30 Eylül 2008 Salı

Haklısın Abi

Ben böyle taraftar görmedim demiş. İşte burada. Peki haksız mı? Değil sonuna kadar haklı. Çünkü geçen sene İnönü'deki Beşiktaş-Galatasaray maçında kırmızı kart cezalısıydı.

Futbol Yorumculuğu

Şu sıralar en beğenerek takip ettiğim programlardan biri Futbol Ekstra. Gerçekten Bağış Erten, Banu Yelkovan ve Alp Özgen izlenesi bir program yapıyorlar herkese tavsiye edilir. Hem de Futbol Kulübü'ne karşı. O kadar büyük umutlarla kilitlendiğim Futbol Kulübü fare doğurdu dersek abartmış olmam heralde. Ekranların eskiyen yüzleri Mehmet Demirkol'un maçla ilgili ne söyleyeceğini biliyoruz zaten. Hiç olmadı ertesi gün yazdıklarından takip edebiliriz. Uğur Meleke'ye gelince... Sanki adam programda sıkılıyor. Devamlı bir sıkılganlık hali mevcut. Çok içten samimi olduğundan kuşkumuz yok söylediklerine gerçekten inanıyor ama bu medya aleminde bir rekabetin söyleyeceklerinin önemli şeyler olması gerektiğinin altında ezilir bir havası var gibi. O da Türkiye'deki yorumcular arasında sıyrılanlardan ama Mehmet Demirkol ile Okay Karacan arasında sıkışmış gibi duruyor. Okay Karacan kim ne derse desin bu üçlünün Cem Yılmaz'ı. Yılmaz Erdoğan'ı Mehmet Demirkol, Beyaz'ı ise kesinlikle Uğur Meleke. Böylesi bir tadı var bu programın ve zamanla da sıktığını düşünüyorum.
Tekrar Futbol ekstraya dönecek olursak. Bağış Erten'in Sivasspor'a getirdikleri yorumları ilgiyle izledim. Geçen seneden tribün olarak ve takım olarak sakinliği kendilerine ders olarak çıkardıklarını söylüyor. Bunun yanında ise Bülent Uygun'un militarizmden uzak durması gerekiğinden bahsediyor. Bu söylemlerden uzak durması halinde başarınında geleceğine inanıyor. Başarı demeyelimde Bağış Erten Bülent Uygun'un futbola siyasetin ya da siyasi kavramların örneğin militarizmin girmesini istemiyor. Evet futbolun içerisinde siyasetin olmasına karşı olabilirsiniz fakat bunu "Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri bireysel silahlanmayken nasıl olurda militarizmin üzerine vurgu yaparsınız" diyerek açıklıyor. Orducu bir kimliği var Bülent Uygun'un. Hem bu yeni de değil. Yıllardır asker Bülent o. Bülent'in orduya olan sevgisi ile bireysel silahsızlanma çalışmalarını sekteye uğrattığını söyleyebilirmiyiz? Bağış Erten'in neden böyle düşündüğünü çok merak ediyorum. Keşke bir daha konusu açılsa da ayrıntılarıyla anlatsa bizde anlasak.

İyi Bayramlar


29 Eylül 2008 Pazartesi

Aferin Çok İyi Düşünmüşsün

Metin Yahya Üster adında bir renk bilimci açıklama yapmış: "Beşiktaş renklerini değiştirsin daha başarılı olur." Geçenlerde de yabancı bilimadamları -kesin İsviçrelidirler- kırmızı rengin daha başarılı olduğunu söylediler. Renklerin başarılarda bu kadar anlamlı olduklarını düşünenlerden değilim. Bu kadar salakça bir vargıya varıp para kazanan insanlar olmasına da üzülüyorum. Birde açıklamada en başarılı yıllar kırmızı rengin kullanıldığı yıllar saptaması yapılmış Beşiktaş için. Kurt kocayınca köpeklere maskara olurmuş işte. Şampiyon olamadığımız sürece Beşiktaş üzerine böyle abuk sabuk haberleri daha çok görürüz.

28 Eylül 2008 Pazar

Alpaslan Dikmen

Sadece Galatasaray değil ezeli rakiplerin tribünlerinde de büyük bir saygı ve sevgi gören Alpaslan Dikmen trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Tüm spor camiasının başı sağolsun.

İBB Spor: 1 - 1 :Beşiktaş

Saat 3 sularında Beşiktaş'ta Çarşı'nın kurucularından Cem'in Çarşı Cafe'sinin önünde toplanmıştı Beşiktaş tayfası. Kimi büyük kimi küçük grupların oluşturduğu kalabalık ağır ağır yola koyuldu. Stada vardığımızda yani 5 30 gibi neredeyse kimse yoktu etrafta. Arabayı park edecek yer ararken yanımıza İspark'ın görevlilerinden biri yanaştı. Bir sigaranız var mı burası mahremiyet bölgesi varsa bir tane sigaranızdan alalım dedi bizde kırmadık. Ardından soğuk havanın ve dağ başına gelmenin siniriyle a.k takımı inşallah küme düşerde bizi buraya dikmezler seneye diye söyleniyordu. Biletlerimizde güney tarafı yazıyor ama öyle bir yoldan geliyorsun ki neren güney neren doğu çıkartabilmen mümkün değil. Yine karşımıza çıkan ilk İspark görevlisine sorduk. Abi dedik güney tribün neresi? Hangi takımın taraftarısınız diye sordu. Herkes güldü tabii sanki ortalıkta İBB Sporlu taraftar varmış gibi. Neyse sora sora bulduk tribünü. Girsen bir türlü girmesen bir türlü. Hava soğuk, sanki maça değil işe gelmişiz gibi bir hava var üstümüzde. Birazdan biri gelecek alın şunları şuraya götürün diyecek. İftara yakın girdik tribüne abartsız 300-500 kişi açık tribünde bir o kadarda kapalı tribünde yer alıyordu. Bomboş statta umudumuz başlayan yağmurla birlikte kapalı tribüne geçebilmekti. Neredeyse hepimiz kesin kapalıda izleriz diye düşünüyorduk maçı ama biraz geç kaldığımız için giremedik kapalıya. Maçın başlamasına 10 dakika kala tribün yavaş yavaş dolmaya başladı. Yani 1000 kişiye ulaştı açık tribün. Bir yağmur başladı ki bardaktan boşalırcasına. Hemen sığındık kolonların altına. Belliydi bu maç bize eziyet olacaktı. O sırada alt sıralardakiler sahaya atlayıp kapalıya geçmeye başlayınca herkes aşağılara doğru koşup kapalıya geçmeye çalıştı. Erken davrananlar geçti bizim gibi artık kanı bile donmuş olanlar polisten jop yeme korkusuna inemedi aşağı. Polis yokken rahat rahat 300-400 kişi geçti kapalıya. Boşken geçenler gittiler bizde arkalarından baktık hüzünlü hüzünlü. Gidenler geri gelsin oleeeeyyy tezahüratı ile başladı maç. Bundan sonrası tam bir işkence. Bulunduğumuz yerden maçı izlemek olanaksız bağıralım dedik sesimiz dağıldı gitti. Statta kendimiz bile duyamaz olduk. O sırada Beşiktaş gol attı. Cep telefonumuza mesaj gelmeseydi kimin attığını öğrenemeyecektik. Golden sonra maç angaryaya bağlar, bizde tribünde eğleniriz diye düşündük ve yaklaşık 1 saat boyuncada eğlendik her türlü kötü koşula rağmen. Kapalıdakilere açık diye bağırdık, karşımızdaki boş açık tribüne siyah çektik beyaz gelmeyince yuhladık. Bunun gibi şizofren hareketlerden sonra Beşiktaş gol yedi. Ondan sonra maça daha bir konsantre olduk. Maçı izlemeye çalıştık ve iki golümüzün verilmediğini gördük birde İBB'nin -belki de bize öyle geldi- direkten dönen topunu gördük. Velhasıl maçı izleyemedik ve ne oldu ne bitti anlayamadık. Arkamızdaki dev ekranda Nobre'nin pozisyonunu çok yakından gördük ki faulle uzaktan yakından alakası yokmuş. Şu belediyeyi 3 maçta da yenemedik. Br bahtsızlıktır gidiyor. Birde stat yapıpta bu kadar küfür yiyen bir mimar, müteahhit, fikir babası var mıdır onu da bilemiyorum.

26 Eylül 2008 Cuma

Bundesliga Eziyeti

Televizyonun sesini kısacak kadar rahatsızlık veren bir spikere ben rastlamamıştım ama çevremde birçok insan "Vallahi sesini kıstım" diyordu epeydir. Ben de artık tv'nin sesini kısarak maç izlemiş bir futbolseverim. İlk kez Kanal 24'ün maçlarında televizyonun sesini kısmak zorunda kaldım. Bundesliga'yı anlatan abinin ses tonu da, maçı anlatışı da, heyecanlı pozisyonlardaki donukluğu da bu kararı almama sebep oldu. Evet fare dağa küsmüş dağın haberi yok belki ama benim gibi düşünenler de vardır mutlaka. Sık sık gecenin bir yarısı çıkardı Mesaj TV'de Dünya Kupaları tarihçesi diye bir program ve sanki o maçı canlı anlatıyormuş gibi bir abinin sesi gelirdi siyah beyaz görüntülerin ya da Zico zamanlarındaki Brezilya'nın üstüne. Boş bir odada yankı yapan ses o kadar çiğ dururdu ki ne izlediğinizden çok duyduklarınıza kilitlenirdiniz. Bence Kanal 24'ün spikeri de tıpkı Mesaj TV'de 80'lerdeki maçı seslendiren spiker gibi yani çok ama çok başarısız.

Umut Gönlümün Ekmeği...

Sivasspor-Fenerbahçe:1-0/1.47
Galatasaray-Konyaspor:1/1.10
İBB Spor-Beşiktaş:2/1.30
Trabzonspor-Antalyaspor:1/1.15
Kayseri-Eskişehirspor:0-2/2.32
Milan-İnter:1/2.60
Hacettepe-Ankaragücü:2/2.30
Kocaelispor-Bursaspor:1-0/1.33
Sakaryaspor-Kartal:1/1.50
Samsunspor-Güngören Bel:1/1.75
Middlesborough-WBA:1/1.60

Toplam oran: 81.4

Müthiş


Formanın Hakkını Verdiniz... from ADSmultimedia on Vimeo.
Uzun süredir bu kadar güzel bir video izlememiştim. Adanademirspor taraftar grubunun reisi futbolculara resmen nutuk çekiyor. Onun dışında patlayan meşaleler, üçlüler, Buca'ya giderler...

25 Eylül 2008 Perşembe

Diyadin-Çubuklu-İstikrar

Kocaelispor Engin İpekoğlu'nun görevine son verdi. Kocaelispor'un teknik direktör sorunu geçtiğimiz sezondan başladı aslında. Fuat Yamanla başladılar. Sakarya'dan kendi evlerinde sezonun ilk maçında 4 yediler. Sonrasında tutarsız sonuçlar aldılar. Üstelik maddi sorunlarda vardı. Kayhan Çubuklu'yla yani teknik direktör diploması olmayan bir menajer ile sezona devam ettiler. Kendi evlatlarıydı ne de olsa. Orada doğmuş büyümüş. Depremi fazlasıyla yaşamış biri. Gelir gelmez takım düzeldi. Takım güzel futbol oynamıyordu ama sürekli zirvede yer alıyordu. İlk 3 içinde yer buluyordu. Son 3 hafta kala Kayhan Çubuklu gönderildi. Yerine Engin İpekoğlu geldi. Takımın oyun yapısını değiştirmeye bile gerek yoktu. Kayhan Çubuklu başarısız değildi zaten. Belediye başkanına takındığı tavır nedeniyle gönderildiği bahsediliyor işin altında da siyasi nedenlerin yattığından bahsediliyordu. Kenti ayağa kaldıran Çubuklu'nun takımı, başında hoca olmadan da Süper Lige çıkacaktı zaten. Öyle de oldu. Kocaelispor'un 1.Lige çıkması bütün futbolseverlerce sevinçle karşılandı. Taraftarı olan kulüpler gelmişti. İpekoğlu Kocaeli'ye birşey katmış mıdır? Bence hayır.

Benzer olayları yaşayan kulüplerimizden biri de geçen sezon Metin Diyadin ile müthiş bir çıkış yakalayan Eskişehir'di. Metin Diyadin'in hocalığını yargıladılar. Sebep ise Sergen Yalçın'ın kadro dışı kalmasıydı. Sonuçta kısa vadeli çözümü uygun gördüler. Sergen'den vazgeçeceğimize göre Metin'e yol veririz dediler. İte kaka çıktılar 1. Lige. Bu lige çıkmalarında Metin Diyadin'in de büyük emekleri vardı kuşkusuz. Bugün Rıza Çalımbay ile ligde galibiyet alamadan yollarına devam ediyorlar. Rıza hocaya tepkiler başlamış tribünlerden. Ona da sezon ortasına kadar yol gözükebilir. Youla'yı aldı. Daha önce defalarca denenmiş ve artık verim getirmeyecek Youla'yı neden alırsın ki? Tribünlerin desteğini tam olarak alamadılar. Burada esas suç yönetimlerindir elbette. Kombine satışlarında da sıkıntı yaşadılar.

Bugün bu iki takımında ligde durumu ortada ilk 4 hafta itibariyle. Bugün Çubuklu ile Diyadin olsa bence çok farklı olurdu. Bugün Trabzonsporla Beşiktaş'ın başarılarında hocaların takımlarını tanıması en büyük artıları değil mi? Sürekli Alex Ferguson 6 sene şampiyon olamasa da takımın başında kaldı bizde de istikrar olmalı diye bağırmıyormuyuz? Kalsalardı bu hocalar durum bugünkünden farklı olurdu. Üzüntüm böyle köklü ve geniş bir taraftar grubu olan kulüplerin bu duruma düşmeleridir. Gerisi laf-u güzaf.

24 Eylül 2008 Çarşamba

28 Yaşında Katar'a!

Yattara'nın huzursuz olduğu gitmek istediği yazılıp çizildiğinde inanmamıştım. Kendisi de mutlu olduğunu ama iyi bir teklif geldiği için gitmek istediğini söylüyor. Trabzon yıllık 2 milyon euro veremez miydi bu oyuncuya?Daha 28 yaşında gideceği takım Katar Ligi'nde, Avrupa olsa anlayacağım. Kafasını karıştıran ne anlayamadım, hem Trabzonspor şampiyonluk istiyor. Bu sene diğerlerinden farklı belli ki. Takımın en önemli ismi. Ne istese verecek Trabzonspor. Yanlış seçim yaptı, Trabzonspor'da, Yattara'da. Bu kadar cebini düşünen bir futbolcu olamaz heralde. Yazık etti kendine. Trabzon'da durmak istemiyor heralde. Çok enteresan bir durum. Bu kadar iyi bir havayı bozacak Gineli. Trabzonspor onun yokluğunda sağ kanatta kimi oynatacak bakalım. Onun yerini gelen parayla doldurabilecekler mi? Belçika Ligi'nden geldiğinde benim oynadığım kanattaki tribün coşar demişti. Her yeni gelen futbolcunun yaptığı sıradan açıklamalardan biri diyerek geçiştirmiştim. Gerçektende muhteşem bir oyuncu kaybetti Trabzon. Trabzon'un kaybı büyük. Aynı zamanda ligimiz en çok göze hitap eden futbolu oynayan isimlerinden birini kaybetti hem de Katar'a. 10 milyon Euro'ya yeni bir Yattara gelecek mi göreceğiz. Parasını dökersin futbolcu getirirsin ama her futbolcu Trabzon'a uyum sağlar mı orası tartışılır. İstanbul takımları için bu transfer bu anlamıyla da sıkıntılı olmazdı bu kadar ama konu Trabzon olunca bence iyi düşünülmesi gerek. Para her işi çözmüyor, uzun vadeli çözüm getirmiyor. 6 yıl oynamış Yattara'yı bir sene daha tutmanın yolunu bulmalılar.

Galibi Sen

Futbol yorumlarını beğenmezdim. Ama birgün teknesiyle açılıp demeçler verirken bir muhabir ablaya, hayata nasılda sıkı sıkıya tutunduğuna şahit oldum. Ölüm gelsin diyordu elinde de rakıyla bekliyordu o günü. Zordur böyle hastalıklarla başa çıkmak. Kazım Kanat galiptir bu yolda. Ruhu şad olsun Allah mekanını cennet eylesin.

23 Eylül 2008 Salı

Arkadaki Atkı

Zico Özbekistan'a gitti diye futbol federasyonlarının sitelerine girdim. Karşıma çıkan haberlerden bir tanesi de yukarıdaki Shatskikh'in açıklamalarıydı. Kasımov adlı oyuncu hakkında açıklamalar yapmış ama asıl dikkati çeken arkadaki Beşiktaş atkısı. Ne alaka çözemedim.

Kim Demiş Ne Demiş (7)

Tanıl Bora:

"İstifasını geri alan Çarşı mekânını dolduramıyor; İnönü’de bloklar arasında geniş boşluklar. Fenerbahçe kombine satış rekoru kırdı ama Saracoğlu’nda, ‘trendy’ olmaktan çıkmış bir yazlık sitenin tatsızlığı var. Tribünler sadece tenha değil, mutsuz ve tepkili."

22 Eylül 2008 Pazartesi

Olimpiyat Yolları

Abdullah Avcı'nın takımı 34 maçın 34'ünü de deplasmanda oynayan bir ekip olmasına rağmen oldukça başarılı. Geçen sene 0-0 ve 1-1'lik maçlar izlemiştik. Liverpool maçından sonra İnönü'de ağırladığımız Büyükşehir Belediye ile bu sene karşılaşacağımız Belediye arasında çok fark var. İstek ve heyecan açısından. Abdullah Avcı bir sene daha takımın başında durmaz gibi geliyor. Bakarsın sezon arası gider Galatasaray'a. Geçen sene ki belediye yok bu sezon. Galibiyet şart ve olmaması için hiçbir neden yok. Yine gidilecek. Stadyumu doldururmuyuz diye konuşulacak ama artık o stadyumu doldurmakla ilgili hele hele konu Beşiktaş olunca büyük şüphelerim var. Önce İnönü'yü doldurmamız lazım.

Bu arada İBB Spor'un kombine bilet satışı var. Kaç kombine sattıklarını çok merak ediyorum. Fiyatı geçen seneyle aynı: 100 YTL. Kim alıyor bilmiyorum ama satışta halen ve sadece büyük takımlarla oynayacakları maçlar için bile satın alınabilir. O dört maçın bilet fiyatından daha ucuz olduğu kesin kombinelerinin. Mesela geçen sene kale arkası İBB-Beşiktaş maçında 15 YTL'ydi. Maraton ise 30 YTL.

Beton

Gaziantep maçını ancak koşa koşa geldiğim kahveden 63. dakikadan itibaren takip edebildim. Bir önceki maçla bu maç arasında dağlar kadar fark varmış. Kahvedeki abilerin yorumu böyle. Maçın kalan 27 dakikasında Zapotocny ile Sivok inanılmaz oynadılar. Bir kesiyor diğeri servis ediyor. Beşiktaş'ın defansı bu sene bana İtalyan savunmalarını anımsatıyor. İkisi de muhteşem oynadılar. Helal olsun demekten başka birşey diyemiyorum.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Sadece 1 YTL'ye

Ankaragücü-İBB Spor: 1/ 1.60
Eskişehir-Sivasspor:1-0/ 1.55
Fenerbahçe-G.Birliği:1/1.15
Kocaeli-Galatasaray:1-0/2.55
Ankaraspor-Hacettepe:1/1.80
Milan-Lazio:1/1.45
Erciyesspor-Sakaryaspor: 2/4.00
Beşiktaş-G.antep:1/1.20
Bursa-Kayseri:1/2.30

Toplam Oran: 209


Adanalıyık Ama...

Metalist maçında kapalı tribünde ne bağırıyoruz ne de maçı izlemek istiyoruz. Sahada adım atacak dermanı olmayan bir takım tribünlerde ise bu oyundan fazlasıyla etkilenmiş bir güruh. Kutunun üstündeki ufak bölüm bağırıyor ama bize bile sesleri zor geliyor. Alen kafayı yiyor tabii, "Böyle olmaz beyler, hep beraber" diyor. Kimse oralı değil. O sırada kapalının solundan yepyeni bir ritim yükseliyor ama nedense bunda ısrar etmiyorlar. İnanılmaz bir beste bu. Bir sonraki Gaziantep karşısında tribünde olur heralde. O sırada önümüzden apaçinin biri geçiyor boynunda Metalist atkısı... Dövüp mü aldın, kendi atkını verdinde bunu mu aldın, neden alınır ki Metalist atkısı, hem sarı lacivert, hem de Metalist. Nasıl bir anısı olabilir ki. Sudan yere gerginlik çıkacak derken yanımdaki Adanademirspor atkısı açıyor. Hani Adanademirspor sol görüşlü bir tribün bizim tribünlere zıt değil. Geçen sene Bursa maçında bizi desteklediler bacak kadar amigoları var Rafet ortaya geçip Adana'da üçlü çektirmiş diye düşünürken tribünlerde olaylara bu gözle bakılmadığını gördük. Hemen 4-5 sıra arkadan biri bağırdı: "Lan Adanalı, indir lan o atkıyı."
Atkı sahibi nasıl şaşırdı belli değil. O kadar emin ki tribünden tepki görmeyeceğine... İşte öyle olmuyor her zaman. Beşiktaş tribününde Karagümrük, Sarıyer, Yıldırım Bosna görürsünüz buna kimse birşey demez. Bu takımların semtlerinde Beşiktaşlılar tarafından desteklendiğini söyleyebiliriz. Kapalının altındaki Karagümrüklüler grubu var. Yıldırım Bosna'nın Vefa Stadı'nda bir maçında gördüğüm tiplerin çoğu bir zamanlar kapalının göbeğinde ikamet ederdi. Sarıyer taraftarı ise İnönü'de destek görüp giden ender taraftarlardan. Adanademirsporlu hemen atkıyı indirdi. Bir iki arkadaşı geldi. Önce Beşiktaşlı sonra Demirsporluydular belli ki. Bir tribünde başka bir takımın atkısını açmak akıl işimi bunu kestiremiyorum işte. Takımların taraftarları arasındaki dünyayı algılayış aynı olsa da sadece teoride kalıyor bu. Pratiğe geçtiğinizde "indir lan o atkıyı" oluyor.

19 Eylül 2008 Cuma

Alayına Gider


Silinmiş Öğeler

Sahada takımın bu kadar kötü olmasında en büyük etken değişen taktikti. 4-4-2 ile maça başlandı. Defansın solunda Seric, ortada Zapo Sivok, sağda Serdar Kurtuluş. Serdar'ın önünde kimse yok. Ortada Uğur ve Cisse onların önünde Delgado, Seric'in önündeyse Tello görev yaptı. Forvette Nobre Holosko. Alıştığımız 4-2-3-1 gibi değildi yani. Maçta Beşiktaş'ta olmayan 5 öğe dikkatimi çekti. Takım koşmuyor ve çabuk yoruluyor. Seric beklediğimizden iyi ama Serdar rezaletti. Hoca Serdar'ın önüne adam koymayı unutuyor. Orası bas bas bağıtırıyor gol yiyeceğiz diye ama hoca izliyor. Beşiktaş taraftarının takımı ateşleyen yönü bu maçta ortaya çıkmadı Ramazan diye düşünelim. Sağ açığı olmadan oynadı Beşiktaş. Holosko sağ açık oynadı diyenin aklından şüphe ederim. Maçı izlerken rakibin 30 numaralı defans oyuncusu Papa Gueye bir tane kafa topu bırakmadı Beşiktaşlılara. İleride ise 33 numaralı oyuncuları Marko Devic muhteşem oynadı. Boş takım değiller. Koşmalarıyla, mücadeleleriyle beraberliği belki de daha fazlasını hakettiler. Deplasman Beşiktaş adına daha rahat geçer şayet 4-2-3-1 oynanırsa.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Porto: 3 - 1:Fenerbahçe

Bir Fenerbahçeli kadar üzüldüm bu sonuca. Bir önceki postta yazdıklarım olmadı diye değil. Bu kadar kolay gol yemelerine ve Edu'yu arar olmalarına üzüldüm. Geçen seneden farklı olarak kadroda Aurelio'nun boşluğu hala dolmamış. Selçuk ve Maldonado bir Aurelio etmedi bu maç. Fenerbahçe'yi uzun yıllardır bu kadar kötü görmemiştim. Özgüven adına ilk yarıda hiçbir emare yoktu. Herşeye karşın Güiza'nın isteği ile skoru 2-2'ye de getirebilirdi Fenerbahçe ama bu da biraz şanssızlık biraz beceriksizlikle olmadı. Topu oyuna sokacak adamın olmaması çok şaşırtıcı. İki pası yapmakta zorlandı Fenerbahçe defansı. Bu mağlubiyetten ders bile çıkmaz neresinden tutsanız elinizde kalır öyle bir maç izledik işte.

Dragao'da 3 Puan

Geçtiğimiz sezon da lige kötü başlamıştı Fenerbahçe. Şampiyonlar Ligi'nde ilk maçında İnter'i yeneceğini söyleyen umutlu insan sayısı çok azdı. Bugünde şartlar 3 aşağı 5 yukarı aynı. Yine oturmamış bir kadro var Fenerbahçe'nin elinde. Üstelik bu maçta Edu ve Semih yok. Edu'nun geçtiğimiz sezon nasıl bir el bombası olduğunu hepimiz biliyoruz. Onun yeri bu maç dolar da Semih'in yokluğunu Güiza hissettirmeyebilir mi? İşte o nokta şüpheli. Yine geçen sezon öncesine kadar Deivid'in ıslıklanan bir isim olduğunu ve İnter maçıyla birlikte Fenerbahçe'de yıldızının parladığını biliyoruz. Porto maçı da bu anlamda Güiza'nın patlama maçı olabilir. Fenerbahçe Porto'yu deplasmanda yenebilir. Quresma kadrolarında yok artık. Lucho Gonzalez ve Tarik Sektioui dışında yaratıcı oyuncuları olduğunu söylemek bile zor. Kadro olarak Fenerbahçe daha ağır basar. Fenerbahçe bu gece Portekiz'den 3 puanla dönerse şaşırmam. Not düşeyim istedim.

16 Eylül 2008 Salı

Lambayı Tutan Adam: Muhammet Altıntaş

Bundan on beş sene önce bir trafik kazasıyla futbola veda eden Muhammet’in hikâyesidir “Lambayı Tutan Adam.” Şu sıralar evinde kabuğuna çekilen Muhammet’in, on senelik profesyonel futbol hayatına ve başından geçenlere yer verilen kitap, aynı zamanda bir unutuluşun da öyküsüdür.


80’lerin ikinci yarısı, 90’ların henüz başında, futbol dünyası günümüzden oldukça farklıydı. Hem saha içi hem de saha dışındaki farklılardan biri de, futbolcuların popülerlik kriteriydi. Örneğin bugün takımı adına faydalı olma göstergesi, daha çok koşmak ve takım oyunu oynamakken, bundan yirmi sene evvel göze hoş gelen futbol oynamak, ayağa topun yakışıp, yakışmaması ya da çalım atma becerisi olarak görülürdü.
O dönemler ön liberolar ya da orta sahanın koşan isimleri, şimdiki kadar takımlarının kilit oyuncuları değildi. İstisnalar yok muydu? Elbette vardı. Günümüzdeki gibi ilgi görmeseler de, o dönemlerde oynadığı mevkii itibariyle Fenerbahçeli Müjdat, tribünü olan ilk futbolcuydu. Bir ön liberonun tribünü olması, bırakın o dönemleri bugünlerde bile zor. Belki de 90’ların başında anlaşılmaya başlandı futbolda çok koşanların, mücadele edenlerin değeri. Bu futbolculardan biri de tartışmasız Muhammet Altıntaş.

Kimse onun kadar koşmadı
Hıncal Uluç, onun için “Lambayı Tutan Adam” benzetmesi yapmış. “Galatasaray önünü görüyorsa, aslan payı karanlıkta kalıp ‘Lambayı Tutan Adam’ındır” diyerek hakkını vermiş Muhammet’in. Anlatılan odur ki, Türkiye liglerinde kimse Muhammet kadar koşamaz. Onun kadar mücadele edemez.
Cevat Prekazi, bugün hâlâ Galatasaraylılar’ın unutamadığı oyunculardan biriyse, bunu en çok Muhammet’e borçludur. Muhammet, Prekazi’nin yerine de koşar. Bir Monaco maçı vardır ki, Muhammet, o unutulmaz maçta Amok koşucusu gibidir. Kalbi duracak kadar koşar, koşar, koşar. Kendisi de söyler: “Türkiye’de kimse benim kadar koşamaz.”

Edirne’den Galatasaray’a

Galatasaray’a uzanan merdiveni de koşarak çıkmıştır Muhammet, nam-ı diğer Mami. Almanya’da aldığı futbol altyapısı sonrasında, Edirne’de yıldızı parlayan Mami’nin, Galatasaray’a gelişi hızlı, ama sessiz olur. Tıpkı yıllar sonra başına gelen o kaza sonrasındaki gidişi gibi…
Derwall’in kurduğu kadroyla Galatasaray’a transfer olan Muhammet’in yanı sıra diğer transferler de hayli güçlüdür: Uğur, Büyük Savaş, Hayrettin, Yusuf, Tuncay, İlyas. Kimseler inanmaz Muhammet’in kadroda yer alacağına, “Ne idarecisi, ne antrenmana çıkan futbolcusu ne de teknik adamlar, benim kadroda yer alacağımı düşünüyordu” diyor Muhammet.
Formayı, gösterdiği üstün çabayla sırtına geçirir, unutulmaz maçlar çıkarır. Uzun yıllar sonra gelecek şampiyonluğun da haberini verir, Eskişehirspor maçında attığı golle. Sonraki yıllar daha da güzel geçer Muhammet için. Artık kadroda yeri garantidir. Ancak bunun rehavetine kapılmaz ve son sürat çalışmalara devam eder. Onun sakatlık yaşadığı pek enderdir zaten. Profesyonel hayatında yaşadığı büyük bir sakatlık yoktur, küçük sakatlıklar da bir elin parmaklarını geçmez. Ancak Muhammet’in bu sakatlıkları, büyük problem olur Galatasaray için. Gazeteler onun oynayacağı maçları, “Muhammet, maça yetişiyor” başlığıyla verir. Bu istikrar abidesi oyuncuyu, ay-yıldızlı formayla da görür futbolseverler. Tam 16 kez milli olur Muhammet. Galatasaray’daki yeri iyiden iyiye sağlamlaşmış, buna rağmen futbolunda en ufak bir düşüş dahi olmamıştır.


Mami’nin araba tutkusu
Derwall’in Galatasaray’ında sırtına geçirdiği formayı, Mustafa Denizli, Sigfried Held ve Karl Heinz Feldkamp dönemlerinde de başarıyla taşır. Muhammet’in bir başka özelliği ise araba tutkusudur, ama ilerleyen yıllarda bu tutkunun bedelini pahalı öder. Önce yeni aldığı arabası soyulur, ardından bir trafik kazası geçirir. Büyük bir kazadır fakat Muhammet şans eseri kurtulmuştur bu kazadan. Kazanın ne kadar büyük olduğunu, “Hâlâ sağ kurtulduğuma inanamıyorum” diyerek açıklar. Hayatının dönüm noktasını oluşturacak sonraki kaza da aynı yerde olacaktır….

Her şey güzel giderken…
1992-1993 sezonuna oldukça iyi başlamıştır Galatasaray. Ligdeki performansını Avrupa Kupaları’na da yansıtan sarı-kırmızılılar, GKS Katowice, Eintrach Frankfurt engellerini geçip, AS Roma ile eşleşir. Galatasaray, hem ligde hem de UEFA Kupası’nda oldukça zorlu bir döneme girer. 25 Kasım’da Roma deplasmanına giden Galatasaray, dört gün sonra, yani 29 Kasım’da Konya deplasmanına çıkar, hemen akabindeyse 5 Aralık’ta Beşiktaş derbisi için İnönü Stadyumu’na konuk olur. Zorlu maratonun son ayağı ise, 9 Aralık’ta Roma ile Ali Sami Yen Stadyumu’ndaki maçtır. Muhammet, takımın değişilmez isimlerinden biri olarak kadrodaki yerini korur bu maçlarda. Kazadan beş gün önce, son kez Roma’ya karşı Ali Sami Yen Stadyumu’na çıkar. Bir başka enteresan olaysa Sepp Piontek’in Türkiye-Hollanda maçı için Muhammet’i kadroya davet etmesidir. Fakat Muhammet bu zorlu maratondan sakat çıkmış ve Milli Takım kampına katılmamıştır. “Kampa katılsaydım belki de olmazdı diyemiyorum, o kazanın olacağı varmış” diyen Muhammet için, bu kaza hayatının en önemli kırılma anıdır.


Öldü zannetmişler

12 Aralık gecesi arkadaşlarıyla Kumburgaz’da balık yiyen Muhammet, İstanbul’a dönerken kaza yapar ve bu kaza diğerleri gibi olmaz. Tavuk yüklü kamyona, Gürpınar çıkışında arkadan çarpan Muhammet için, hayatının dönüm noktası olur bu kaza. Kafatasında ezilme, kaburgalarında ve kolunda kırıklar oluşur. O kadar büyük bir kazadır ki bu, Muhammet’i öldü zannedip, araçtan bir an önce çıkarmayı düşünmezler yardıma gelenler. Arkadan çarptığı kamyonu devirecek kadar büyük bir kaza yaşar Muhammet, daha 28 yaşındayken.
Bütün spor camiası ve Muhammet’in yakın arkadaşları hastaneye akın eder. Yoğun bakımdan çıkar Muhammet, ama hasarı da büyüktür. Kazadan sonra gazeteler başlıklarını, “Mami’nin Futbol Hayatı Bitti” diye atar. Gerçekten de durumu kötüdür Muhammet’in, ama kafatasına yapılan müdahalelerle hayata döndürülür. Kolundaki kırık ise kafatasındaki ezilme nedeniyle, ikinci derecede önem taşır. Kolu yaklaşık bir aya yakın bir süre boyunca alçıda kalır. Kolundaki yaralar, kemiğe kadar sıçrar. Mikrop kemiğe işler ve Galatasaray’ın doktoru Burhan Uslu, Muhammet ile bir görüşme yapar: “Seni ameliyat edeceğiz, koluna ise protez takacağız.”


Kolunu kurtarır ama…

Kazadan kurtulan bir futbolcu ilk önce ne düşünürse, o da onu düşünmüştür aslında, bir an önce sahalara dönmeyi… Kendisini hep böyle telkinlerle ayakta tutar Muhammet. Burhan Uslu’nun yaptığı teklif ise, şok yaşatır Mami’ye. ABD’de tedavi görmek istediğini söyleyen Muhammet’in yolu, sezon ortasında bambaşka bir şekle bürünmüştür artık. ABD’deki tedavisi tam iki yıl sürer. Kesilip protez takılacak denilen kolunu kurtarmayı başarır, ama futbola dönmesi için yeterli olmayacaktır bu tedavi süreci. Bir an önce futbola döneceği günlerin hayalini kuran Muhammet, Türkiye’ye geldiğinde hiç ummadığı bir tabloyla karşılaşır. Muhammet’in futbol hayatı, kafalarda çoktan bitmiştir. “Ben oynamak istiyorum, ama bir tek ben inanıyorum. Kimse inanmıyor. Oynarsam, tüm Türkiye’ye karşı oynamış olacağım” diyen Muhammet, yine de yılmaz ve antrenmanlara çıkar. Ancak elinde Doktor Lamec’in vermiş olduğu oynayabilir raporuna rağmen Türkiye’de gördüğü muamele nedeniyle şevki kırılır. Antrenmanlara yarın maça çıkacakmış gibi hırslı çıkan Muhammet, çevresinde “Ya Muhammet bak olmuyor” ya da “Hadi oğlum az kaldı başaracaksın” diyen insanların olmadığından da bahsediyor.
Yavaş yavaş kendisi de kabul eder ona biçilen rolü ve hiçbir resmi maça çıkmaz. Galatasaray’da antrenmanlara çıkarken kendisine başka kulüplerden teklifler de yapıldığını söyleyen Muhammet, o dönem Galatasaray’ın başkanlığını yapan Alp Yalman’ın, “Şirketimi satarım Muhammet’i satmam” dediğini anlatıyor.

“GS bir teklifte bulunmadı”
Bu sırada söylentiler de alır başını gider. “Muhammet’e Galatasaray’ın altyapısında hocalık teklif ettiler kabul etmedi.” “Muhammet kahvede okey oynuyor” diye haberler yapılır. Muhammet’e bu teklifin yapılıp yapılmadığını sorduğumuzda, gülerek cevap veriyor: “Bundan daha güzel bir teklif olamaz benim için. Neden kabul etmeyeyim?”
Kazadan sonrası oldukça zor geçer. Her futbolu bırakan futbolcu eskisi gibi yazarlık yapar. Muhammet, telefonla yazı yazdırmanın kendisine göre olmadığını kısa sürede anladığını söylüyor. “Boşu boşuna yer işgal ediyoruz. Okulunu okumuş, eğitimini almış insanların uzun tecrübeler sonunda geldikleri noktaya bir anda tepeden iniyoruz” diyerek özetliyor yazarlık tecrübesini.

“TFF’de imkan verilmedi”
Bir zamanlar futbol oynamışsanız, Türkiye’de önünüze açılacak iki kapıdan biri yorumculuk, diğeriyse teknik adamlıktır. Muhammet de tecrübesini gençlere aktarmak adına teknik adamlık yolunu seçer. TFF tarafından Trakya Bölge antrenörü görevine getirilen Muhammet, burada Milli Takımlara 18 yaş altı yetenekli gençler önerir. Ancak Muhammet’in TFF’de de şansı yaver gitmez. Verilen sözlerin tutulmamasına içerler ve buradaki görevi uzun sürmez. TFF yöneticilerinin iki dudağı arasındaki geleceği bir türlü düze çıkmaz. Kimler kimler yol almıştır da, sıra bir türlü Mami’ye gelmez.
Kendisini gösterebileceği fırsatların verilmemesinden muzdarip olan Muhammet’in bir diğer teknik direktörlük denemesi ise, Aydın Güleş ile birlikte çalıştırdıkları Bakırköyspor olur. Ancak makûs talihi burada değişmez ve her zaman karşısına çıkan sözlerin tutulmaması sorunu burada da kendisini gösterir.

“Her Türk gibi işsizim”
“Peki, şimdi ne yapıyor Muhammet?” diye sorduğumuzda, “Her Türk gibi işsizim” yanıtını veriyor ve ekliyor: “Bakkallık bilmem, manavlıktan anlamam, kasaplık hiç yapmadım. Ben ekmeğimi hep futboldan çıkardım.” Buna rağmen şu anda herhangi bir kulüple çalışmadığını ifade eden Muhammet, elinden tutacak bir dayı ya da amca olmamasının sıkıntısını yaşadığını söylüyor. Yine de ne Galatasaray’a, ne de kişilere bir kırgınlığı olmadığının altını çiziyor. Yeşil sahalardayken etrafını saran, kendisine sözler veren insanların, şimdi yanında olmamalarını da anlayışla karşılaşan Muhammet, “Böyle olacağını biliyordum” diyor. Her zaman kendisini arayan insanların artık telefon açmadıklarını ve kendisinin de aranmadığı sürece aramadığını söyleyen Muhammet, “Beni aradıklarında, onlardan para isteyeceğimi mi düşünüyorlar acaba” diyerek dile getiriyor duygularını.


“İnsanlar hasta zannediyor”

Muhammet’i üzen bir diğer konuysa, medyanın kaza sonrasında akıllara kazıdığı Muhammet profili olmuş. Sokakta rastladığı insanların “Muhammed sen iyiymişsin, maşallah iyileşmişsin” demelerinden rahatsızlık duyduğunu anlatıyor ve soruyor: “Beni böyle hatırlayan Türkiye’de, benim bir teknik direktör olarak görev yapmam mümkün mü? Birilerinin bana görev vermesi mümkün mü? Siz olsanız, Muhammed’e iş verir misiniz?”
Kazadan hemen sonra ekranlarda kekeleyerek konuşmasının, bu imajın yaratılmasında büyük bir etkisi olduğunu söyleyen Muhammet, yıllar önce yaşadığı kazanın yaraları geçse de, kalıcı izlerin bu nedenle daha başka olduğundan bahsediyor.

Cemal Cevizcioğlu/Sporist Dergisi


15 Eylül 2008 Pazartesi

Seçmece

Radyospor'da rastladım programına. Dinleyicileriyle resmen atışıyor. Agresif tutumlarıyla radyodan negatif enerjisini yaydığını söyleyebiliriz. Telefonla programa katılan dinleyicileri eğer beğenmediği birşeyler söylerse eyvallah diyerek yüzüne kapatıyor telefonu. Tıpkı Okan Bayülgen gibi. Beni sevmeyenler dinlemesin diyor. Basını beğenmiyorsunuz ama onlar kadar anlamıyorsunuz bu işlerden diyor, diyor, diyor. Futboldan ve basketboldan anladığını iddia ediyor. Herkes bir yol tutturmuş gidiyor bu alemde tür tür, çeşit çeşit.

Trabzonspor: 0 - 0 :Beşiktaş

Trabzonspor daha üstün bir oyun oynadı. Geneli tatsız tuzsuzdu orası ayrı. Trabzonspor'un ikinci yarıdaki hızını Ersun Yanal kesti. Serkan Balcı'yı çıkartmakla bence hata yaptı. Maçı koparacakları golü bulacaklardı Serkan'ın kanadından. Ertuğrul Sağlam'da yanlıi yaptı. Ekrem Dağ'ı oyuna aldı. Ekrem ayakta durmayı bilmiyor. Sürekli yerde, ayakları sağlam basmıyor. Yeni İbrahim Üzülmez olur. Hiç gerek yok devre arası şutlanmalı. Cisse ve Serkan maçın en çok göz çarpan isimleri. Unutmadan Song'u da bu ikilinin en tepesine koymak istiyorum. Tek başına Trabzonspor'un savunmasını toparlıyor ve hatasız oynuyor. Maçta galibiyet almayı hakeden taraf Trabzonspor'du. Beşiktaş için başarı 1 puan. Trabzonspor bu sene içeride maç kaybetmezse şaşırmam. 30. dakikada stattan çıkan sese hayret ettim. Maviiiiii sesini özlemişiz. Hep böyle devam eder inşallah Trabzon. Beşiktaş için söylenecek birşey yok. Gol yememeyi sonunda öğrenmişiz. Kötü oynadığımız maçları kaybetmemekte önemli.

14 Eylül 2008 Pazar

Doğum Günü

13'ünde Metin Oktay vefat etti, 14'ünde Fatih Terim doğdu Eylül'ün. Metin Oktay halen yaşıyor da Fatih Terim öldü gönüllerde...

Yenilme

Bugüne dek Trabzon deplasmanlarında yenilmediğimiz sezonlarda şampiyonluğu kucaklamışız. İstatistiklere hiç inanmasam da bir umuttur yaşatan insanı işte. "Türkiye'nin seçimlerdeki aynası Bursa'dır" diyen Demirel'e özenmişliğim yok. Şampiyonluğun siyah beyaz olması için yenilmemek gerekiyormuş. Ben söylemiyorum tarih söylüyor.

1985-1986 sezonu 0-1

1989-1990 sezonu 1-2

1990-1991 sezonu 3-3

1991-1992 sezonu 2-3

1994-1995 sezonu 0-2

2002-2003 sezonu 1-1

Ortak Düşman Medya

Lider olmak ne zor iş. İster başbakan ol ister genel başkan,istersen teknik direktör ya da kulüp başkanı ol. Hepsinin kendine göre zorlukları var. Zorlaştıransa insanlarla uğraşmak. Herkesin gönlü olsun derken kendinden ve ilkelerinden taviz vermemek. Kendi doğrularının yanında diğer görüşlere de açık olabilmek. Ben kibirinin önüne geçebilmek ne zor iş. Türkiye'de bugün bu saydığımız mevkilerin çakışması ne kadar ilginç. Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Fatih Terim, Aziz Yıldırım. Bu isimler hayatımızın en önemli köşebaşlarını tutuyorlar. Futbol ve siyasette en tepelerde dolaşıyorlar.
Hepsi de uzun süredir hayatımızın içinde. Ama sızlanmaları dertleri bir türlü bitmiyor. Lider olmak ne zor iş. Bugün her birinin apayrı görevleri olsa da hepsi aynı dertten mustarip. "Benden önce ne vardı ki, 'ben' başardım, 'ben' yaptım. Bu eleştiriler niye?"
İyi kötü 6 senedir iktidarda(!) bir hükümet, 12 sene kapalı kalmış bir partiyi yeniden şahlandıran(!) bir muhalefet başkanı, Fenerbahçe'yle rakipleri arasında uçurumlar yaratan Aziz Yıldırım, Türk futboluna en büyük başarıları getirmiş Fatih Terim. Her biri hırçın, çünkü hep bir düşman var. Dışarıda değil bu düşmanlar içeride onlara göre. Birşeyler yürümüyor, düzenin önüne taş koyuluyor fikrinde olanından, herşey iyi giderken neden önümüze taş koyuyorsunuz mantığına sahip olanına kadar . Bugünlerde hep en önlerde yer alıyorlar, hep bir tartışmanın içindeler. Hepsinin ortak düşmanı medya. Medyanın eleştirileri. Lider olmak ne zor iş. Kimseden bir geri adım yok. Herkes yaptığının arkasında. Kimse yanlış yapmaz mı bu dünyada? Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Aziz Yıldırım, Fatih Terim bir gün de "Bu noktada yanlış yaptık" özeleştirisinde bulunamaz mı? Güçlü olmanın, lider olabilmenin şartlarından biri midir bu? Hep ufak hesaplarla uğraşmak Türkiye'nin kaderi midir? Medya gruplarıyla, ya da bir kısım medya gruplarının yanlı yayınlarıyla,taraftar gruplarıyla ya da yazarlarla böylesine güreş tutmak bulundukları konumlara yakışıyor mu? En azından muhataplarıyla aralarında bir aracı olması gerekmez mi? Bu saydığımız isimlerin her konu hakkında bu kadar çok konuşması doğru mudur? Yoksa bu toplumun içinde bir kıskançlık bir hasetlik mi var? Bizler nankörlük mü yapıyoruz herşey güllük gülistanlık giderken.

13 Eylül 2008 Cumartesi

Hangi Forma Bayrak

Ercan Saatçi tadında bir tespitim var. Neden Basketbol Milli Takımımız formasına reklam alıyor? Önlerinde Garanti yazıyor. Örneğin A Milli Futbol Takımımız neden almıyor? Fransa Basketbol takımında da Kinder yazıyor. Futboldaki forma bayrak görevi görüyor da, basketboldaki formalar o kadar önemli olmuyor mu nedir anlayamadım.

12 Eylül 2008 Cuma

Ana Avrad Bıyık

Osman Tanburacı'ya ana, avrad, bıyık sövmüş Fatih Terim. Osman Tanburacı Milli Takımla ilgili yorum yaptığı için bu muameleyi görmüş. Fatih Terim'i anlamak mümkün değil. Eleştiriye bu kadar kapalı bir teknik direktör olamaz heralde. Fatih Terim mevzu Milli Takım olunca böyle oluyor. Gerçekten milliyetçi duygularını şiddete dönüştürüyor milli maçlarda. Belçika'nın teknik direktörüne, İsviçreli oyunculara, Osman Tanburacı'ya, Euro 2008 öncesi basın toplantısında basın mensuplarına ve daha birçok futbolla ilgili ahkam kesene ya da kendisine rakip olana çok acımasız Fatih Terim. Futbol Terim'e sorarsanız gerçekten futbol değil, bir ülke meselesi. Eleştirileri vatan hainliği olarak gördüğünü düşünüyorum. Hele hele Milli Takım söz konusu olunca. Hepimiz yetersiz milliyetçiyiz galiba. Bir tek Fatih Terim ülke çıkarlarını düşünüyor. Yoksa neden bu kadar psikopatlaşsın ki.

10 Eylül 2008 Çarşamba

Hadi Lan

Ne taraftarlar var. Yöneticiye bir telefon kadar yakın...

Lincoln'un Antalya'da sarı kırmızılı taraftarlar tarafından görüldüğü ve büyük şaşkınlıkla karşılandığı öğrenilirken, Sarı-kırmızılı taraftarlar Galatasaraylı yöneticileri arayarak Lincoln'ün yanında bir bayanla Antalya'ya geldiğini bildirdiler.


Hürriyet-Kadir Çetinçalı

Kara Delik

İngilizler bu yazı kendilerine zindan eden Hırvatistan karşısında üstelik deplasmanda. Maçı İngilizlerin kazanacağını düşünüyorum. The Sun yukarıdaki fotoğrafı kullanmış. İsviçre'deki big bang çalışmalarını Capello'nun Hırvatistan karşısında alacağı muhtemel mağlubiyetin sonucuna benzetmiş.

İzmir'e Kıyak

Melih Gökçek açıklamış. Ankaraspor ile Ankaragücü birleşecek. Cemal Aydın bu konda ne diyor haberlerde belirtilmemiş. İşin ilginç bir diğer yanıysa Ankaraspor'un Süper Lig'deki hakkını bir İzmir takımına vermek istemeleri. Bu da ya Göztepe ya da Karşıyaka olur. En çok onların taraftarı var. Seçimler yaklaşırken İzmirspor'a güzellik yapılacak değil ya. Melih Gökçek İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile "su" savaşına girmişti. Şimdi Ankaraspor'u hediye edip sağlam bir hamle yapmanın peşine düştü diyeceğim diyeceksiniz ki insanlar buna bakıpta seçimlerde kanaatlerini mi değiştirecekler yapma etme, bu kadar güvensiz olmayın bu insanlara diyeceksiniz. Bu düşüncede olan ben değilim zaten Melih Gökçek bunu düşünen. Mesela Vanspor'a versin isim haklarını ya da Trakya'dan bir kulübe ya da ne bilim Adana'ya. Yok illa ki İzmir deniyorsa böyle düşünmemiz çok da saçma değil heralde.

9 Eylül 2008 Salı

Kantarın Topuzu

‘Bu oyuncu nasıl Milli Takım kaptanı oluyor anlamıyorum. Kendine ve takım arkadaşlarına saygısı olmayan karaktersiz biri. İsviçre maçında da gördük. Bunun liderlik vasfı yok. Son 5 yılının yüzde 80’ini sakatlıklarla geçiren ve maçı ancak 60 dakika oynayabilecekken 90 dakika oyunda kaldığı zaman hocasına teşekkür bile eden biri. Böyle karaktersiz birine ben karşıyım. Emre’den kaptan olmaz, lider olamaz. Türk gençlerinin önüne bunu lider diye koyamazsınız'

8 Eylül 2008 Pazartesi

Futbolun Beceriksizleri

Futboldan anlamayanların futbol hakkında ahkam kesmeleri, futbolun ne kadar kolay bir oyun olduğunu gösteriyor. Türkiye'de oyunun içerisindeki stratejiyi, taktiksel dizilimi, sistemleri bilmeseniz de şu şöyle, bu böyle diyerek geçiştirebilirsiniz. Buna rağmen okunursunuz ya da izlenirsiniz. Çünkü ahkam kestiğiniz yer çok büyüktür. O koltuğun ya da mevkinin hatrına izlendiğiniz ya da okunduğunuz bellidir. Futbola böyle bakanları o kadar çok gördük ki. Bende yazarım lan diyene o kadar çok rastladık ki. 06 Edi, Yalçın Dümer, Coşkun Sabah, Aykut Oray, Aydemir Akbaş, Adnan Aybaba... Bu liste uzar gider. Bu yüzden de Türkiye'de spor basını saygı görmez. Bu isimlerin köşe sahibi olduğu gazetelerin, muhabirlerinin yaptığı haberlerde ortada zaten. Gözünün içine baka baka yalan söylerler. Mecburlar buna çünkü.

Konuyu Engin Ardıç'ın futbol yazısına getireceğim. Seversiniz sevmezsiniz... Bu kadar saçmalıklarla dolu bir yazıyı nasıl kaleme almış inanılır gibi değil. Terim'in zamanında 78 maç oynanmış ve bu maçlarda alınan galibiyetlere ve malubiyetlere bakmış. Türk Milli Takımı başarsızdır diyor. Eskiye göre başarılıyız abartmayın diyor. Dünya 3'üncülüğü, Euro 2008 başarısını abartmayın diyor. Fatih Terim'e hangi zibidi imparator adını koyduysa diyor. Senegal'i yenmekle dünya üçüncülüğünü küçümsüyor ama aynı Senegal'in Fransa'yı gruptan çıkartmadığını yazmıyor. Bu ve buna benzer birçok saçma yorumunu yazmış. Hayretle okudum.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Zora Sokmak

Kendi kendimizi zora sokmakta üstümüze yok. Rakip bile değiller bize aslında. Kendi sahalarında en büyük başarıları ise İsveç ve Portekiz maçları. Çimlerin normalden uzun olması da başarılarında bir etken. Bizim kendi kendimizi zora sokmamız elbette siyasi. Fatih Terim her ne kadar bizim gündemimiz futbol dese de kazın ayağının öyle olmadığı aşikar. Hangi futbolcuya sorsanız galibiyet çantada keklik ama ilgi milli takımdan Gül'e kaymış durumda. Bu da büyük bir dezavantaj. Bir de bugün okuduğum Yılmaz Özdil'in yazısı beni biraz kuşkulandırdı. Bu yazıyı okumadan önce böyle şeyler olacağını düşünmüyordum. Bizim İstiklal Marşımız okunurken ıslıklayacaklar diyor. Eğer böyle birşey olursa, takımımızın ekstra hırsının olumlu mu olumsuz mu yansıyacağını kestiremiyorum. Kafkasya kızışmışken Ermenistan deplasmanı Türkiye için en büyük bahtsızlık heralde. Maçın nasıl geçeceğini kestirmek zor. Recep Tayyip Erdoğan böyle bir ortamda Milli Takıma yeninde karizmayı çizmeyelim mesajı gönderiyor. Çok enteresan bir maç olacak. Dezavantaja dair ne varsa kendi kendimize yarattık. Gül gitti, gitmedi... Katille aynı tribünde mi yoksa... Gitsin anıta çelenk koysun... Yeninde karizmayı çizmeyelim... Ermenistan'ın 50 bin kişilik Hrazdan Stadyumu full çeker herhalde böyle bir atmosferde.

4 Eylül 2008 Perşembe

Yıldızın Bedeli

TFF yayın gelirlerinden kulüplerin alacağı payların nasıl olacağını açıklamış. Bir internet sitesinde "Buna göre Beşiktaş ve Trabzonspor'un yayın gelirlerinden büyük bir kaybı olacak. Çünkü Galatasaray ve Fenerbahçe'nin 17'şer şampiyonluğu bulunduğu için sezona 12,6 milyon YTL garanti yayın geliri ile başlayacak. Beşiktaş ise şimdiye kadar 12 şampiyonluk kazandığı için sezona 9,2 milyon YTL garanti yayın geliri ile başlayacak. Bu rakam ligde 6 şampiyonluğu bulunan Trabzonspor için ise daha da az olacak" denmiş.
17 şampiyonluk aldıkları için 12,6 milyon YTL. 1 şampiyonluk eşittir, 741 bin YTL. Bir yıldızın ekrandaki bedeli 3,7 milyon YTL. Bu arada hiçbir yerde Trabzon bu yeni uygulamayla şu kadar alacak bilgisine rastlamadım. Bu mantıkla onlarda 4,5 milyon YTL alacaklar.

Ankara'da Protesto

Fenerbahçe tribünleri takımının arkasında yer almaya devam edecek ama en ufak kötü gidişte de büyük tepkiler gösterecek. Bunu söyleyenler maraton üst tribünde GFB gelmeden önce orada bağıran ve tribün kültürünü yaşatmaya çalışan insanlar. Ankara'da protesto olduğunu söylüyorlar. "Bu devirde kimse sultan değil hükümdar değil..." diyorlar. Bekleyelim görelim Ankara'da protesto olacak mı?

3 Eylül 2008 Çarşamba

Ankaragüçlü Adil

Ankaragüçlü Adil fotoğrafta taraftarların üstüne atlayan. O kadar çok şey anlatıyor ki bu fotoğraf. Böylesi bir oyuncunun şu sıralar olmaması futbolun nereden nereye geldiğini gösteriyor. Bu ne sevgi be kardeşim. Cebeci Stadyumu diye tahmin ediyorum.

2 Eylül 2008 Salı

Tek Kimlik Fenerbahçe


Ermenistan - Türkiye

Halkların arasında kin ya da nefret olduğunu düşünmeyenlerdenim. Ermeni arkadaşlarıma bu zamana kadar hiç başka gözle bakmadım. Onlarında farklı olmadıklarını biliyorum. Sorun buradaki vatandaşlarımızla alakalı değil zaten. Konu Cumhurbaşkanımızın Ermenistan'a gidip gitmeyeceği ile ilgili. Cumhurbaşkanı devleti temsil ediyor ve davete gidip gitmemesi sadece kendini bağlamıyor doğal olarak. Ülkenin çıkarlarını da bağlıyor. Futbol maçından daha öte bir anlam taşıyor işte bu davet. Oturup maçı seyretse olmuyor mu?O konulara hiç girmeden maç seyretse mesela. Hiç girmeden dönemez mi? O zaman da Azeriler bize küser mi? Gitmese daha mı iyi? Maçı evden izlese mesela... Devre arası sessizlik bir sessizlik olurda, "Eee ne diyorsunuz siz şimdi" diye sorarlar diye mi çekiniyoruz? Biz onlarla düşmanız bizim Cumhurbaşkanımız nasıl olur da gider mi diyor birileri? Bize soykırımcı diyenlerle oturulup maç bile izlenmez mi? Bu soruların cevabını futpolitik'te bulabilmek ümidiyle...

Seric

Beşiktaş'ın başarısız olduğu sezonların faturası hep defansa çıktı. Hal böyle olunca da 5 seneden bu yana çok defans oyuncusu geldi geçti Beşiktaş'tan. Ali Güneş, Çağdaş Atan, Fatih Sonkaya, İbrahim Toraman, Mustafa Doğan, Adem Dursun, Ali Tandoğan, Kürşat Duymuş, Baki Mercimek, Lamine Diatta, Gordon Sciheldenfeld, Tomas Sivok, Anthony Seric, Tuna Üzümcü, Tomas Zapotoncny. Okurken saymayanlar için rakamı yazayım: 15.
Her sene 3 defans oyuncusu alınmış. Hele hele bunların içinde bir Diatta var ki onun öyküsü çorap söküğü gibi birçok ismi de peşinden sürüklemiş. Beşiktaş şampiyonlar ligine girince defansa tecrübeli birini alalım dediler. Diatta alındı ve gelir gelmez bu oyuncunun aslında 2 yaş daha büyük olduğu söylendi. Oynadığı Marsilya maçında ipi çekildi. Aslında bu oyuncu alınmayacaktı da son anda çıkmıştı piyasaya asıl izlenen ve alınacak olan İtalya'da yıllarca oynamış Juventus tecrübesi olan Legrottaglie'ydi ama beğenilmedi Sağlam tarafından. Neyse... Diatta gönderilmeliydi yerine oyuncu arayışları devam etti. Hırvat Drpiç alındı anlaşıldı dendi. Meğer adam sürekli .ıçını açıyormuş. Vazgeçildi onun yerine Gordon Sciheldenfeld alındı. Onu da Kayseri deplasmanında canlı izleyenlerden biri olarak yeni oyuncuyu merakla izledik. Meğer adamın gözlerine bir anda perde iniyormuş. O da gönderilecek ve yerine Seric alınacaktı. Gordon gitmeden Seric geldi. Seric için birşey anlatmaya gerek yok. Yunanistan'da namı yürümüş. İzlemedik inşallah mahçup eder. Şimdi Gordon'u göndermek için üstüne para ödüyor yönetim. Seriç, Gordon gitmezse oynayamayacak. Bu kadar da kötü yönetilmez ki bir kulüp. Buna rağmen takım bu sene iyi başladı lige. Her kötülüğün içinde bir iyilik var dedikleri bu heralde. Bakalım Gordon gönderilecek mi? Merakla bekliyoruz. Yok gönderilemeyecekse Seric ne yapacak:) Kara kara düşünüyordur heralde kendisi de.

Beşiktaş: 2 - 0 :Konyaspor

Geçtiğimiz sene de oldukça iyi başlanmıştı sezona bu sezondan farklı olarak daha çok pres yapılıyordu, fakat defans hattı da çok güçlü olmayan takımlara karşı aşağı yukarı bu performansı sergiliyordu. İyi anlamda söylenebilecek tek şey ise forvet hattındaki yaratıcı oyuncu sayısının artması. Bu tespiti yapabilmek için Beşiktaş'ın iyi bir takımla karşılaşmasına da gerek yok. Bunun dışında bireysel olarak halen şu iyiydi bu kötüydü demek yanıltıcı oluyor. Uğur İnceman için bir parantez açabiliriz belki. Bu oyuncu Cisse ile çıktığı ilk maçta onun gölgesinde kalmış yaratıcı paslar yerine Cisse gibi garanti oynamayı seçmişti. Son karşılaşmalarda görünen o ki Ertuğrul Sağlam bu oyuncunun dikine paslarla oynamasını söylemiş. Uğur İnceman bu sene bu performansıyla Beşiktaş'ın en kilit oyuncusu olur.

Dün maçtan sonra eve geldiğimde Saba Tümer'le Alen'in sohbetine denk geldim. Saba Tümer sordu o yanıtladı. Çarşı hakikaten bir ürün olmuş durumda. İşin kötüsü ciddiyetten oldukça uzaklaşması Saba Tümer'in. Sürekli kahkahalar atarak götürdü programı. Çarşı gitgide daha çok malzeme oluyor basına. Ciddiyet olması için biraz uzak durmak lazım bu işlerden. Bunun etkileri maça gelen taraftara da yansıyor. İnsanlar önceden gidip destek verelim diye tribünleri doldururken bugün eğlenmeye, gülmeye geliyor İnönü'ye. Beşiktaş'ım benim'e gösterilen ilgiyle salla başını salla başını ritimlerine gösterilen ilgiden de anlamak mümkün bunu.