Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2010 Cuma

Kupa Galipleri Finali Yemini

Hollanda-Uruguay maçını AcademY'nin evsahipliğinde Premier, KC ve Sacripante Re ile izledik. Maç öncesi biralar, ayıptır söylemesi köfteler falan derken maç saati geldi çattı. O sırada AcademY'nin önceden tahmin ettiğim arşivini de görme şansı buldum. Ama böylesini beklemiyordum. İnanılmaz bir arşive sahip olduğunu peşin peşin söylemeliyim. Maçın başlamasına dakikalar kala kutu içerisinde getirdiği eski gazete küpürleri, kombine kartları, maç biletleri ve aklınıza gelebilecek bir dünya nostaljik ürünlerle aklımızı başımızdan aldı. Hollanda'nın inanılmaz ilk golüne kadar kimse maça ilgi göstermedi. Hatta maçı bırakıp gazete küpürlerindeki oyuncuları tanıma yarışına girdik. O kadar kıymetli gazete küpürleri ki bunlar, kesilen gazete küpürünün arkasına denk gelen yazıların bile değeri çok büyük.
Eğer kendisini kafalayabilirsek burada zaman zaman vakti geldiğince yayımlayacağız. Ama aralarında biri var ki paranızla satın alamazsınız. Beşiktaş'ın Bursaspor'u 3-1 yendiği maçın radyo kaydı. Mehmet ve Metin'in aynı topa vurup gol yapmaları ve adını hatırlamadığım spikerin bu durumu dinleyicilerine aktarırken çektiği acı, arkasından gelen Beşiktaş kapalısının sesi... Tarif edilmez dinlenir bu tarihi eseri bir gün burada zamanı geldiğinde yayınlarız.
Yukarıdaki poster de kendisinin arşivinden ufak bir parça. Milliyet Gazetesi'nin iki sayfa halinde parça parça verdiği bu posteri anlatmaya gerek yok. Kendisi herşeyi anlatıyor zaten.
Kupa Galipleri sözü veren takımın şu an neler yaptığını anlatan bir yazı yazacaktım fakat bazı isimlerin ne yaptığına ulaşamadığım için haksızlık etmek istemedim. Yalandan yeminler etseniz de, umutlandırıp utandırsanız da canınız sağolsun.

23 Mayıs 2010 Pazar

Rakamla 10, Bekarlığa Son

Dün akşam atılan imzalar sonrasında Rakamla10 blogunun sahibi 1903 de evliler kervanına katılmış oldu. Çifte ömür boyu mutluluklar diler, nikahta çalınan Beşiktaş marşının kendisinin tribünden kopmayacağına bir işaret olarak algılandığını belirtiriz.

27 Aralık 2009 Pazar

Çiçek Abbas ve Okey


Serencebey Gazetesi'nde çalışırken Beşiktaş'ın 1976'dan bu yana şanlı formasının üzerinde yer alan markalarla ilgili bir araştırma yapmıştım. Vala Somalı'nın kitabından, kulübün çıkartmış olduğu kitaplara, Ergun Hiçyılmaz'ın sakladığı fotoğraflardan, Cumhuriyet Gazetesi'nin arşivine kadar epey uğraşmıştım. Bulduğum markaların hangi yıl giyildiğini, o dönem hangi futbolcuların forma giydiğini de eklemiştim ama yaşça bizden büyüklerin itirazı vardı. Liste eksikti. Hani tipitip, hani Okey? Varsa fotoğrafı, belgesi listeye ekleyelim dedik ama kimse de fotoğraf ya da herhangi bir belge sunmamıştı. Bugün Çiçek Abbas'ı seyrederken şok oldum. Şakir ile Abbas'ın meşhur kahve atışmasından önce arka planda bir Beşiktaş posteri var. Posterin sağ alt köşesinde Okey yazıyor. Futbolcuların göğsünde de çok yüksek ihtimal Okey yazmakta ama okudum dersem yalan olur. Televizyonda daha net tabii. Yukarıdaki posterde Okey yazısını okumak imkansız. Ne zaman ne yapacağı, nerede karşımıza çıkacağı belli değil Beşiktaşımızın. Darısı tipitip ile Ufo'nun başına.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Dönülmez Akşamın Ufkun DAUM


Yıllar önce Beşiktaş'a ikinci seferiydi Daum'un. Beşiktaş kötü gidişine bir türlü dur diyemezken Daum'un ilk maçı Gaziantep deplasmanıydı. O gün kaybedilen maç sonrası Star gazetesi Yılmaz Özdil'in yaratıcı başlıklarından birini atmıştı yine. Scala sonrası enkaz devralan Daum'un kadrosu Fevzi, Ali Eren, Ümit, Bayram, Tayfur, Karhan, Mehmet, İbrahim (Ahmet), Münch, Nihat, Nouma'dan oluşuyordu. Kadro pek de enkaz sayılmaz aslında ama Daum'un Beşiktaş'ı enkaz halindeydi ne yazık ki. Günümüze olan bir başka benzerliğiyse Gaziantep maçları sonrası zorlu bir maratona girmiş olması. 2000 yılında da 2009 yılında da Gaziantep deplasmanı ile çok zor bir sürece başlamıştı. 2000'de Gaziantep, Galatasaray, Trabzon... 2009 yılında Gaziantep, Galatasaray,Kayseri deplasmanı, Beşiktaş.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Eski Biletler

1996-1997 sezonunda 14-15 yaşında tek başıma gittiğim maçın biletleri. Şimdiki nesilden o yaşta olup da giden var mıdır diye düşünürken, Nilay Yılmaz'ın 6 yaşında Bursa deplasmanı macerası geldi aklıma:) Milliyet Gazetesi yazarı -halen öyle sanıyorum- 6 yaşında tek başına Beşiktaş'ın Bursa deplasmanına gitmiş. "Hadi canım nerede okudun, link ekle" deseniz yapamam ama hatırlayanlar varsa yardımcı olsun. Bizim ve birkaç nesil öncemizin futbola merakı daha başkaymış. Bilet biriktirmek bana abi yadigari. Onun arşivi de eklerim arasıra. Çekmecelerde yok olup gideceğine burada tarihe bir iz olarak kalsın.
İş bu posta konu olan 4 biletten 3'ünde neler yaşandığını biliyorum da Fenerbahçe Beşiktaş biletine dair kafada hiçbir iz yok. 30 Eylül 1995. Biletin arkasında 2-0 yazıyor. Yenilmişiz! Enteresan.
20 Ağustos 1996 yılındaki Dinamo Minsk maçı hiç unutulur mu? Rasim Kara'lı Beşiktaş. Yeni Açık'ta "Ateşini Yolla Bana" tezahüratları. Yendiğimizi hatırlıyorum. Arkasına not düşmemişim biletin. Amokachi'nin ambulans girişinden stada girerken helikopter ile maça özel olarak yetiştirildiği anonsundan sonra Danieeeel Amokachi-kachi tezahüratları hala aklımda.
16 Şubat 1997. Beşiktaş-Fenerbahçe. Ertuğrul Sağlam'ın kafa golüyle 1-0 aldığımız maç. Son dakikalarda gelen gol sonrası İnönü Stadı'nda yanan meşaleler. Kapalı'nın köşesi Fener'in.
29 Ekim 1996. Beşiktaş-Legia Warszawa Okul töreninden kaçıp İnönü Stadı'na 09:00'da varış. Akşama kadar kuyrukta beklemece. Polonya taraftarlarının bayrakları eski açıkta. Yine yeniyoruz.

6 Eylül 2009 Pazar

Tarihte Bugün


Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Bülent Ecevit işçilere hitaben; "Tribünlerden sahaya ininiz" demiş. Bundan 29 yıl önce. Futbolla alakası var mıdır söylediklerinin... Ya da neden futbolu tercih etmiş?

21 Temmuz 2009 Salı

Don Kişot Beşiktaşlı...

Don Kişot’un yazarı İspanyol Cervantes de bir dönemler Beşiktaş ilçesinde yaşamış. İspanya’dan Roma’ya hacı olmaya giden Cervantes deniz yoluyla yaptığı yolculuk sırasında gemisi korsanlar tarafından saldırıya uğrar. Korsanların İstanbul’da köle olarak sattığı Cervantes bir işçi olarak çalıştırılmaya başlanır. Bugün Beşiktaş sınırları içerisinde yer alan Kılıç Ali Paşa Cami’nin yapımında bir işçi olarak çalışan Cervantes, daha sonraki yıllarda edebiyat dünyasının en önemli isimlerinden biri olmuştur. Anılarında Beşiktaş ve çevresinin anlatıldığı da rivayet edilir.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

İlk İstanbul Derbisi

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra Lahanacılar ve Bamyacılar İstanbul’da karşı karşıya gelen ilk takımlar olarak karşımıza çıkarken tarihimizdeki takım taraftarlığının da 15. yüzyılın sonlarına kadar dayandığını gösteriyor bizlere. III. Selim sıkı bir lahanacılar taraftarı iken, II. Mahmut ise bamyacıları destekliyor. Her özel günde saray bahçesinde bir araya gelen bu takımlar büyük bir kalabalık önünde amansız bir mücadele sergiliyorlar. Aralarındaki müsabakalar o kadar sert geçiyor ki II. Mahmut’un oyunu iptal ettiği dahi görülüyor. 15’nci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan lahanacılar ve bamyacıların asıl kuruluş amacı ise Ankara Savaşı’nda alınan ağır yenilgi. Atlı birliklerin zayıflığını gidermeye yönelik çalışmalara başlayan II. Murat Amasya ve Merzifon arasındaki ovada atlı birliklerin kendilerini geliştirmelerini amaçlıyor. Takımların adları ise Amasya’nın bamyasından, Merzifon’un ise lahanasından geliyor. Takımların at sırtındaki oyunu cirite çok benzemekte. Topu karşılama amacına dayanan bu oyun uzun yıllar Osmanlı Sarayı’nda ilgi çekmeyi başarmış. Takımların renklerinin neye göre belirlendiği bilinmemekte , Lahanacıların yeşil, Bamyacılar ise kırmızı renklere sahip oldukları belirtiliyor. Padişah huzurundaki bu müsabakaları kim kazanırsa kese kese altınla ödüllendiriliyor. Bu ezeli rekabet kesin bir bilgi olmamakla birlikte 1827 yılında II. Mahmut’un yasaklaması üzerine son bulur. 350 sene süren bu mücadeleler İstanbul’unda ilk derbisi aynı zamanda.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Burası Spor Sergi...

Seyircinin nefesiyle ısınan, uğruna yürüyüşler düzenlenen, tribünlerinin basketbol için besteler düzenlediği efsane salon Spor ve Sergi Sarayı. Şimdilerde TRT 3 ile genç nesle aşina bir efsane.

1974 yılında İstanbul valisi Lütfi Kırdar tarafından açılan Spor ve Sergi Sarayı 1992 yılına kadar basketbolun ve kültürel etkinliklerin kalbinin attığı yerdi. Bir zamanların efsane mekanı Spor ve Sergi Sarayı’nı parkelerinde koşan Fenerbahçeli Ali Limoncuoğlu (Aliço), Beşiktaşlı Ahmet Kurt tribünlerinde coşan Çarşı grubu ve gazeteci Yiğiter Uluğ’dan dinlediklerim...
1930’larda bir spor kompleksi olarak tasarlanan İnönü Stadı ve çevresi hakkında Yiğiter Uluğ oldukça enteresan bilgiler veriyor. İçerisinde Kırtasiye Fuarı gören, liselerarası folklor yarışmasına yarışmacı olarak katılan Uluğ salonda bir greyder bile görmüş. Uluğ, 1930’ların Türkiye’sinde bugün Gmall, lunapark, kongre sarayı ve İnönü Stadı olarak kullanılan alanın aslında bir spor kompleksi olarak düşünüldüğünü ancak ilerleyen yıllarda rant uğruna bu mekanların peşkeş çekildiğini söylüyor. İşte bu kompleksin en şirin parçalarından biri de Spor ve Sergi Sarayı’ydı. 3 bin 500 kişilik kapasiteye sahip olan Spor ve Sergi Sarayı ile ilgili anılarını aktaran Aliço “1980’den sonra Spor Sergi muazzam bir şekilde dolmaya başladı. Fenerbahçe’nin atılımıyla birlikte hareketlendi fakat Beşiktaş’ın futbol seyircisi de ilgi gösterince çok kalabalıklaştı” diyor. Şu an ki salonlarla karşılaştırıldığında Spor ve Sergi Sarayı’nın dezavantajlarının çok olduğunu söyleyen Yiğiter Uluğ, “Basketbol oynadığım dönemlerde spor sergi sarayını hiç sevmezdim. Bugünkü salonun Taksim tarafına bakan kapısı devamlı açık kalır ve kapanmazdı. O potaya kimse hücum yapmak istemezdi. Hep soğuk olurdu. Cemal Reşit Rey tarafındaki potaya hücum etmek isterdi herkes” diyor. Bunun yanında zemininde ve tahta tribünlerinde de devamlı sorunlar çıkaran bu salonu en çok özleten şey ise şehrin göbeğinde olması ve seyirci ile iç içe olmasıymış. Aliço’da ısınmaya çıktıklarında burunlarına gelen sosisli ve tost kokusundan bahsederken şikayet etmediklerini salon ısınmasa da oradaki taraftarın nefesiyle ısındıklarını anlatıyor.
Spor ve Sergi Sarayı denilince Çarşı grubunun da anlatacak çok şeyi var tabii ki. “O dönemlerde mahallenin abisini oynamak zorundaydık çünkü semtimizin ortasındaydı salon” diyen Çarşı Grubunun kurucularından Cem Yakışkan ve Alen Markaryan Türkiye’nin 1980-90’lardaki insan profilini kendi deyimleriyle 10 numara olarak görüyorlar. O dönemlerde insanların maç seyretme aşkıyla salona geldiğini, kapılar kapanınca ağlayarak geri döndüklerine şahit olan Markaryan ve Cem Yakışkan artık basket maçlarında aynı tadı alamadıklarını söylüyorlar. Tribündekiler aynı tadı alamazken saha içindeki Aliço’da Abdi İpekçi’nin boş koltuklarının basketbol için büyük bir kayıp olduğunu söylüyor. Aliço, “Spor ve Sergi Sarayı’ndaki maçlarımız o dönemler tıklım tıklım olurdu. Sporcular salona zor girerdi, kuyruk radyoevine kadar uzanırdı” diyor.

“Tribünlerde söylenen bestelerde oldukça naifti. Taraftarlar yan yana otururlardı” diyen Yiğiter Uluğ şimdiki basketbol taraftarının bu konuda sınıfta kaldığını söylüyor. O dönemlerde basketbol seyircisinin sayı olarak fazla olduğundan bahseden Uluğ, “Eczacıbaşı-Efes Pilsen maçında bile azımsanmayacak bir kitle maçı izlemeye gelirdi” diyor. Şehrin bu kadar merkezi bir yerinde her takımın maçlarını oynadığı bir salonun Beşiktaş semtinde olmasının kendileri için ayrı bir önemi olduğundan bahseden Alen Markaryan ise bir Beşiktaş-Sarıyer maçı sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Fenerbahçe’nin Çukurova ile maçı vardı. Bizim de Sarıyer maçımız var aynı gün İnönü Stadı’nda. Maç sonrası 250-300 kişi toplandık ve salona gittik. Üstümüzde Beşiktaş’a ait ne varsa çıkardık. Aliço ile uğraşırdık. “Aliço bas bas bas” diye bağırırdık. Kızardı smaç yapmaya çalışırdı” diyor. Beşiktaş taraftarı o dönemler o kadar etkiliymiş ki salonda maçlarını bazen 5 bin kişiye de oynadığı olurmuş. O dönemin Beşiktaşlı basketbolcusu Ahmet Kurt’ta seyirci tipinin Beşiktaş dışarıda tutulursa basketbol seyircisi olarak tanımlıyor. Kurt, “Futbol seyircisinin de etkisi ile o salonda büyük bir baskı oluşturuluyordu rakip takım üzerinde. Bugün kötü diye baktığımız durumu o zamanlar memnuniyetle karşılardık” diyor.

Yiğiter Uluğ’un aklında kalan en güzel anı ise Spor ve Sergi Sarayı’nda bir dönem Milliyet Gazetesi tarafından gerçekleştirilen “Liselerarası Folklor Yarışması”. İzmir’den lise olarak katıldıkları bu yarışmada “Salona çıktığımızda böyle bir atmosfere ilk defa şahit olmuştum” diyen Uluğ lise öğrencilerinin dahi o salonu cehenneme çevirdiğini çalan müziği duyamadıklarını söylüyor. O dönemin basketbol kültürünün farklılığı Yiğiter Uluğ’a bu dönemlerde pek rastlamadığımız bir İstanbulluluk bilinci de göstermiş. Aydan Siyavuşlu Eczacıbaşı yenilgisiz maçlarını sürdürürken Adana’da Güney Sanayi takımıyla karşılaşır. Tabiri caizse döve döve tek sayı farkla galip gelir Güney Sanayi. Televizyonlar ya da gazetelerin o kadar etkin olmadığı için kulaktan kulağa bu haberler duyurulur. Eczacıbaşı gurur mücadelesi yapmıştır durumu. Spor Sergi’deki rövanşa giden Yiğiter Uluğ tribünlerin İstanbul diye tezahürat yaptığını, Eczacıbaşı’nın ise ilk dakikadan son dakikaya kadar tam saha pres uyguladığını söylüyor. Maçın sonucunu merak edenler için çok net bir tahmin olmasa da 144-50’yi verebiliriz.
Spor ve Sergi Sarayı’nın tribünlerinin de tabii ki sahipleri olurmuş bir dönemler. Bayraklı tribün için kavgaların verildiği dönemlerde Beşiktaş taraftarı burun kıvrılan pota arkasını mekan bellemiş. Teknik Fakülteliler, Beşiktaşlılar, Fenerbahçeliler ve Sosyete mekanı diye ayrılırmış o dönemler tribünler. Cem Yakışkan ve Alen Markaryan’ın gençlik dönemine rast gelen Spor ve Sergi Sarayı’ndaki anılarını anlatan Çarşı Grubu “Maçın ne maçı, ya da hangi spor dalı olduğu önemli değildi bizim için. Maç başladıktan sonra maça girer, tabeleya bakardık, geride olanı destekler, maçı kazandırıp çıkardık” diyor.

Böylesine renkli bir atmosferi olan Spor ve Sergi Sarayı yıllarını özleyen Aliço “Öncelikle seyirciyle elelesiniz. Seyircilerle şakalaşıyorsunuz resmen o kadar yakın ve sıcak bir ortam. Isınırken kantinden burnunuza kokular gelir. Her şey iç içe. Seyirci salona geldiğinde orada bizlerle konuşup sohbet ediyordu. Seyircinin içinden maça çıkıyorduk. Ben Abdi İpekçi’de ve Avrupa’da da oynadım böyle bir atmosfer yoktu hiçbir yerde yok” diyor. Şimdiki taraftar profilini de eleştiren Çarşı Grubu üyeleri kendilerinin salonda gün içerisinde 4 ya da 5 maç zevk alarak izlediklerini, paraları olmadığı zamanlarda spor ve sergi sarayında pide satarak maç izlediklerini belirtiyorlar. O döneme ait birbirinden ilginç anılar anlatan Beşiktaşlılar “Maç öncesi sürgülü kapıları kapatıp rakip takımla maç yapardık. Yenilen çıkar diye de iddia koyardık” diyor. Salonun açılmayan camlarının nasıl açılacağını dahi bilen Beşiktaşlıların o döneme ait en çok söyledikleri beste ise “Bomborossi bombomrossi bom bom bom/ siyah beyaz/ güm güm güm.”

Spor Sergi Sarayı’nın son organizasyonu ise NBA koçların katıldığı bir seminer olmuş. Yiğiter Uluğ “Bill Walton, Jack Ramsey, Hubby Brown, Calvin Murphy ve 500’e yakın antrenör ile gerçekleştirildi. Yurtdışından da büyük bir katılım vardı” diyor. Spor Sergi Sarayı’nın kapatılacağı haberi üzerine geç kalınmış bir hareket olsa da basketbolcular ve basketbol severler bu salonun yıkılmaması için yürüyüş düzenlemişler. Ellerinde pankartlarla yürüyenler arasında yer alan Aliço “Biz orası için yürüyüşlerde yaptık ama çok çok iyi organizasyonlar değildi bunlar. Doğan Hakyemez ve Turgay Demirel’de vardı bu organizasyonlarda, ama çok iyi organizasyonlar değildi. “Burayı verelim bize başka bir yer tahsis edin” denmesi gerekiyordu” diyor.

*“Galatasaray-Beşiktaş futbol maçından Oktay isimli bir arkadaşımız vefat etmişti. Spor Sergi Sarayı’nda karşı karşıya geldi takımlar. Bizde genciz o zamanlar 18-20 yaşındayız. Galatasaray tribününe saldırdık. Galatasaray tribünü çöktü sahaya düştüler.”

**İnsanların büyük mekanlarla ilişki kurabilmeleri çok kolay değil. Spor sergi sarayındaki en dolu maç 5 bin kişiyle oynanıyordu. Şimdi Abdi İpekçi kapısından girildiği anda insanı ezen devasa bir yapı oluverdi. Tabii ki çoğu maçta da tribünler boş olunca orası insanlara soğuk geliyor. Birkaç faktör var yeri uzak sapa bir yerde. Günlük yaşamda yeri bulunmuyor.

***Spor Sergi’nin şu an olmaması çok büyük kayıp. Basketbol federasyonumuzun da çok büyük bir ayıbıdır bu. Muhakkak Taksim civarında bir spor salonu yapması gerekiyordu. Abdi İpekçi’de basketbolun sevdirilebilmesi mümkün değil. Gidin kime sorarsanız sorun oynayandan izleyenlere kadar. Bir kişi de ben Abdi İpekçi’yi seviyorum diyebiliyor mu?

9 Temmuz 2009 Perşembe

"Sendikacı" Şükrü Gülesin

Şükrü Gülesin 10 Temmuz günü (yarın) anılacak. Bakmayın siz Lazio'da, Palermo'da oynadığına, Türkiye'ye Futbolda Sendikalaşma düşüncesini getiren de ta kendisiydi. Ruhu şad olsun.

2 Temmuz 2009 Perşembe

2 Temmuz

Bugün 2 Temmuz. Sivas yeni stadına isim düşünedursun.

4 Eylül Cumhuriyet Stadyumu
Yiğido Arena
Muhsin Yazıcıoğlu Stadyumu
Sivas Cumhuriyet Stadyumu

30 Haziran 2009 Salı

Bursa Cezaevi Spor Kulübü


Nazım Hikmet ve Savaş Dinçel
“…(Bursa) hapishane(sinin) bahçesi (futbol için) adam akıllı müsaitti. Bizden evvel de zaten adetmiş, oynarlarmış. Lakin başgardiyan zaman zaman engel olur, futbol topunun bahçe duvarından dışarı aşıp, geri gelmesiyle “esrar kaçakçılığı” yapılmak ihtimalini –zayıf, çok zayıf bir ihtimal olmakla beraber- sebep olarak gösterir, eğlence babında belki tek vasıtamızı da elimizden almak isterdi. Başgardiyanın gönlü edilip, top oynamaya izin koparıldığı ikindi üzerleri, iki takım halinde bahçeye inerdik…(Ben) okulu futbola değişecek kadar bu işin tiryakisiydim. Uzatmayalım, günün birinde aramıza uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında, mavi gözlü bir de şair karıştı… Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: Ortahaf!... Şiirdeki kadar usta, yahut nefesli olmadığı için, onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçer, onu çıldırtırdık. Öyle sinirlenirdi ki… Kurşuni kasketinin siperini hırsla geriye çevirir, santrafora geçer, beklere (savunma oyuncularına), haflara (kanat oyuncularına) çıkışır, oyuncuların yerlerini değiştirirdi ama, oyun başladıktan az sonra her şeye rağmen… inerdik kalelerine ve… GOOOOL! İfrit olurdu… Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan sarı kaşları… Hele çalım yapar yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada bir faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi. Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda, çok nefis bir tekmeydi…”

7 Nisan 2009 Salı

Papen Mustafa ve Sezgin

Adımımı nereye atsam orada futbol beni buluyor. Apar topar Konya-G.Antep gezileri çıkınca öğlen 12'de Konya'dan Gaziantep'e otobüsle yola çıktım. 7 saat sürse alırım bir G.Antep tarafı oturur maçı izler ertesi günde işime gücüme bakarım diye düşündüm. Düşündüğümden uzun sürünce yolculuk maça gitme hayalimde suya düştü. Kamil Ocak stadının ışıklarına baka baka kalacağım yere doğru yürümeye başladım. Maçın skorundan haberim yok, çevrede bir Allah'ın kulu yok, soracak kimse yok. Stadyumdan uzaklaşırken stadın ışıklarının sönmeye başladığını görünce bekleyip belki bi Galatasaray otobüsünün fotosunu çekerim de öksüz kalan bloga oradaydım tadında bir yazı attırırım dedim ama bu beklentim de boşa çıktı. Bir tane otobüs göremeden döndüm otele. Galatasaraylı Sezgin ve yanında da iki kaşkollu bir de tanıdık bir sima oturmuşlar uçaklarını bekliyorlar havaalanında. Rötar yapınca uçaklar muhabbet tellendi. Kulak kabartıyorum... Sabri nasıl orta yapamaz bu kadar senedir çalışır da diye tartışıyorlar... Aralarından biri Arif'e ben öğrettim orta yapmayı biliyorsun değil mi diye konuşmaya başlayınca tanıdık simanın kim olduğunu arkadaşla tartışmaya başladık. Kafayı yiyoruz ama bulamıyoruz. Ben öğrettim Fulya'da diyor. Belli ki eski futbolcu. Sonra yanlarına biri daha katılıyor. Sezgin bir türlü çıkaramadığımız kişinin Mustafa Yücedağ olduğunu söylüyor sonradan katılana. O da ismi biliyor ama tiple uyuşmadığı için hangisi diyor. Papen Mustafa da hani 90. dakika da gol atmıştım diye bir maçı anlatıyor. Gaziantep'ten dönerken yaşananlar bunlar. Deplasman dönüşü havaalanında resmen nostalji.

21 Mart 2009 Cumartesi

Hitler ve 405 bin Kapasiteli Stadyum

Hitler’in mimariye merakı hepimizin malumu. İşte bu da Hitler’in 405 bin kişilik stadyumu. Yapılma aşamasında fotoğrafları var. Ancak rivayete göre bu stadı İkinci Dünya Savaşı’nda Ruslar Nürnberg’i bombalarken heba etmişler. Olsaymış yukarıdaki gibi olacakmış. Harbiden Delisin Hitler. Bu stadyum dolar mı hiç. Senin yaptığını Aziz yapmaz...

15 Mart 2009 Pazar

Emre Toraman

Türkiye'nin en antipatik futbolcuları arasında ilk 3'e elini kolunu sallaya sallaya girer Emre Toraman. Aslında böyle bir adam değildir ama mevkisi itibariyle biraz daha hırçındır sahada. Suadiye Lisesi mezunu Emre Toraman. Biz liseye yeni başladığımızda onlar okul takımı antrenmanlarına giderlerdi. Arada bir de Suadiye'deki camcı da çalışırken görürdük. Çocukluğumuzda da tahta kalelerde mahalle maçları yapardık. O mahallesinin defansını toparlardı, geride sağlam oynardı. Gel zaman git zaman okul kaptanlığı yaptığı Suadiye Lisesi'nden mezun oldu ve şurada oynuyor, burada oynuyor diye haberlerini almaya başladık. Gençlerbirliği Asaş, Trabzonspor maceraları gündeme gelmeye başlayınca iyiden iyiye daha da yakından izlemeye başladık Emre Toraman'ı... İyi de oynuyordu ama hiç İnönü'de izleme fırsatı bulamamıştık. Samet Aybaba'nın özellikle kadrosunda yer açtığı Emre Toraman'ı yıllar sonra Beşiktaş'a karşı Sakaryaspor maçında izledim. Orta sahanın biraz önünden bize gol atıp kulübeye koşuşundan bu yana düşüşü devam etti futbolunda. Hep sert hareketler yapan defans önündeki Emre'nin bugün iki gol attığını görünce üzüldüm. Benim hatırladığım Güney Afrika'lı Isaac vardı Dünya Kupası'nda kendi kalesine iki kez çalışan bir de Emre Toraman işte. Bir futbolcunun başına gelebilecek en kötü şey budur heralde. Takımın iki gol yemiş ikisini de sen atmışsın. Sürekli takım değiştirdi bu zamana kadar. İki sezondur aynı takımda dikiş tutturmuşken yolu yine Anadolu'nun bir başka köşesine düşer mi? Adnan Polat çok istiyordu Emre'yi biraralar... Kayseri Erciyesspor'dan hocası Bülent Korkmaz da Galatasaray'da şimdi. Bu iki gol kötü oldu tabii...Bekleyelim görelim ama üzülme büyük kaptan...

17 Şubat 2009 Salı

Beşiktaş'ın Eto'osu

Beşiktaşlı Fercani Bey... Belki de Beşiktaş'ta oynayan ilk çikolata renkli futbolcu. Beşiktaş'ı şampiyon yapan forvet oyuncusu. Soner Yalçın'ın "Siz Kimi Kandırıyorsunuz" adlı enfes kitabının futbola ayrılan sayfalarında buldum. Bilmeyen Beşiktaşlılar varsa ismiyle google'da aratırlarsa mutlaka daha ayrıntılı bilgi sahibi olacaklardır. Beşiktaş'ı İstanbul Ligi'nde şampiyonluğa ulaştıran Fercani Bey'in asıl olayı ise şu: Türkiye ilk kez olimpiyatlara katılacaktır. Futbolda Çekoslavakya ile eşleşilir. Ama Fercani Bey takıma alınmamıştır. Vala Somalı yıllar sonra gider sorar Fercani Bey'e: "Bu söylenenler doğru mu? Renginden dolayı mı almadılar seni?".... Fercani Bey cevaplar: "Bana böyle açıkladılar." Vala Somalı sonrasında araştırır ki olay doğrudur. Fercani Bey'i rengi yüzünden almadılar diyen Vala Somalı hala yaşıyor. Bilenler bilir:)
Ama burada ben müdahale etmek isterim konuya. Fercani Bey siyahi olduğu için değil Beşiktaşlı bir futbolcu olduğu için alınmamıştır kadroya. Şimdilerde puzzle birleştirmek daha kolay tabii. Bizden futbolcu almazlar. Böyle gelmiş böyle gitmiyor mu zaten. Şaka lan şaka.

14 Şubat 2009 Cumartesi

1949...


13 Şubat 1949 Fenerbahçe Stadyumu

Irkçılık Bu Olsa Gerek

Ajax'ın Hollanda'daki yahudilerin takımı olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Feyenoord-Ajax maçlarında yahudilerin Ajax'ına yapılan tezahüratlar ırkçılığın sınırlarını çoktan aşmış. Bambaşka bir hal almış. Galatasaraylılar yanında halt etmiş. Bunun adı resmen soykırım tezahüratı. Simon Kuper'in Ajax adlı kitabında okuduğum tezahüratlara bırakıyorum sözü...

"Ne tür Yahudi bu?

Bu Yahudi Amsterdam'dan!

Kendi çocuğunu düzer

Danny Blind bu!"


"İşte Ajax treni geliyor Auschwitz'ten"

"Tıssssssssssssssssssssssss" (Gaz sızıntısı sesi)

"Sieg sieg sieg" (Bu sözlere Hitler selamı eşlik ediyormuş)