünü ver hem de en büyük kazığı bize sok.

Neyse yanımda küçük bir çocuk vardı kafaladım elindeki çekirdekten biraz arakladım.. Maça daha bir sat vardı usta zaman geçirmek için çekirdek olması şart!

Not: 65'te soyunanlara lafım yok da o güneş pankartı çok komikti be :) At şeyine güneş konmuş gibi..

15 Kasım 2011 Salı

Ben Beşiktaşlıyım Diyen Okusun

Geçen sene 13 hissedarın katıldıgı genel kurula bu sene verilen vekaletler ile 48 hissedar katıldı.
Yönetim faaliyetleri ve gelir-giderler konusunda hissedarlara hesap verildiği yer olan Genel Kurul'da hissedarlar futboşdaki gelirler - giderler hakkında şirkettin yönetimine hesap sordu.
Toplantıya katılan çoğunluğun ibra etmediği toplantıda, dernek yönetiminin elinde çoğunluk hissesi olduğundan kendini ibra etmesiyle ibra edilmiş oldu.

 1-Burası BJK AŞ’dir ve herhangi bir şirket genel kurulu değildir. Başka şirketler zarar edebilir hatta kapanabilir, bu çalıştığımız şirket bile olabilir, gider başka bir iş ararız kendimize ama Beşiktaş iflas ederse başka takım tutamayacağımıza göre gidecek başka yerimiz yoktur, bu yüzden bizim için çok çok önemlidir.     
2-  BJK A.Ş. hisseleri yatırımcıya güven vermeyen, spekülasyona açık ve şirketin mali tablolarından ötürü tercih edilmeyen bir haldedir.
3-  Beşiktaş Yönetimi Beşiktaş’ın misyonunu değiştirmiş, Özkaynaktan yetişen oyuncularıyla başarı kazanan bir takımken, ithal yıldızların bir senelik maaşı için her bir gencinin bonservis haklarını fonlara devir ve feda eder olmuştur. Böyle bir yöntem seçilip yerli genç oyuncularımız elden kaybedildiği takdirde bu KOLTUK GÖTÜRECEK BİR HATA OLACAKTIR.
4-    Beşiktaş gerek kamu yararına dernek gerek halka açık şirket olduğu için şeffaf ve kurumsal olmak zorundadır. Gençlerin fona devriyle ilgili spekülasyonlar başkanın ve yöneticilerin ağzından doğrulanırken kulüp olarak resmen doğrulanmamakta, bu da kamuoyunu yanıltmakta ve taraftarı adeta paranoyaklaştırmaktadır. Bu olayı açıklar mısınız?
Cevap: Bu konuda görüşmeler olumsuz sonuçlandı, şu an fona devir yok!
5-Beşiktaş’ın giderlerinde azaltma yapılmasından söz edilirken; sponsorlara her maç kaç bedava bilet verilmektedir, bu zorunlu mudur, aksi takdirde Beşiktaş sponsor bulamamakta mıdır? Bu biletlerin karaborsaya düşmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Cevap: Her maç 4.000 adettir, anlaşmalara istinaden verilmektedir. Karaborsaya gitmesiyle ilgili savcılığa suç duyurularımız vardır. (Sezonda 5 milyon TL’ye yakın bir gelir kaybı söz konusu kısaca)
6-  Yüksek maliyetli oyuncular alınması taraftarın alım gücünün arttığı veya kendi bütçesinden daha çok vermek zorunda olduğu anlamına gelmemektedir ve bu yüzden taraftarın protestosu sonucu kombine gelirleri yarı yarıya düşmüştür. Ayrıca maçlara ilgisizlikle birlikte düşen bilet fiyatları kombine kart sahiplerini mağdur etmiş ve bu yüzden seneye 1000 tane bile satılmayacağı konusunda uyarmak istiyoruz.
Cevap: Kombine gelirleri 14 milyondan 11 milyona düştü yalnızca, sene içinde bilet satışlarıyla telafi edileceğini hesaplıyoruz. (Bu sırada salondan ‘kombine satışı sadece gelir değil stadın doluluğuyla ilgili bir durumdur, kombineli taraftar daha çok sahip çıkar ve amaç gelir artırmaktan çok hem seyirci sayısını hem geliri artırmak olmalıdır’ itirazı geldi.)
7-Kulübün şehir içi ulaşım giderleri neye göre bu kadar ani iniş ve çıkışlar göstermektedir? Yoksa binmediği taksiyi, harcamadığı benzini kulübe fatura eden personel mi mevcuttur? Bu sırada yine kulüpte fahri olarak yöneticilik yapanlardan hangilerinde ve toplamda kaç tane araç olduğu sorusu yöneltildi. Yöneticilerden sadece Fahrettin Curoğlu’nun makam aracı olduğu, yakıt masraflarının kulüpçe karşılandığı, bunun dışında profesyonel yöneticilerin bazılarına tahsisli makam araçları bulunduğu cevabı verildi. Ayrıca kulüpte toplam 40-42 tane aracın bulunduğu yönündeki Atıf Keçeci’nin iddiasına bir itiraz gelmedi! BJK TV’ye alınan araçların giderleri artırdığı, yine TV’nin 4 aracının da 3’e indiğini de öğrenmiş olduk.
8-2 sene boyunca ‘Biz 1-2 milyon lira için sırtımıza reklam alacağımıza Kızılay logosu giyip sosyal duyarlılık gösteririz’ söylemi bu sene neden değişmiştir, sosyal sorumluluk yapılamayacaksa 2 senede edilen zarar kimin sorumluluğudur?
Cevap: Sırt reklamı hakkı zaten Ülker’deydi ama Ülker, Kızılay’a izin verdi! (demek 1-2 milyonluk sosyal sorumluluk hovardalığı değil, Ülker’in bir kıyağıymış ama bunu başkan bilmiyormuş) Bu sene göğüs reklamı değişince Ülker sırta geçmiş oldu.
9-Yıllardır yapılamayan, her sene 31 Mayıs’ta kazma vurulacak denen stattan dolayı kaybedilen gelirler ne olacaktır? Herhangi bir cevap verilmedi.
10-Başkan Del Bosque vakasında hatasını kabul etmişti. Belki 1 milyon dolara uzlaşılabilecekken neden dava devam ettirilerek kulüp 8 milyon Euro zarara uğratılmıştır ve başkan bunu cebinden karşılayacak mıdır?Cevap: Türkiye’de Tahkim sadece 800.000 dolar ödenmesine karar verince daha fazla olacağını düşünmedik. Başkan sadece Del Bosque’yi göndermekteki hatasını kabul etti, tazminat ödemekteki değil! (Salondan itiraz geldi ama nafile, buz gibi soğuk su içildi.)

ÖNCE BEŞİKTAŞ'A TEŞEKKÜR EDERİZ

10 Kasım 2011 Perşembe

Şak Şak Turizm


"Söyleyin şuna toka taksın bir dahakine" demiş midir bilmiyorum ama Seba'nın isteğiyle Nartallo'nun uzun saçlarını bağladığını anımsıyorum. Bir maçta önüne düşüp gözlerini kapatan lüle lüle saçlarını düzeltirken peşi sıra golleri kaçırınca yönetim tarafından uyarıldığı ve sonraki maçlarda saçları toplu olarak golleri kaçırmaya devam ettiği geliyor aklıma. Gazetelerin yalancısıyız elbet, o zamanlar ekranlarda skor yorumculuğu bugünkü kadar popüler değil. O Nartallo'yu bağrımıza bastık sanki akrabamızmış gibi. Beceriksizdi ama çabalıyordu elinden geldiğince. Memnunduk, mutluyduk. Kaç para aldığını, akşamları nerede ne yiyip, içtiğini bilmiyorduk. Rahmetli Vedat Okyar bile eleştirisinde ölçülüydü; "Bu Nartallo et mi, balık mı ben anlamadım".

Reşit olmadığım dönemlerden bir maçta Yeni Açık tribündeyim. Maç 0-0 'a kilitlenmiş. Millet bağırmaya başlıyor "Feyyaz goool, goool, gol!". Derken sakallı, bıyıklı bir amca susturuyor herkesi; "Çocuğu strese sokuyorsunuz" diyerek. Yine o dönemler; Fenerbahçe Stadı'nda son dakikalarda kapıların açılıp da futbol dilencilerinin içeriye hücüm ettiği yıllar. Ben de cep radyomu kapatıp Sarıyer-Beşiktaş maçını 85. dakikasından itibaren izlemek üzere eski maraton tribüne dalıyorum. O maç da 0-0 ve Beşiktaş sağlı sollu saldırıyor. Defans bloğu orta sahaya kurulmuş neredeyse. Rıza kesiyor, defans uzaklaştırıyor. Mutlu dolduruyor, kaleci yumrukluyor. Amcalardan biri sinirlenip Feyyaz'a kızmaya başlıyor; "Feyyaaaaazzzz, ekmek yemedin mi oğlum koysana kafayı. Hay ben senin gibi!". Üzülüyordum bunları duydukça. Çok seviyordum Feyyaz'ı. Hem o benden de amcadan da çok isterdi gol atmayı. Nitekim attı da. Maçın bitimine çok az kala öne geçirdi Beşiktaş'ı. Amca da sarıldı yanındakine, "Koçum Feyyaz!" diyerek. Bu maç da tarihe 'Beş dakikada Beşiktaş' olarak geçti benim için.

Gidemediğime en üzüldüğüm maçlardan biri de Gordon Milne'nin son maçıydı. Gündüz oynanan bir kupa maçıydı ve benimde o gün sınavım olduğu için gidemeyip okulda radyodan dinlemiştim. Maçın bitimindeki "I love you Gordon" tezahüratları hala kulaklarımda. Sezon ortası gönderilen hoca omuzlarda terketti sahayı. Zaten hiç havaalanına topçu karşılamaya gitmemiş biri olarak hep istediğim bir şeydir uğurlama. Gelsinler, önce Beşiktaş'a bir şeyler versinler sonra başımızda taşıyalım Gordon gibi. Malesef bizde hep tersi oluyor. Ellerin üzerinde karşılayıp ayaklar altında gönderiyoruz. Bir kıçına tekme vurmadığımız kalıyor.

Artık ne amcalar kaldı tribünde, ne Osvaldo gibi kapalı kutu yabancılar ne de Feyyaz gibi golü bizden çok isteyen topçular. Hele bu yıllarda Gordon gibi üst üste şampiyonluğu kaçırıp da görevine devam edecek hocaların arkasında duracak yönetim hiç yok ortalarda. Tribüne girmek için can atan ergenler yerine ikinci senesinde "Çarşı'yız la biz!" diyen 16lıklar,17likler var. Maç böyle bitsin diye dua edenler yerine bir gol daha olsun da kupon tutsun isteyenler var. Gelen futbolcunun gündüzünden çok gecesine ışık tutan medya ve buna göre yönlendirilenler var. Gençlerin başını okşayanlar yerine, yıldızlara statta karşılama töreni düzenletip sonra da alkışlamayın diyenlerden oluşan bir yönetim var. "Hep böyle oynayın canımızı verelim" diye bağırırdık o eski güzel günlerde. Şimdi o canı feda edecek takıma bakıp bakıp hayıflanıyoruz.

6 Kasım 2011 Pazar

Bayram Tebriği Beşiktaş'tan...

Her Beşiktaş taraftarı bu hafta maçlarındaki kaybedilen puanları gördüğünde aynı şeyi söylemiştir. Beşiktaş böyle zamanlarda puan alamaz, fark kapatamaz, avantajlı pozisyona geçemez. Bir an ümitlenirsin, fark 1'e iniyor iyi oluyor diye sonra adama böyle kol gibi sokarlar!

Niye peki abi?! 2-0 öne geçtiğin maçta neden 4-2 kaybediyorsun. Sözüm Egemen'e değil, adam çöktü resmen. Gözleri doldu lafımız yok. Peki iki sefer Pektemek karşı karşıya kalacakken İsmail ve Veli'nin Quaresma sevdası nedir? İki dakikada iki golü neden yersin böyle bir maçta? Bir de araya milli maç girecek, herkes formdan düşecek; döndüğünde oynayacağın maçlar önce Galatasaray ardından Trabzon deplasmanı. Gerçekten harika.

Son maçlarda takım hep eksik. Quaresma'nın UEFA maçındaki gayretinden sonra buradaki isteksizliğini görünce insanın canı sıkılıyor. Maç seçmeye devam ediyoruz. Hele o son dakikalarda defansın orada başlıyor çalım atma çabasına. Tusubasa mısın arkadaşım 90 metre top sürüp oradan gol atmayı mı düşünüyorsun Allah aşkına?

Nihayetinde bizim için yine dert yine dert! AcademY ye skor gönderdim sürekli izleyemediği için en güzel lafı o etti; "Boşuna dememişler Beşiktaş işte arefeyi gösterir bayramı göstermez!"

Kurban diye bizi kestin yine Beşiktaş yap kavurmamızı dağıt fakir fukaraya...


4 Kasım 2011 Cuma

Beşiktaş Seninle Ölmeye Geldik

Takımın öyle ya da böyle bir kemik kadrosu oynadığımız son 4 maçta kendini belli ediyor. Egemen Sivok, Ernst, Quaresma ve Almeida üzerine kurulu takım bu oyuncuların oyun içerisinde büyük efor sarfetmeleri ya da sakatlık yaşamaları dışında değişiklik görmüyor. Dün 76. dakikadan sonra Almeida'nın ayaklarını çimlere sürüyerek koşması dışındaki değişiklikler ise genel olarak ihtiyaç dahilinde oldu. Yine sahada Ernst, Egemen, Almeida ve Sivok gibi çok güçlü oyuncular varken Dinamo Kiev karşısında oyunu domine etmek gerçekten çok zor. Hemen hemen bütün ikili mücadelelerde topu kazanmakta inanılmaz zorlandı takım. Oyunun genelinde galibiyet almak için elimizden geleni yaptık ama maçı kaybetmemiz de söz konusuydu. Ortada giden maçı lehimize çeviren ise rakibin ayağa paslarını ısrarla kovalayan orta sahamızdı. Ernst ile Aurelio insanüstü çabalarıyla maçı kazanabileceğimizi de hissettirdiler. Veli gibi ayağına çok hakim oyuncular için böyle takımlar çok zor. İlk rakibinizden sıyrıldıktan sonra ikinci müdahaleyi yapacak zamanınız yok. Sürekli kovalayan Dinamo Kiev orta sahasına önde basan defansını da eklersek yaratıcı adamların maçı olmadığı görüldü.

Veli Kavlak'ın atacağı ara paslardan çok rakibini kovalaması öncelikli göreviydi sanırım. Zaten maç içerisinde bu paslarından yalnızca birini Quaresma'ya verebilirken gördük. Hal böyle olunca uzun toplarla Almeida'yı karşı karşıya bırakmak ya da kanatlardan gol pozisyonu yaratma alternatifi üzerinde daha çok duruldu. Burada da Quaresma topu alması gerektiği yerden daha geride almak durumunda kaldı. Simao'nun tarafı için bir şey demek çok gereksiz. Yoktu bu maçta da. Q7'den beklentimiz bol çalım, bol top kaybına rağmen hem de. Sağ ayağının dışıyla en uzak direkten bindirene topu gönderme çabasıyla geçti.

Maçın yıldızı elbette Egemen'di. Müthişti. Maçı izlerken Trabzonspor taraftarına üzüldüm. Bizler Alpay'dan beri böyle adam gerçekten görmedik. Onlar da kıymetini bilmemişler. Sezonun yıldızı demiştik. Golü atmasa da maçın en iyi oyuncusu olmayı haketmişti. Ekstra işler yapıyor. Takımını yüreklendiriyor. Ölüyü diriltiyor.

Bir aferini de Almeida'ya açmak lazım. Rakibin 34 numaralı hayvanına karşı verdiği hava topu mücadelesi gerçekten takımın bunaldığı anlarda nefes almasını sağladı. Olmadık noktalara olmadık şişirmeleri tekrar arkadaşlarına indirmesi ve takımı daha ileride basmaya yönlendirmesi, sarfettiği efor muhteşemdi.

Carlos Carvalhal'in omurga takımı netleşti ama saha içinde oyuncuyu geberene kadar tutması büyük sıkıntılar yaşatacak bizlere. Pazar günü pestili çıkmış bir takım görmek istemiyoruz bir taraftan da. Holosko, Mustafa gibi oyuncuları oyuna daha erken almamasını böyle bir mantık yürüttüğü için geç aldı diye yorumluyorum.

Nedense Fernandes ve Guti çözümünü hiç aklına getirmiyor Carvalhal. Fernandes gibi bir adamımız var. Guti gibi bir yıldız ama en ihtiyaç duyduğumuz anlarımızda yoklar. Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor. Bu adamları 18 içerisinde tutmanın bir yolu olmalı mutlaka.

Takım öne geçtikten sonra galibiyetin bizim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Geriye yaslandıklarını ve bunu doğal karşılayacağımızı da hiç aklımdan geçirmezdim ama deli gibi efor sarfeden takımdan oyunu karşıya yıkmasını beklemek de vizdansızlık olacaktı.

Golü attıktan sonra Almeida'nın oyundan düşüşü ve kulübenin halen çözüm üretmemesi maçın son dakikalarına girerken neler yaşayacağımızın da işaretiydi. Son dakika pozisyonu maçın özeti gibiydi. Bu pozisyon tek başına maçın önemini, rakibin baskı kurduğunda ne kadar etkili ve güçlü olduğunu gözler önüne serdi. Youtube'da yer alan bir yorumu paylaşmışlar arkadaşlar. Son saniye pozisyonu için en anlamlı yorumu yapıp bırakıyorum: Topun izlediği yönü dikkatlice takip edin, Allah yazdığını göreceksiniz.

1 Kasım 2011 Salı

Garip


123 Gol Yetmez blog sayfasına koymuş. Bu dahice fikir kimin diye sormuş. Gerçekten komik. Ama burada söylenmesi gereken bir nokta daha var. O da Carvalhal'in sıfır ego sahibi olması. Elini de omzuna atmış. Helal olsun. Başkası yapar mı?

Hızlı hızlı giden yolcu...

Kapalıya Çakma Dolmuş Çakın Gardaşlar Çakın

Kapalı tribün ben lisede okurken efsaneydi. Orada olacak ve onların arasında maç seyredecek hele hele deplasman yapacak adamı tanımak, konuşmak uzaya adam göndermek gibiydi bizim için. Beşiktaş Göteborg maçı öncesi biz dersteyken dışarıda sallanan ve o akşam İnönü Stadyumu'nda da dalgalandığını tvden gördüğüm damalı Beşiktaş bayrağı benim hayatımın filminde fragmana girer:)

Benim ergen zamanımda bana hissettirdiklerini şu an bir yerlerde birileri hissediyorsa bu yazdıklarımın hiçbir anlamı yok elbet. Ama aradan geçen şu 14 senede bazı şeylerin yeri doldurulamadı. Bunda değişen hayat standartları, yaşam şekilleri de önemli elbet. Ama kaybolan şeyler hayatımızın en anlamlı öğeleri olunca dert ediyor insan kendine.

Bozulma bir anda dünden bugüne olmadı. Zamanla insanlar kapalı tribünde destek vermek yerine, Beşiktaşlı topluluk olmak yerine, birilerinin adamı olmayı tercih etti. Takıma bağırırken bir anda bir grubun parçası olarak hedefe ulaşmak için ikinci üçüncü halkada yer almaya başladı. Yan tarafın bağırdığına eşlik etmemekle devam etti. Kavgalarla korku imparatorluğu yaratıldı. Maça karı kovalamaya, alt katta güzel kız kovalamaya gelenler de oldu. Kombinesini büyük maçlarda satan da. Deplasmana turistik ziyaret yapar gibi giden de. Maç esnasında birinci halkaya yakın olup yurtdışı bedava deplasman kovalayan da.

Sonra hep eğlendikleri besteleri söylemekle doruğa çıktı. Makara yapmak takımı desteklemekten daha önemli oldu an geldi. Semtte içki masalarında olmak, maç öncesi ortam kurmak stadyumda Beşiktaş maçı izlemenin ötesine geçti. Parasını denkleştirip, kapalı tribün bileti alan adam dediklerimi daha iyi anlayacaktır. Senin için önemli olan yanındaki için önemli olmamaya başladı. Her besteye iştirak etme çaban yanındaki tarafından komik karşılandı. İçeride başka bir hava olduğunu anlayarak seneye kombine almak ve aslında senin dışında olduğun ortama girmek gibi aptal bir düşünce bile oluştu. Aslında doğru olan o kapalıya parasını denkleştirip girenin yaptığıydı. Yaş ile alakalı bir konu olabilir ama bugün öykünüp durduğumuz tribünlerin yaş ortalamasının çocuk olmadığını da söylemek lazım. İşinde gücünde adamım, yaşım bazı şeylere engel oluyor demek anlatmaya çalıştığım tribün adamı olmaya da engel değil.

Bugün kapalı tribüne bilet alamamış insanların oluşturacağı kapalı tribün bugünkünden 10 gömlek üstün olurdu. Bunun değişmiş olması insanın canını sıkıyor. Alkolü son haddine kadar alıp, sağı solu rahatsız edip, takımına 5 kuruş fayda sağlamayan, tribünde besteleri bile bilmeyen adamların kapalı tribünde sürüyle olduğunu anlatmaya gerek var mı hala bilmiyorum ama bu tribünün gerçek sahiplerinin dışarıda olduğu kesin. Bu duruma getiren Beşiktaş yönetimi. Çok pahalı fiyatlarla satılan kombineler bir ticari mal oldu taraftarlar için de. Taraftar da bunu satın alan bir müşteri. Saha içinde kendisine keyifli dakikalar yaşatan oyuncular da en değerli karşılığı. Maksat tribündeki adam ayağa kalkıp otursun. Skor tabelası çok önemli değil. Beşiktaş ikinci sırada. Keyif almaya geliyor, güzel bir hafta sonu etkinliği olarak görüyor. Beşiktaş hastası olduğu için değil. Tamam böylesi de gelsin. Hepimiz delirmeyelim ama deliren adamın alabileceği makul fiyatlar uygulayın kardeşim. Biletix'ten onlarca haftasonu etkinliğinden biri olarak seçilmesin Beşiktaş'ın kapalısı. Baskın olan bu olmasın.

Ben kapalı tribünde çıkan kavgaların öyle dedin, böyle baktın, şunu dedin bunu dedin diye çıktığını hatta kavganın ittin, üstüme çıktın diye peydah olduğunu da gördüm. Kavga verilecekse kapalıyı kapalı olmaktan çıkartan popüler kültür hastası kancıklardan kurtarmak lazım. Bu konuda hiç aklı selim olamıyorum. Stadyum yıkıldığında yönetimin kapalı tribünü nasıl konumlandıracağı şu an kapalıya hükmeden insanlardan belli. En azından kısa bir süre adam gibi destek verecek bir kapalı istiyoruz çok mu?

Yukarıda da bahsetmiştim halen varsa benim lise çağlarım gibi hisseden bu yazının hiçbir anlamı yok diye. Eğer varsa büyüdükçe insan kirliliği görüyormuş diye açıklayacağım kendime. Ama şu video ve röportaj farkı ortaya koyuyor.

http://www.zapkolik.com/88734/besiktas-kapali-tribun-trt.html

31 Ekim 2011 Pazartesi

Geç Kalmış Bir Beşiktaş-Fenerbahçe Yazısı

Fenerbahçe ve Sivas gibi iki farklı maçtan 4 puan çıkartmak sezon içerisinde çok da kötü bir tablo gibi durmuyor. Üstelik Sivas maçından bir puan Fenerbahçe maçından 3 puan çıkartmak da olası iken kimse ah vah diye hayıflanmasın. İki ileri bir geri demişti Rıdvan iki sene önce Beşiktaş için. Aynen o durum devam ediyor. Bir maç öncesi ile bir maç sonrası arasında devamlılık arz eden kötü noktalar halen varken iyi noktalar ara sıra kendini gösteriyor. Genelde böyle durumlarda futbolcu rotasyonu ile çare bulunur. Optimum fayda alınan kadrolardan birini oluşturamadık yıllardır. Bir tarafını düzelttiğiniz takımın diğer tarafının elinizde kalıyor olması anlaşılır gibi değil. “E hadi söyle nedir durum? Ne değişmeli?” diye sorana da tatmin edici cevabı veremiyorum. Fenerbahçe maçında üst düzey moral motivasyonun öne geçtikten sonra  “e şimdi ne yapacağız” noktasına geldiğini hissediyordum tribünden. Sorun takımın oyun içinde alternatif planı, alternatif oyunu kabaca b ya da c planını bir türlü kurgulayamamasından kaynaklanıyor. Öne geçen bir takımın neler yapacağını hele hele derbide bu ihtimalinde maç öncesi konuşulduğuna inanıyoruz ama sahada bir türlü göremiyoruz. Üst düzey motivasyonun yanına iyi oyunu da ekleyen Beşiktaş’ın skoru ısrarla lehine çevirdikten sonra yapması gereken zaten hepimizin malumu. Maç esnasında da hatırlatmak gerekirse gerisi kabak çiçeği gibi açılmış Fenerbahçe’ye son yumruğu vurmak kalıyor. Bunu bir türlü yapamayışımızın nedeni evet Quaresma idi. Rakibini karşısına aldıktan sonra fantezi üstüne fantezi denemesi farkı ikiye çıkartmaktan daha ağır basıyor. Taraftarın oley çektirmesi ile tribünlerde bu suça ortak. Fenerbahçe ile oynarken tek farklı önde oynayan takımımızı kendi kendimize rehavete atıyoruz. Burada kulübeye daha çok kızdığımı da söylemeliyim. Futbolun dili her yerde aynı. Öndesin. Derbi oynuyorsun. Daha var 20 dakika. İpe un seriyor takım. Belli ki yeterli görmüş, sallanan rakibini indirmek yerine oyunu soğutmaya ve tutmaya çalışıyor. Yani bunu söylemek için ne spor yazarı olmak lazım ne futbolcu ne de teknik direktör. Müdahale edilmeyen noktasının bedelini ödedik Fenerbahçe maçında. Yani ne kadar dövünsek azdır. Evimizde oynadığımız iki Fenerbahçe maçı sonuçları alakasız olsa da aynıdır. Ciddiyetsizlik Portekiz havasından demek kısmen doğru.  Ama hatanın hepsini oraya yükleyemeyiz.
Bir diğer canımı sıkan konuysa Fenerbahçe taraftarının yıka yıka stada girmesiydi. Burada tribünün algısı rezil olduk noktasında oluyor çoğu zaman ama eskidendi bu düşüncelerin gerçekliği. Şimdilerde stadyumda ne oluyorsa emniyetin rezilliğindendir. Beşiktaş taraftarı kendi sahasında ağır tahrik altında kalmış, buna rağmen sahaya bir Allah’ın kulu atlamamıştır. Bunda sporda şiddet yasasının ya da günümüz ülkesindeki “girdi mi çıkaman” zihniyetinin de etkisi büyüktür elbet.
Eskiden ota boka atlayan taraftarın bu tablo karşısında hepiniz O.Ç ile sınırlı kalması futbolun medeni tarafı açısından evet bir zaferdir ama tribün raconu kesenler için kocaman ayıptır. Hala var mı? Varsa kaç yaşında bu kardeşlerimiz bilmem.
Uzun bir aradan sonra ilk kez kapalıdan maçı takip ettim. Gerçekten alkol had safhada. Sürekli kavga. Takımı izlemek, desteklemek ve olayları takip etmek arasında gidip geldiği maç oldu benim için.
Van’a gönderilen atkılar ise günün kendi açımdan en önemli olayıydı. Maç çıkışı hala atkıların atışı gözümün önündeydi ama bir dialogla o da uçup gitti. Maçtan atkıyla çıkmak gerçekten tuhaf ama vardı birkaç kişi. Belki de iki tane alıp birini boynuna taktı bilemiyoruz ama alkollü olduğunu sandığım biri boynunda atkıyla maçtan çıkan adama faşist dediJ Adam sadece üşüyordu. Dönmedi bakmadı bile. Sonra etrafıma baktım. Sadece atkı takmayan o değildi. Başkaları da atkılıydı. Sarmış çıkmış maçtan. Sanırım en zayıfıydı lafı yiyen.

25 Ekim 2011 Salı

Mersin Gerçekten Bir İdman Yurdu

Beşiktaş'ın Mersin İdman Yurdu karşısında D.Kiev'den farklı olduğu açık. Ancak burada rakiplerinizin direnci belirleyici olduğu için umut vaat eden bir futbol oynandı demek çok iyi niyetli bir yorum olur. Beşiktaş'ın orta sahada hiçbir baskı görmemesine rağmen oyunun belirli dakikalarında Mersin İ.Y'nun ablukasını kıramamasını açıklamak da zor tabii.

Necip, Ernst ve Veli Kavlak'ın birlikte oynaması belki de geçtiğimiz 7 hafta içerisinde en iyi orta saha görüntüsünü verdi. Daha çok koşan ve mücadele eden bir takım görüntüsü verilmesinin baş kahramanları da bu üçlüydü. İsmail Köybaşı ile Hilbert'in muhteşem ileri çıkışlarını ise yine rakibin o alandaki oyuncularının çok rahat ileri çıkabilmelerine bağlıyorum. Yerinde olmayan beklere karşı İsmail her daim başarılı olabilir ama yerinde duran, olması gereken yerde bekleyen beklere karşı İsmail'in ikiye bir yapacak adam ihtiyacı hep olacak. Hilbert ise bu takımın en iyi beki bence. Her maç 11'de yer bulmalı. Yabancı sayısına takılmadığı takdirde vazgeçilmezi sağ bekin.

Egemen ise bu sezonun yıldızı olacak gibi duruyor. Zannediyorum şu an ligde her takımın 11'inde oynayabilir. Sezonun en iyi transferi oldu. Ben Ferrari'den ne farkı var diyordum ama yanılmışım. Farkı yüreğiymiş. Can-ı gönülden oynuyor. İyi niyetinin yanında oynadığı alanın da hakkını veriyor.

Simao için hala sabrediyoruz. Bildiğimiz ve geldiğinde kendisinden beklentilerimiz halen karşılık bulmadı. Oynayacak ama ne zaman belli değil. Ne sorunu var acaba?

Quaresma ise ekstra bir oyuncu olduğunu her zaman gösteriyor. Her hareketiyle sağı solu bitmiş tamamlanmış takıma tat katar ama Beşiktaş gibi gerisi ilerisi oturmamış takımlar için rus ruleti. Fenerbahçe maçında yine en büyük beklentimiz o olacak ama takım oyunu oynayamasını beklemek hayalcilik. O eğer takım oyunu oynayabilseydi Mourinho'nun Real Madrid'inde idi.

Ve genç(!) Edu. Ben bazen hiç futboldan anlamadığımı düşünüyorum inandığım adamlar hayal kırıklıklarına devam ettikleri zaman. Edu'dan Bobo olur mu diye düşünmedim değil. Olur diyordum. Dün bir pozisyonda fevk ile geçişi tam Bobo hareketiydi. Maçın sonlarına doğru Mersin İ.Y defansında topla buluşması ve dönüşü bana yine anımsattı. Yine Edu gibi bir zamanlar Higuain'den de çok ama çok umutluydum. Eğer Kadıköy'de Batuhan pası verseydi ve onun golüyle galibiyet alsaydık bugün -evet halamın .aşşakları mevzu ama- Higuain'den başka türlü bahsetmemiz mümkündü. Kelebek etkisine feci inanan ve ufak şeylerin ileriye dönük büyük değişikliklere sebebiyet verdiğine takmış durumdayım. Yine konumuzla alakasız da olsa Baros'un Kocaelispor maçında kaçırdığı penaltının Skibbe'nin Eskişehir'in başına gelmesine kadar silsile oluşturduğuna inanıyorum. 5-2 bitmişti ve Taner Gülleri şov yapmıştı. Hafızam yine yanıltır mı sanmıyorum. Kontrol etmeden yazıyorum.

Velhasıl Edu'nun ben hala evet hala iyi işler çıkartacak potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda evet çok iyi niyetliyim. Kariyerinin en iyi sezonunu bizde geçireceğini umuyorum. Tabii Edu'ya bu kadar inanan bir insan Mustafa Pektemek gerçeğini ve Edu'dan daha yetenekli olduğu noktasını es geçmez. Mustafa Pektemek hem Simao'nun hem de Holosko'nun altenatifi gibi kullanılabilir ve bu üçlüyü birbiriyle rotasyona sokarak Simao'nun da canlandırılacağını düşünenlerdenim. Dün hep doğru yerde olduğunu dikkatli gözler kaçırmamıştır. Pektemek bugüne dek Bebe ve Almeida'nın yokluğunda daha güzel işler yapmalıydı ama bu yapamayacağı anlamına da gelmiyor.

Evet herkese her oyuncuya boncukları dağıttık. Sivok için bir şey yazmadım. Adam istikrar abidesi. Bir de Cenk için. Cenk'in iyi kaleci olmak için yolu var. Tek şanssızlığı Beşiktaş'ta oynaması. Başka bir takımda olsa çok çabuk tecrübe kazanacak Milli Takım yoluyla. Oğuz Çetin'in anti Beşiktaş duruşunun bu çocuğun da gelişimine sekte vurduğunu düşünüyorum. Hatta buraya Necip'i de ekleyebiliriz. Yekta ve Sabri'nin orta saha oynadığı, Mert Günok'un yedek kaleciliğini yaptığı Milli Takım nimeti bizim gençlere bir türlü uğramıyor.

Evet boncuklar Mersin karşısında güzel güzel dağılır ama Veli Kavlak Fenerbahçe karşısında forma bulur mu? Ernst ve Necip'in abi kardeş ilişkisi Fernandes daha tecrübeli ve Fenerbahçe maçı büyük maç diye bozulur mu göreceğiz.

Yardımlaşma ve mücadele denen şeyleri Fenerbahçe karşısında ama Fenerbahçe'den daha çok yapmak mümkün olur mu? Hep soru işareti. Ziegler'in derinlemesine aynı çizgideki Stoch'a, Stoch'un merkezdeki Alex'e, onun da bindiren Ziegler'e orta yapma imkanı sağlayacak pası atacak ezberlenmiş Fenerbahçe kurgusuna ve Aykut Kocaman'ın merkezden kanatlara Motto'suna ne yapılacak göreceğiz.

Fenerbahçe'de sürpriz yok. Bütün sezon bunu yapıp duruyorlar. Her maçta da rakiplerine üstünlük sağlıyorlar. Orta sahada rakibin daha çok koşmasına ve pas yapmasına imkan vermiyorlar ve enteresandır uzun zamandır Fenerbahçe rakiplerini eziyor bu anlamda.

Ben yine kendi sahasına kapanan, Dinamo Kiev maçında acz içinde kalan çıkamayışlarımızı bekliyorum Fenerbahçe maçında. Belki o kadar kötü bir görüntü olmayacak ama kabullenen bir Beşiktaş'ı göreceğiz gibi. Buradan Beşiktaş maçı kaybeder anlamı çıkmasın ama daha iyi oyun anlamında çok geride olduğumuzu söyleyebiliriz.

21 Ekim 2011 Cuma

Alıştık

Her maç öncesi Beşiktaşlı olduğumuzdan herhalde öyle saçma bir umut var işte. Yoksa İddaa bayiinde insanların 1'den 1 olur tercihleri bana komik gelmezdi. Ben de 2'den 2 oynamıştım. Benim tercihim daha komikmiş şimdi bakınca.

Maç başlar başlamaz İsmail Köybaşı'nın saçmalamaları, kendine güvenini iki dakikada kaybetmesi ve sonrasında Simao'nun yine kayboluşları. Maç içinde ileri gitmekten korkan bir takım. Korkaklar ordusu. Ama yine değişmeyen bir yanı var Beşiktaş'ın. Her şeyimiz değişti. Dünya değişti. Ama bir tek Beşiktaş'ın bize yaşattığı şu acılar değişmedi.

Maçta dikkatimi çeken tek adam Vukojevic. Dün en az 10 km koştu bu adam. Her Beşiktaşlıya ilk önce bu adam bastı. İleride geride. Oynadığı takımın adı gibi orta sahanın dinamosu dün bizim acz içinde kalışımızın da nedeniydi.

Stoke City'i içeride yeneriz belki ama Dinamo Kiev'i yenmek daha zor gibi geliyor.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Soylular Geldi Mi? -Şimdi Yürek Burkulur

Pazar saat 14:45... Beşiktaş vapurundayım. İçimde bir pişmanlık. Hava buz, yağmur... Beşiktaş sakin, sessiz. Sokaklar boş. Yürüdüm çınarlı yoldan stadyuma doğru. Önceleri çiseleyen yağmur şimdi iyiden iyiye sağanak şeklinde. Yolun ortasındayım. İçimde tedirginlik.

Benden başka yürüyen yok. Arkama bakıyorum şemsiyeli bir çift. Bir yere yetişme çabaları yok. Saat 15:25. Tam vaktinde geldim diye düşünüyorum. Köşeyi dönüp İnönü'yü soluma alıp tırmanıyorum yokuşu. Önümde yine kimse yok. Arkamdakiler de yok artık. Bomboş her yer. İleride Beşiktaş montlu biri otobüs durağında elinde telefon konuşuyor. Kıllanıyorum. Aklıma yola koyulmadan önce gelen sorular geliyor. Bastırıp yürüyorum. Durağın yanında geçerken gülüyor. Selam mı verdi .aşşak mı geçti anlayamadan devam ediyorum. Artık tamamen ıslağım. Parkın kapısından içeri girmeden telefona sarılıp arıyorum AcıbadeM'i. Yoldaymış. Yetişecekmiş. Gelme diyorum kimse yok bir ben varım. Dönüyorum Beşiktaş montlunun durağına. Yürüyorum ama durak boş. Yok olmuş. Otobüs bekliyorum. Saat 15:35...

Otobüs yok. Gelen taksileri kesiyorum. Bir boş yakalayıp biniyorum taksiye. Saat 15:45... Parkı dolaşıp Beşiktaş diyorum. Gözüm parkta camı da açıp geziyorum ama çıt yok. İnsan yok. Kendi kendime küfredip Kazan'a bira içmeye gidiyorum. AcıbadeM arıyor. Arkadaşlar oradaymış sen nereye baktın diyor. Bu sefer gerizekalı gibi hissediyorum kendimi, buluşup bir daha bakalım diyorum. Saat 16:10... İnönü Kartal Yuvası önündeyiz. Yürüyoruz. Bu kez Beşiktaşlılar var tek tük, ikili ikili. Parkta da insanlardan çok şemsiyeler karşılıyor bizi. Saat 16:15 parkta 30 kişi ya var ya yok.

Sonra Breaveheart filmindeki gibi yerliler katılıyor bize:) Yukarı taraftan sessiz sedasız bir grup katılıyor. Onlar da bizim 3'te 2'miz kadarlar. Herkes sessiz. Bir huzursuzluk. Sayı azlığı nedeniyle pişmanlık. Breaveheart'ta büyük imparatorluğa karşı direnen yerliler gibiyiz gerçekten:) Yerliler var da soylular nerede?

Sonra biri yüksekçe bir yere çıkıp Yıldırım Demirören hakkında konuşuyor. Terbiyeyi elden bırakmayalım diyor. Protestomuzu incitmeden yapalım gibilerinden acayip bir ödleklikle açıklıyor neden orada olduğumuzu.

Sonra sonra daha aşina suratlar geliyor parka. Hadi beyler herkes çıksın kaldırıma foto çekelim diyorlar. Çıkıyoruz. Foto çekiliyor. Öne de iki tane anlamsız pankart koymuşlar. Ne? 368 Milyon Mu? Bu kadar laubalilik olmaz. Yani şu pankartın arkasında durarak fotoğraf çektirmek nasıl bir zeka ürünü. Sululuk yapmanın yeri mi yani. İnanılmaz gerçekten.

Bir de elinde AcıbadeM'in de dikkat çektiği gibi bira şişeleriyle gelenler vardı. Ulan bari şurada iki dakika ciddi olsana arkadaş. Bir kenara bırak öyle gir kadraja bari. Anlayamıyorum gerçekten.

Aşina suratların ilk başta kareye girmek istememeleri şaşırtıyor. Oraya neden geldin ki diye düşünecekken zorla "gelsenize oğlum" sözleriyle istemeye istemeye giriyorlar.Yaklaşık 5 dakika poz verdikten:) sonra basın mensubu illallah diyerek "Yok mu basın bülteni ya da bir açıklama" diyor herkes yine birbirine bakıyor. Basın mensubu da hay sizin protestonuza der gibi dönüyor sırtını çektiği fotoya bakıyor.

Derken birileri basket maçındalarmış geleceklermiş diye üfürüyor. AcıbadeM ile "Ulan bu kadar organize ediyorsun bir de geç kalıyorsun" diye söyleniyoruz. Sonra dönüyoruz. Fare dağa küsmüş, dağın haberi yok...

16 Ekim 2011 Pazar

Allah Belanızı Versin!

Akşam geldiğimde sinirden yazamadım. Aynı sinir sebebiyle uykumdan da uyandığım için kargalar b.kunu yemeden bir iki satır yazmak istiyorum.
Her şeyden önce, gerçekten Allah bin türlü belanızı versin! Şimdi buna bazı arkadaşlar "hani her zaman tam destek veriyorduk" diyebilirler. O arkadaşların çoğu eminim dün sıcak evinde çayını yudumlarken maç izlemişlerdir. Ben kar, kış, yağmur, soğuk, sıcak demeden bu armanın peşindeysem; iki hafta bekledikten sonra bir cumartesi akşamı yağmur altında 3,5 saatimi vermişsem ve karşılığında da bu oyunu izlemişsem bu sitemi etmek benim en doğal hakkımdır!
Bana "şampiyon mu olmayı istersin yoksa tuttuğun takımın evindeki maçları her zaman kazanmasını mı?" diye sorsalar hiç düşünmeden ikincisini seçerim. Kendi evimde bu rezilliği yaşadıktan sonra deplasmanda 10 gol atılsa ne yazar?
Bu tip maçlardan sonra eve dönerken sahip olduğum ruh halimi ancak tribüne gelen anlar. Bir abi "böyle zamanlarda verdiğim paraya acıyorum" diyordu motorda, haklı. Cuma günü kombinenin son günüydü, bir hevesle hadi alalım diyen adam şimdi kendisine kızıyordur. Bir de deplasmana gider gibi, yakın illerden veya uzak semtlerden maça gelenler var. Artı ücretsiz bilet uygulaması ile maça ilk kez gelen bayan taraftarlarımız var. Muhteşem bir hediye gerçekten bu oyun! Farkındaysanız skor umrumda değil, ortaya koyulan oyundan bahsediyoruz. Arkadaş adamların s.kleri d.şşaklarına denk. Bu nasıl rahatlıktır? İki haftadır ne yapıyorsunuz baba siz? Formsuzluk, uyumsuzluk, isteksizlik hat safhada.
Neyse geçmiş olsun kardeşler, bu seneyi atın çöpe.Carlos dingili "dünyanın sonu değil" dese de benim için sezon bitmiştir. Play-off sistemi belki bize yarar aq, yaptığım hesaplara bak! Eğer bu sene bu takım şampiyon olursa ben de lig sonunda sadece burada değil, RAKAMLA 10'u okuyan, takip eden herkesin istediği herhangi bir yerde "Ben eşşoleşşeğim!" diye bağıracağım!



Buradan sonrası siyaset içerir
Bahsetmeden geçemeyeceğim şu durum var. Kapalının ortasında tavana "Sizinleyiz..." pankartı açılmış. Metris'te yatanlar pankartın üstünde. Ben şike operasyonunun tamamen siyasi olduğunu düşünüyorum. Fenerbahçe'ye politik bir oyun düzenlendi, meze olsun diye de bizimkiler alındı. Benim bildiğim kadarı ile kapalı tribünden bir çok kişi de bu düşüncede. Peki siyasi bir oyun diye düşünülen ve yorumlanan tutuklanmayı yapan hükümetin başına yani başbakana bu denli yalakalık yapılmasının ne anlamı var onu çözemedim. Bu iki pankart "sayın başbakanımız başımız sağolsun annenizin mekanı cennet olsun" ve "cennet annelerin ayakları altındadır mekanın cennet olsun Tenzile anne" 'Çarşı' imzası ile dün kapalı tribünde açıldı. Geçen sene Erbakan'a açılan pankarttan sonra bu pankartlar olayın rengini iyice değiştirdi. Başbakan bir insandır sonuçta ve annesini kaybetmiş olması üzücüdür, bu boyutta ben de kendisine başsağlığı diliyorum fakat mesele bu değil. Burada tribünün kaydığı eksen önemli.
Alen Markaryan bir konuşmada "Çarşı bir ruhtur, kendisini bu ruhtan hisseden herkes Çarşı'dandır." demişti. Ben taraftarımızın asi, muhalif, düzen karşıtı ama demokrat, çevreci ve nihayetinde sosyalist yönünü seviyorum. Geçen sene Erbakan'a 'hocam' deyip hepimizin hocası yaptılar bu sene de rahmetli Tenzile Hanım hepimizin annesi oldu!
Bu tribünün zihniyeti neredeyse 180 derece döndü. Geçen sene Erbakan'a açılan pankartın olduğu tribünde olmaktan oldukça rahatsız olmuştum. Çarşı artık buysa benim burada işim yok diyerek ve endüstriyel futbola - zamlara karşı bir tutum izleyerek Eski Açık'tan kombine aldım. Dün açılan pankartlar saatlerce ıslanmama rağmen doğru bir karar verdiğimin göstergesidir. Çarşı'nın adı kalmış tadı kaçmıştır artık. Şimdi kapalıdan bazı arkadaşlar "üç beş adamı tribüne mal etme" diyebilirler. Ederim! Bu pankartları açtırıp altına 'Çarşı' yazılıyorsa olay bitmiştir benim için. Ben yıllarca Fenerbahçe "Adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan" pankartı açtıktan hemen sonraki maç "Tek Adam Mustafa Kemal" diye pankart açan tribünle övündüm. O güzel günler geride kaldı. Memleketimin halini düşünürken nasıl gözlerim doluyorsa tribüne de artık içim parçalanarak bakıyorum...
Yani kısaca Alen abi ben artık kendimi o ruhtan hissetmiyorum!

11 Ekim 2011 Salı

Büyük Yürüyüş-Büyük Mevzu


Burası Kapalı blogspot'ta görmeden önce de rastlamıştım bu yürüyüşe ama çok da önemsememiştim. Sebebi tribünün kafa adamlarının içinde olmayacağı bir işin ses getirmeyeceğindendi. Burası Kapalı çok önemli bir bilgi vermiş. Cem Yakışkan'ın da bu oluşumun içinde olduğunu söylemiş. Allah bir mani keder vermezse oradayım. 1903 olarak kendimi bağlar. AcademY ve TIKANDI BABA ne der bilmem. Rakamla10'u da bağlamaz.

Cem Yakışkan'ın Sinan Engin'e karşı açtığı pankart ve sonrasında yaşananlar ayrışmanın olduğunu göstermişti. Bu da ete kemiğe bürünmüş hali.

16 Ekim Saat:15:30′da kazanda toplanıp kulüp binasına yürüyoruz.
Bu güne kadar sustuysak menfaatimizden değil Beşıktaşa zarar gelmemesi için sustuk.Emin olduk ki sözde tribün liderleri çıkar ilişkilerimiz bozulmasın diye asi ruhu ayaklar altına almış,son barikat sahipsiz herşeye boyun eğer olmuş.
Bu tribün 16 yıl koltuğuna yapışmış süleyman sebayı göndermiştir,Beşiktaşa zarar veren her kim olursa olsun biletini kesmiştir ve bugün yine iş başa düşmüştür.Kapalı tribünü ölümsüz kılan tribün emekçileri artık susmayacaktır,gün Beşiktaşı kurtarma günüdür.
Bu renklerin yıllarca cefasını en derinden çekmiş bizler pazar günü bir dizi organizasyonla bu mücadeleye başlıyoruz,bu mücadele yıldırım demirören gidene kadar devam edecektir.Bütün Beşiktaş sevdalılarını pazar günü Büyük Beşiktaş Yürüyüşüne bekliyoruz.
ASİ RUH ÖLMEDİ,SON BARİKAT YIKILMADI,BİZ BALTALARIMIZI GÖMDÜK AMA YERLERİNİ UNUTMADIK…

Türk Telekom Arena'nın Çatısı


Bu işlerden anlayan bir arkadaşa haberleri okuyunca ulaştım. Aşağıdaki gibi bir öngörü yapmış zamanında. Ama gerçekçi bulunmamış olsa gerek. Zira çatı üzerinden iki yıl geçtikten sonra 36 m2'lik bir kısmını bırakıvermiş stadyuma.

Ya Almanya maçında Podolski'nin üzerine düşseydi. O zaman halimiz nice olurdu. O stadyumda bir daha hiçbir uluslararası maç oynanamazdı.

Biz lig maçlarımızı oynardık. Bize bir şey olmaz çünkü. Mersin İdman Yurdu-Bursaspor maçında Ozan İpek saha kenarında üzeri dandik plastikle kapatılan çukura ayağını takıp kırmak üzereydi. Allah korudu. Maçı izleyenler burada bahsettiğim kadar önemsiz bir olay olmadığını, her ne kadar medyada yer bulmasa da işgüzarlığımızın tarifsizliğinin belgesi olan bu olayı daha bir dikkate alacaklardır.

Süper Lig'i böyle bir ülkenin Bank Asya 1. Ligi'nde durum değişik olur mu? Olmaz tabii. Tavşanlı Linyit-Kartalspor maçında taca çıkan top ambulansın altına kaçıyor. Ambulans ile taç çizgisi arasındaki mesafe 3 metre. Çocukken sokakta top oynarken arabanın altına kaçan topu alırdık. Öyle bir pozisyon çıktı maçta. Daha başka örnekleri de vardır mutlaka ama bu iki örnek ne kadar Allah'a emanet olduğumuzu gösteriyor.

GSGM'de hala bu stadyumun kendisine ait olduğunu ucube bir tabelayla göstermenin peşinde. GSGM bugün konuşmazsa, bugün sahip çıkmazsa o tabelayı boşuna asmasın. Neredeydin be adam bu stadyum yapılırken diye sorarlar adama. Madem senin malın biliyor musun, çatısı nasıl kaplandı, yapılırken ne zorluklar yaşandı.

Şüphesiz bu olayda en suçsuzu Galatasaray'dır. Uçan Galatasaray'ın stadyumunun değil inşa ettiğimiz futbol dünyamızın çatısıdır.

Konudan fazla da uzaklaşmadan Türk Telekom Arena'nın çatısının hikayesine geçelim. Bir arkadaşın ağzından aynen paylaşıyorum.

...ucuz 60 lık veya 80 lik trapez ile en ucuz çözüm olarak çatıyı kaplamayı düşünmüşler. Ne TOKİ ne de Galatasaray buna para ayıramamış.200 bin USD'ye çatı için reklam karşılığı işler çıkabilirmiş. Yani ver 200 bin USD'yi çatıyı yap. Reklamını koy gitsin. 
SFS paslanmaz çelik vidaların m2 de uygulama maliyeti €3. Belli ki burada çok basit yerli saç vidalar kullanacaklar. Bunlar trapez saçları delerek taşıyıcıya bunları sabitleyecek. İstenildiği kadar iyi yapılsın, yalıtılsın, sıcak soğuk farkları saçın deliklerini genişletecek ve buradan içeriye pas işlemesine ve çatının zaman içinde paslanıp renk atmasına, ve ayrıca bu deliklerden su sızıp aşağıdaki seyircilerin üzerine damlamasına sebep olacak.

Ayrıca asıl tehlikeli olan ise kuzey ve kuzey batı rüzgarlarına açık olan o bölgede çıkacak kuvvetli bir rüzgarda bu çatının genişleyen deliklerden ötürü kararlılığını yitirip taşıyıcıdan ayrılması ve uçarak seyircilerin veya TEM otoyoluna gidip araçlara zarar vermesi hiç istenmeyecek bir olay. Bununla ilgili TAV Gürcistan Tiflis’te 130 km/s hızda oluşan iki fırtınada iki kere Havaalanı çatısını kaybetti. Özel bir malzeme olmasına rağmen bu çatı uçtu. Burada 90km/s ulaşan rüzgarlarda, altı boş sadece vidalarla tutturulmuş bir çatı nasıl dayanır ben düşünmek bile istemiyorum.

Adam haklı beyler.

9 Ekim 2011 Pazar

İskenderun:2 Maraş:2









Dün 15:00'te başlayan maçın ikinci yarısına anca yetişebildim. Sora sora su boyundaki 5 Temmuz Stadyumunu bulduğumda çevresine park eden araçların azlığından tribünlerin pek de kalabalık olmayacağı belli oluyordu. Stat dışından kale arkası tribünde dolanan adamların kafaları görünüyordu ama ben ayak alışlanlığıyla kapalıya yöneldim. Kapalı dediğim de aslında numaralı tribün. Şeref tribünün iki yanından birine girmek için kapıya geldiğimde bekleyen kişilerin görevlilerle kapı açma pazarlığında olduğunu fark ederek vakit kaybetmemek için nereden bilet alabileceğimi sordum. İlk yarısı bitmiş bir maça bilet alarak girme isteğim bekleyen kalabalık tarafından yadırgansa da koşar adım gidip 3 TL'ye biletimi aldıktan sonra aranmadan içeriye girdim. Üzerinde takımların bile adının yazmadığı kağıt parçasını koleksiyonuma katmayı amaçlıyordum ama görevli sağ olsun parça pinçik ederek kutuya atınca yapacak bir şey kalmadı.

Ben bilet davasına koşuştururken takımlar sahaya çıkmış santrada hakemin düdüğünü beklemeye koyulmuştu. Skor tabelasında yazan 0-0 kısır futbol beklentimi minimuma indirse de tribündeki az sayıda ayakta duran ve çoğunluğunu 14-18 yaş arası gençlerin oluşturduğu 'Kirveler' grubunun tezahürata başlaması doğru yerde olduğumu hissettirdi. Yaşı geçkin bıyıklı bir amcanın yönlendirdiği tribün, pembe gömlekli delikanlının davula vurmasıyla bağırmaya başladı düdükten önce; "Gücüne güüüüç katmaya geldik, formanda teeer olmaya geldik, Körfez'im seninle ölmeye geldik...". Gülümseyerek sigaramdan bir nefes aldıktan sonra sağ kale arkasındaki Maraşlıları gördüm. 30-40 kişilik bir grup bayrakları, formaları ve pankartları ile geldikleri bu deplasmanda takımlarına destek veriyordu. Öyle bir pankart vardı ki aralarında deplasmancılığın cidden gönül işi olduğunu ortaya koyuyordu; "Arman yürek gibi atar sol yanımızda, siz gururla taşıdıkça 'Asiler' hep yanınızda".

Maç bir yandan oynanırken yanımda duran iki çocukla konuşmaya başladım. İskenderunspor maçlarında numaralı, İDÇ maçlarındaysa karşıdaki kapalı tribüne seyirci alınıyormuş. Ayrı liglerde oldukları için de zaten birbiriyle maç yapmıyorlar. Kirveler ve bağımsızların takip ettiği İskenderunspor 2. Lig'e çıkma mücadelesi verirken, Demir Çelikspor da Bank Asya'yı hedefliyor. "En kalabalık kim geldi buraya?" diye sorduğumda hiç düşünmeden 'Göztepe' dedi. Sonra belki de ilk kez öyle bir taraftar grubu görmenin heyecanıyla kendilerine ayrılan yeri doldurduklarını, ligin son maçı olduğunu ve kazansalar direk gidecekleri Bank Asya Ligi'ne maç berabere bittiği için gidemediklerini anlattı. Kırılan koltuklar Yalı'nın eseriymiş yani. "Geçen hafta da biz sahaya girdik" dedi peşine. Sanki olay çıkarmak maharetmiş, tribün olma adına bir göstergeymişçesine. İstanbulspor'a satılan eski oyuncuları son dakikada beraberlik golünü atıp da tribünlere hareket çekince sıkıntı olmuş. İstanbulspor deyince Kenan (Özvaran) geldi aklıma. Sordum, gelmiş. Stadın etrafında formasıyla dolandığını görüp şaşırmışlar. Derneğe götürüp çay-çorba ikramından sonra maça beraber geldiklerini ve Kenan'ın maçı deplasman tribününde tek başına seyrettiğini anlattı. Bir kez daha helal olsun dedim. (O maç için bkz: http://sarininuzerinesiyah.blogspot.com/search/label/Deplasman%20G%C3%BCnl%C3%BC%C4%9F%C3%BC )

Biz sohbet ederek maçı izlerken arada karşılıklı goller oldu. 1-0 öne geçen İskenderun üst üste yediği gollerle 2-1 mağlup duruma düştü. Maçtan ümidini kesmeyen Kirveler yine kulaklara aşina bir tezahürat ile destek verdi takıma; "İki gelmeli iki, iki gelmeli iki, s...cem böyle işi". Maraşlılardaysa öne geçmenin keyfi galibiyet golünü atan oyuncunun tel örgülere tırmanmasıyla doruğa ulaşıyordu. Bulunduğumuz tribünde arka sıralarda oturan ve muhtemelen üstümüz açık olsa kıçının altındaki gazetenin bir bölümünü külah misali başına şapka yapacak olan amcalardan bazıları bireysel küfürlerle hakemi veya sahadaki rakip oyuncuları uyarıyordu. Forma numarasıyla oyuncuya hitap şekli Anadolu'da yaşıyor; "Lan dokuz numara!" diye başlıyor haykırışlar. Son on dakikaya gelindiğinde baskısını arttıran İskenderun gol pozisyonları bulurken hemen arkamdan farklı bir ses çalındı kulaklarıma. Az önce ikinci çayımı aldığım teyze merdiven boşluğuna oturmuş maçı izlerken golü kaçıranlara isyan ediyordu küfürsüz. Ağzından çıkan en kötü söz 'gerizekalı' idi. Neyseki gol son dakikaya kalmadı ve maç beraberliğe geldi de teyzemin yüzü biraz olsun güldü. Bu arada boynundaki görevli kartında Yeni İskenderun yazıyordu ama sahadaki takım İskenderunspor diye düşünürken ertesi sabah gazetelerde takımın asıl isminin İskenderun 1967 olduğunu öğreniyordum.

7 Ekim 2011 Cuma

Başsağlığı

Fenerbahçe taraftarı Türkiye'ye yakışan başbakan adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan pankartı açmıştı. 3 Temmuz'dan sonra yörünge, eksen, balans Allah ne verdiyse 180 derece döndüler. Düşmanlar şimdi. Kimse yağlıyordunuz ne oldu demiyor. Unutuldu çünkü.

Beşiktaş taraftarı bu pankart açıldıktan bir hafta sonra Tek Adam Mustafa Kemal pankartını açmıştı. Şimdi destekledikleri Yıldırım Demirören, hedefi koyan Atatürk'ün yapmak istediklerini yapan mimar olarak yağlamış ballamış. Başsağlığından öte adı konamaz bir taziye yayınlamış.

Futbol camiası taraftarı, yöneticisi, medyası güç kimdeyse ona tapar. Kemiksizdirler. Kimin ne yaptığı bu nedenle önemsizdir. Herkes yalayıp yutuyordur, ben yalamış yutmuşum çok mudur mantığı her zaman haklı çıkmıştır.

Demirören bugün Beşiktaş'ın başkanıdır, Kulüpler Birliği başkanıdır... Bu nedenle yalar da yutar da. İnan Kıraç nasıl geri vites yaptıysa, Aydın Doğan nasıl yok olduysa, el çektirildiyse, Demirören'de yolunu bulmuştur. Aslanla yemek yiyorsan haddini bileceksin diyor Demirören. Dönemin adamı oluyor. Beşiktaş'ın taraftarı da arkasında duruyor. Alan memnun satan memnun kısaca. Beşiktaş Demirören'in malı gibidir ne yazık ki. Şaşırıp duruyoruz ama çok içinde olup kafa yormaya gerek yok. Biraz geriden baksak daha net göreceğiz.