30 Ağustos 2010 Pazartesi

30 Ağustos Zafer Bayramı

Adınızı yıldız oyuncular uğruna silmeye yeltenseler de, genç nesil size ve eserlerinize bir gün sahip çıkacaktır. Zaferlerle dolu tarihi bize hediye edenler önünde saygıyla eğiliyoruz.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bana bir Frappe

Paok-Fenerbahçe maçından sonra çok korktum bir gün bizim de tribünlerimiz -Allah korusun- Fenerbahçe gibi olur mu diye. Sonra İnönü Stadyumunun zemini için stadyuma girdim. Çimlerden çok yukarıdaki afiş dikkatimi çekti. Korktuğum başıma geldi. Kıllanıyorum Yıldırım Demirören yönetiminden bizi de benzetecekler Fenerbahçe tribünlerine diye.

Bu yıldızlar nasıl geliyor? Gelince hoşuna gidiyor mu? Ama bak bunlarda olacak: Stadyumun adı değişecek, bir çok yer loca olacak, en iyi izlenen yer dedikleri kapalı hep oturan tayfa olcak. Karar ver güzel kardeşim. Ben kararımı verdim. Beşiktaş Avrupa'nın en büyük takımı olmak gibi bir uğraş içerisinde olmasın. Tribünler bozulacaksa, Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan özellikleri kaybedilecekse. Guti gelmesin, Quaresma da olmayıversin.

"Sen nasıl Beşiktaşlısın yahu. Senin sevgin Beşiktaş'a değil tribünlerine" diyenleri duyar gibiyim. Ama onlarda başarılı olmanın, kendilerini mutlu hissetmenin aracı olarak görmüyorlar mı Beşiktaş'ı. Onlar Beşiktaş futbol takımının üzerinden mutlu olmayı seçiyorken ben de tribünlerinin mirası üzerinden mutlu olmayı seçiyorum.

Seçim sizin. Her ikisi birden oluyorsa başımın gözümün üstünde yeri var. Ama şeyim .mcıkta, canım cennette olmuyor işte. Ben "Bizim stadyumda frappe var oğlum sizde de var mı" diye hava atan taraftar cinsinden olamadım bir türlü.

27 Ağustos 2010 Cuma

Polisimizin Paok Sevgisi

Bölücü örgütün bayrağını açan, sloganlarını atan taraftara polisimizin tepkisinin olmaması dün gecenin en önemli olayıydı. Beşiktaş maçını seyredemediğim için Paok taraftarından bahsedip bırakmak daha doğru olacak. İstanbul'dan PAOK tribünleri geçti diyebiliriz. Elimizi vicdanımıza koyup yeryüzünün en iyi taraftarı arasında ilk 3'e girebilirler herhalde.

Polisimizin bölücü örgütün bayrağına 3 dakika boyunca müdahale etmemesi ve sonrasında kendilerine yine polisler tarafından su dağıtılmasını anlayamıyorum. Üstelik bu suları yine polise fırlatan Paokluların şımarık tavırlarına izleyici kalan, Türk taraftarını ezdiren emniyetimizi anlayamıyorum. Bir kolluk kuvveti nasıl olur da kendi vatandaşını rencide edip, kendisini de bu kadar ezdirir inanamıyorum.

Bir de Fenerbahçe taraftarının Paok'a karşı bu kadar aciz kalmasını, sesini çıkarmamasını anlayamıyorum. Fenerbahçe taraftarı bitti de bu kadar mı bitti be kardeşim. Rezil etti Paok. Sesleri çıkmadı Fenerbahçe tribünlerinin. Paok yeri göğü inletirken Fenerbahçeli kardeşler ellerinde kameralarla video kaydediyorlardı. Aziz Yıldırım yarattığı bu rezil tribün kültürü ile övüne dursun. Bugün Beşiktaşımız Paok'u çekerse, Türk tribünlerinin ne olduğunu kendilerine gösterebiliriz diye düşünüyorum. Dinsizin hakkından imansız gelir.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Fenerbahçe'nin Niang Transferinin Trabzonspor'a Etkisi

"Ne alakası var Niang transferiyle Trabzonspor'un?" demeyin.Ya da başlığa aldanıp Niang'ın Trabzonspor maçındaki etkili oyunundan bahsedeceğimi düşünmeyin. "Ee,ne alaka o zaman?" diyenler için sözkonusu etkiyi kısaca açıklayayım efendim;

Niang'ı Fenerbahçe'ye satan Marsilya forvet açığını Toulouse'dan Gignac'ı transfer ederek kapatmaya çalıştı, hem de tam 16 Milyon EURO ödeyerek. Buna mukabil Gignac'ı Marsilya'ya satan Toulouse da forvet açığını kapatmak üzere Umut Bulut için Trabzonspor'a 3 Milyon EURO'luk resmi bir teklifte bulundu. Hem de tarihi Liverpool maçından 24 saat önce.. Ve bu teklif ortalığı karıştırdı. Şu an Liverpool maçında en yüksek performans beklediğim isim olan Umut Bulut kadro dışı ve ne kalacağı belli ne de gideceği.

Umut Bulut'un Avrupa'ya gitme hayali Trabzon'da bilinen bir husustu,.Zira Umut bu hayalini gerçekleştireceğinden emin bir şekilde 1-2 yıldır İngilizce kursuna da devam ediyordu. Geçen sene sonunda sözleşmesini yenilerken yönetimden Avrupa'dan bir teklif gelmesi halinde kolaylık sağlanacağına dair söz aldığını da okumuştuk gazetelerden.
Tüm bunlara karşın dün internetten "Toulouse Umut'a Talip" haberini okuduğumda ne transfer sezonunun bitmesine 5 gün kala yönetimin menajerlerle ve Toulouse yöneticileriyle Şenol Güneş'ten habersiz pazarlık masasına oturacağı aklıma geldi, ne de Umut'un her ne kadar hayali de olsa "Gitmek istiyorum" diyeceği.
Trabzonspor olarak ne zaman sezona çok iyi başlasak muhakkak önümüze bir engel çıkar. Bir kez daha yöneticilerimizin gerizekalı olmalarının ceremesini çekiyoruz maalesef. Liverpool maçına 24 saat kala hangi akla hizmet menajerlerle pazalrık masasına oturduklarını anlamak gerçekten çok güç, hem de Şenol Güneş'in bilgisi olmadan. Bana bile sorsalar Şenol Güneş'in bu transferi kesinlikle onaylamayacağına dair kellemi koyardım ortaya. Zira Şenol Güneş'in rakibe önde baskı kuran,rakibi yarı alanına hapseden,savunmayı en önde başlatan hücum felsefesi için Umut Bulut biçilmez kaftan ve kolay vazgeçilebilecek bir oyuncu değil. Ancak iş bilmez yöneticilerimiz sayesinde olay öyle bir noktaya geldi ki Umut bu saatten sonra gitse bir sıkıntı, kalsa ayrı bir sıkıntı.
Her ne kadar sonuca odaklı Trabzonspor taraftarları Umut Bulut'u çok gol kaçırdığı için sevmeseler ve her hareketinde homurdansalar da Trabzonspor taraftarının benim de dahil olduğum büyük bölümü Umut'u çok sever. Zira biliriz ki Umut Bulut emekçidir,terinin son damlasına kadar savaşır,maç seçmez, istikrarlıdır ve Trabzonlu olmasa da Trabzonspor'un efsane oyuncularını yetiştiren Faroz Mahallesi'nin ruhu vardır onda.
Umut'un günahı yerli olmasıdır. Zira zenci olsaydı eminim Trabzon'da heykeli dikilirdi.
Yukarıda da bahsettiğim gibi kalması kısa vadede,gitmesi ise uzun vadede sorun yaratacak. Umarım kendisi için de bizim için de hayırlısı olur ama gönlüm(üz) kalmasından yana.

24 Ağustos 2010 Salı

Transfer=Takımı Okuma Sanatı

Schuster'in rotasyon isteğinden mi yoksa takımın tamamının bu lig için yeterli kalitede olacağına inanmasından mıdır bilinmez, sabit bir 11 formu izletmeyeceği aşikar. Bugüne dek oynanan ve ciddiye alınması gereken maçlar zorluk derecesine göre Vikingur, Helsinki, Buca, Villa Real, Plezen ve İBB maçları. En ciddi sınavından mağlubiyetle ayrılan bu takımın bu kadar maç sonunda halen yeni bir takım hüviyetinde olması, bir eleştiri cümlesi olarak hazır değil benzetmeleri yapılması hem iyi, hem kötü. Takımın ağustosun ortasında hazır olması demek, Ocak'ta ruhu çekilmiş bir takım izlememiz anlamına geliyor kimilerine göre. Bence de gerçeklik payı bulunmakta böylesi tespitlerin. Şu yaşımıza kadar bir sezon boyunca hem de temmuzdan bu yana geleni gideni ezen bir takım sahalarda görmedik. Mustafa Denizli'nin ileriye dönük tahminleri de bunu işliyordu beynimize. Takımın hevesini optimum seviyede tutarak, çok ileri haftaları işaret ederek, gücünü 90 dakikaya yayan bir futbolcu gibi takımı tüm bir sezon boyunca yönetebilmek istiyordu. Geçtiğimiz sezonun Galatasaray'ından hiçbir farkı yok Beşiktaş'ın demiştik. Erken form tutan Avrupa'da ezen, lig de 9'da 9'un peşinde koşan Galatasaray'ın grafiğini yıkabilir Beşiktaş. Çok benzer bir sezon yaşamasının önüne geçen etken tamamen Schuster'in takımı bir sezon boyunca yönetebilme aklıyla hareket etmesinde yatıyor. Bazı futbolcuların tribünde olması, bu futbolcuların küstürülmesine sebep olmazsa bu amaca ulaşacaktır Schuster. Tek kötü tarafı futbolcuların kafa olarak bu sistemi çözemeyecek olmalarında yatıyor.

Beşiktaş bugüne dek bazı maçlarda bizi çok heyecanlandırdı. Villa Real maçında oynanan oyun sonrasında takımın şansının yaver gitmesi durumunda nelerin olabileceğini, içeride ya da dışarıda rakibinin üzerine rahatlıkla gidebilecek düzeyde olduğunu görüyoruz. İşin ilginci ise bize özel bir durum aslında. Biz uzun yıllardır böyle bir takıma şahit olmadık. Rakibi sağlı sollu bunaltan bir takıma sahibiz. Bunaltıyoruz ama golcü sıkıntımız nedeniyle 2 yediğimiz karşılaşmalarda 3 atabilecek performansı göstersek de bunu tabelaya işleyecek adama ne yazık ki -Bobo hariç- sahip değiliz. Bu blogda koruduğumuz kolladığımız Nobre'den umudu kestik, Holosko'dan bir yıldız olmayacağını kanıksadık, Nihat'ın özlemi yetti, bitti. Yine eylülde gel Nihat şarkıları söylemek zorundayız.

Gidişatını böyle özetleyebileceğimiz Beşiktaş'ın forvet sorunu ortada dururken transfer haberleri ortada dolanıyor. Mehmet Aurelio için görüşmeler devam ediyormuş. Böyle bir transfer ancak AcıbadeM'in dediği gibi "Robinho" gelsin hinliği barındırıyor olsa gerek. Fink gidecek Robinho gelecek. Çok mu safız, bunlar mı iş bilmiyor bu muamma Yıldırım Demirören o koltukta oturduğundan bu yana devam ediyor bizim için. Transfer takımın eksiklerine göre yapılır ama burada durmamız gerekiyor. Bizim bilmediğimiz birşey oluyor. Mehmet Aurelio geliyorsa başka bir sonuç çıkmaz. Takımı okumanın adı transferse bu yönetimin okuması yok.

Hadi yukarıdaki senaryo gerçek diyelim. Fink yerine Tabata ya da Holosko'nun gönderilmesi an itibariyle daha doğru gibi gözüküyor. İşin Necip tarafına hiç girmiyorum. Necip, Mehmet Aurelio gelse de ondan formayı kapacaktır.

20 Ağustos 2010 Cuma

Selanik İzlenimleri (2)

Fenerbahçe'nin tribünlerinde görmeye alıştığımız "Aşkımızı Anlatmaya Geldik GFB" pankartı dün gece PAOK taraftarının ellerindeydi. Tribünün ortasında sarı bir çizgi gibi gördüğünüz pankart ters olarak açıldı. Bir FDL hikayesi çıkar mı?:) Karizma çizildi ne de olsa.

Stadyumlarındaki atmosferi anlatmak için uğraşmayacağım. En az Beşiktaş'ın tribünleri kadar iyiler. Bizden en büyük artıları ise hakemi inanılmaz baskı altına almaları. Şov ile oyunu dengelemişler. Bugüne dek gördüğüm en iyi tribün buydu. Liverpool maçındaki tribünümüzden dahi iyiydi.

Çok güzel videolar çektim ama blogda bir sıkıntı var. Büyük bir hevesle paylaşmak istediğim videoları ekleyemiyorum şimdilik.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Selanik İzlenimleri

Selanik Toumba Stadyumu'nda olacağım bu akşam. Çekebildiğim fotoğraflar an itibariyle bu kadar. Gördüklerim tabii ki daha fazlası. Selanik sahil şeridinin İzmir'in kopyası olduğunu söyleyebilirim. Sıra sıra cafeler, publar içerisi tıklım tıklım çoğunluğu genç. Gündüz hafta içi ama alkol gırla gidiyor. Ekonomilerinin kötü olduğunu biliyoruz, dükkanların çoğu kapalı, sokaklar bomboş.

Şehrin yanılmıyorsam 3 takımı var. Paok, Iraklis ve Aris. Aris ile PAOK arasında hayli sıkı bir rekabet var. Birçok grefite çalışması var sokaklarda ama bir türlü çekme fırsatı yakalayamadım. Şehrin tamamında IRA 10 yazıyor. Sanıyorum Iraklis'in tribün grubu. Stadyumları Paok'un stadyumundan daha güzel. Aris'in stadyumunu çok çok uzaktan gördüm. Bir yorum yapamayacağım.

Selanik'te takıma özel bir güvenlik alınmış durumda. Anlatılanlara göre Yunanistan'ın en rezil taraftarıyla karşılaşacak Fenerbahçe. Şehri gezerken hep cana yakın insanlar görüyorsunuz ama bu adamlar stadyumda ne hale dönüşüyor onu da kestirmek güç. Siz birşeyler ararken yardımcı olabilir miyim diye çıkıyor birileri. İstanbul tişörtleri giyiyorlar. Kaybetmenin ne demek olduğunu o zaman anlıyor insan:) Konuşunca ben İzmirliyim, İstanbulluyum diyenler çıkıyor.

Toumba Stadyumu'nu biz bu zamana kadar bilmiyorduk ama burada nam-ı almış yürümüş. İnşallah stadyumda olup oradan da videolar eklerim. Selanik'te 4-5 tane spor gazetesi çıkıyor. Bunlardan biri Metro Sport. Tam 63 sayfa. Dolu dolu. Harbiden spor gazetesi. Bugünkü maç için KAMIKAZI diye bir başlık atmışlar. Aykut Kocaman'ın eli ağzında bir fotoğrafıyla birlikte.

Bugün Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evi de gezebilme fırsatı buldum. Hayli sade, gösterişsiz. Daracık merdivenlerle 3 kat çıkılan evden fotoğrafları da ekleyeceğim bloga. İlgimi en çok çeken şey ise evin bahçesindeki Nar ağacı oldu. Atatürk'ün doğduğu gün babası tarafından bahçeye dikildiği söyleniyor. Bu zamana kadar ne bir yerde okudum, ne de anlattılar. Bilmediğimiz birçok ayrıntı hala var herhalde.

Oradaydım

15 Ekim 2002.. Yağmurlu bir İstanbul gününde akşam saatlerine yaklaşıyoruz. O dönem üniversitede okuyorum ve o gün de üniversiteden bir arkadaşımla Şişli'deki TÖMER'de İngilizce kursuna kayıt yaptırıyoruz. Çıkışta arkadaşımı İnönü Stadı'nda oynanacak olan Ümit Milli maça davet ediyorum, zira o dönem öğrenci olmanın da verdiği avantajla gidebildiğim kadar çok maça gitmeye çalışıyorum. Hava çok yağmurlu,arkadaşım gelmek istemiyor. Israrcı olmuyorum ve tek başıma tutuyorum İnönü'nün, daha doğrusu Kapalı'nın yolunu.


O dönemde A Milli takımın çektiği grup kuraları Ümit Milli Takım için de geçerli. Dolayısıyla grubumuzda İngiltere,Slovakya ve Makedonya var. A Milli Takım'ın grubunda 5. takım oalrak Liechtenstein varken 2004 Avrupa Şampiyonası ev sahibi Portekiz'in ümit milli takımı da Liechtenstein'ın yerine bizim gurubumuzda.. Yani zor bir gruptayız.. Ve o akşam da rakip Portekiz..





Roberto Rossetti'nin yönettiği maçta kadrolar şu şekilde;

Türkiye: Volkan Demirel, Fatih Sonkaya, Suat Usta, Servet Çetin, İbrahim Toraman, Uğur İnceman, Selçuk Şahin, İbrahim Yavuz (87 İlhan Özbay), Kemal Aslan (80 Sinan Kaloğlu), Hüseyin Kartal (71 Beyhan Sümer), Tuncay Şanlı TD: Raşit Çetiner

Portekiz: Filipe, Sergio (29 Makukula), Ricardo Miguel, Eduardo, Costa, Bosingwa, Cardoso, Mendes (75 Carlos Jorge), Jorge Miguel (71 Jose Miguel), Ricardo, Manuel TD: Rui Caçador

Portekiz kadrosuna dikkatlice bakınca şu an büyük tkaımlarda oynayan birçok oyuncu olduğunu görüyoruz, hatta Makukula bile var(mış).

O güçlü Portekiz'i inanılmaz bir maç sonunda,son 30 dakikayı 10 kişi oynamamıza rağmen 4-2 yeniyoruz. O akşam İnönü'nün kapalısında izlediğim maç hayatımda izlediğim en iyi maçlardan biri olarak hafızama kazınıyor. Maçla birlikte Portekiz'in 2 ümit milli oyuncusu da..Ve adını bilmediğim o 2 futbolcunun isimlerini sonraki gün gazetelerden öğrenip takip etmeye başlıyorum.

Portekiz'in 2. golünü atan 11 numaralı Manuel, bildiğimiz adıyla Helder Postiga..

Ve Portekiz'in attığı 2 golün de asistini yapan, inanılmaz çalımlar atan,inanılmaz ortalar yapan, henüz 19 yaşındaki Ricardo, bildiğimiz adıyla Ricardo Quaresma...

İnönü'deki "Volkan Demirel & Ricardo Quaresma" düellosu, ikilinin o stattaki ilk düelloları olmayacak...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Formanı Verir Misin?

Maçın ilk kırk beş dakikasının bitiş düdüğü çaldığında Helsinki'nin 8 numaralı oyuncusu Quaresma'nın hemen yanı başındaydı. Düdüğü duyar duymaz dönüp eliyle formasını tutarak Quaresma'nınkini istediğini anlatmaya çalıştı. Maçın sonunda bu isteği gerçekleşti mi bilemiyorum ama en kötü ihtimalle Kartal Yuvası'ndan bir tane ayarlamışlardır ona da.

Yine bir gol bir asistle (asist sayılır) oynayan, attığı golle parmak ısırtıp gol sevinciyle (malzemeci Süreyya'ya koşuşu) gönülleri fetheden Q7'yi ayrı bir yere koymak lazım. Bu hırsı ve istekli oyunu hep sürer inşallah. Zaten maçtan önce söylenen şarkılarda da bu dilek vardı; "Quaresmaaaaa yedi buçuk lira, hep oynasın, hep oynasın..."

Helsinki sıcaktan daha etkilenen takımdı muhtemelen. Özellikle maçın son dakikasında soldan kale sahasına indiğinde topa vuracak mecali kalmayan zencileri. Uzatma dakikalarında ikinci kez soldan gelerek gol şansı yakalamalarına ise Cenk engel oldu. Maç boyu kalesinde bir tehlike yaşamayan Cenk'in bu kurtarışı gollerin gölgesinde kalsa da turun vizesi oldu aslında.

Hilbert sanki son kez şans verilmişçesine oynadı. Golün haricinde de oyuna katkısı yadsınamayacak kadardı. Bir tek İsmail zaman zaman kapalı tribünün homurdanmasına neden oldu takımda. O da 'yapmayın arkadaşlar'cılar sayesinde bastırıldı. Guti hala takım arkadaşlarını tanımaya çalışıyor kesinlikle. Sakinliği güven verirken uzun pasları gözlerimizi okşuyor. Ernst standardında, Tabata ise vasatındaydı dün akşam. Bir frikiği havaya dikti. Güven eksikliği olsa gerek. Defansımız gol yenmediğinden şimdilik sorunsuz gibi gözükse de özellikle soldan gelen akınlar canımızı yakabilirdi. Zapo kornerlerde ileriye çıkışlarında bir de gol bulursa tribünle barışacak sanki.

Skor garantiye alındıktan sonra makaraya dönen tribünlerin iki eksisi oldu gözümde; biri 'Dale Cavese' yapılırken çıkartılan ayakkabılar. İkincisi de "Başkan doğru söyle Robinho nerde?' tezahüratıydı. Son dakikalarda rakiplere yönelik alyehte yapılan tezahüratlara bir şey demiyorum artık, alıştık. Ama yine Fener'e sayarken kalemizde golü görüyorduk az kalsın.

17 Ağustos 2010 Salı

BJK - HJK

On altı sene önce Oktay ve Ertuğrul'un penaltıdan attığı gollerle 2-0 kazandığımız maç önemli bir başarı olarak sayılıyordu.
Bu akşamki maçı 2-0 kazansak normal bir sonuç olarak karşılanacak. Yıllar çok şeyi değiştirirken sadece takımların isimleri aynı kalıyor. Biletlerde T.C. Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü İstanbul İl Müdürlüğü yazısı ve logosu bulunurken şimdilerde satış hakkını alan özel bir firmanın logosu mevcut. Fiyat o maçta Yeni Açık Tribün için 100.000 TL. Önce YTL girdi hayatımıza sonra sıfırlar atıldı paradan o günden beri. Kupa Galipleri Kupası diye bir şey de kalmadı. Maçtan dört sene sonra Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Beşiktaş Jimnastik Kulübü arasında imzalanan sözleşme ile stat 49 yıllığına kiralanmış ve adı da Beşiktaş İnönü Stadı olarak değiştirilmişti. Bugün stadın adı yeniden değiştirilmek isteniyor...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Haftanın Önemsizleri ya da Öyle Görünenleri

Ligin ilk haftasında yalnızca iki maç izleyebildim. Hafta başlamadan önce ne hayallerim vardı aslında. Beşiktaşımızın maçı hakkında çok şey yazdım, sonra beğenmedim sildim, yine yazdım yine sildim. Bu aralar yazamıyorum nedense.

Bucaspor'un hasılatı 888 bin TL olunca o malum soruyu ben de sordum kendime. Acaba Bucaspor maçını kendi evinde yani Buca'da oynasaydı bu maçın skoru böyle olur muydu? Nasıl oluyor da ev sahibi avantajını dezavantaja dönüştürüyorlar hayret ediyorum. Buca'nın kutu gibi stadyumu yerine koca Atatürk Stadyumu'nda deplasman takımı olmaya değer mi?

Haftanın izlediğim ikinci maçında dikkatimi çeken şey ise Bursaspor'un saha kenarı reklamı almaması oldu. Göğsünde logosu yok, saha kenarında reklamı yok. Acaba led ekranlar mı koyacaklar saha kenarına. Eskişehirspor, Galatasaray ve Fenerbahçe'den sonra ilk kez saha kenarında led ekrana geçti. Takımların kazançlarını artıran yenilikler bunlar.

Bursaspor'un turuncu formasını beğenmedim. Hani böyle ilk maaşıyla gidip üstüne başına para döken adamlar gibi olmuş. Bazı şeyleri çok hızlı yaptılar. Biz olduk kıvamında şu an Bursaspor. Hani Hıncal Uluç tarzı kazağı sırtına bağlayan, ben oldumcu yorumcular gibi:) Allahı var Konyaspor'u boğup durdular. Büyük takım gibi oynuyorlar. Helal olsun.

Şu Ziya Doğan'a çok üzülüyorum. Arkadaş bu adamın yüzü ne zaman gülecek. Hep mi kötü takım çalıştırılır, hep mi bütçesi kısıtlı kulüplerde debelenir bir insan. Ayman'ı istemiş onu bile alamamış Konyaspor.

Sivasspor'un Galatasaray'dan puan alacağını düşünmüştüm. Sürpriz olmadı. Galatasaray'ı şimdiden yerden yere vuruyorlar. Rijkaard hoca değil diyorlar. Ligimiz garip. Her hafta birileri vezir birileri rezil. Bize böyle bir dünya çizilmiş her sene aynı filmi izliyoruz. Fenerbahçe 4 attı diye hemen süt liman.

Bu ligde Karabük'ün başarılı olmasını istiyorum. Zeytinburnu'na yenildikleri o günden bu yana sempatim var bu takıma. Vallahi işçi takımı diye değil. Seviyoruz Karabük'ü.

Haftanın en uyuz olduğum durumu Spor Toto Logosu oldu. Forma ahengini bozmaktan başka işe yaramıyor. Ne okunuyor, ne bir anlam ifade ediyor.

Haftaya pazartesi görüşmek üzere.

Düzeltme: Bucaspor maçlarını kendi stadında oynayamıyor cunku stadın kriterleri lige uygun degil ve düzeltme yapabilmesi için hazine ile belediyenin anlaşmasını bekliyor çünkü arsa hazineye stadda belediyeye ait gibi karmaşık bir durum var ortada ve bu karışık durum içerisinde de dogal olarak ülkemizde ki bürokratik işler bir nevi yavaş ve sıkıntılı yürüyor bu sebeple maçlarını Atatürk stadında yapıyorlar.
(Teşekkürler Rauf Dilsiz)

15 Ağustos 2010 Pazar

Köşe Vuruşundan Köşeyi Dönmek

Bir değil iki kere yakaladı Lig Tv kameraları 21 numaralı Erkan'ı. Kısa süre içerisinde takmının kazandığı köşe vuruşlarını kullanmak üzere meşin yuvarlağı çeyrek dairenin dışına koydu ve öyle ortaladı ceza sahasına. Süper Lig'deki ilk sezonunda cin olmadan adam çarpmanın peşine düşse de başarılı olamadı Erkan. Yeni Türkü'nün güzel bir şarkısı vardır, bu güzel kardeşimize onu gönderiyoruz. Her ne kadar köşe gönderinin orası hem çeyrek hem de daire olsa da...
"Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın. Kendin içindeyken, kafan dışındaysa"

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Teşekkürler Volkan Kamber


Volkan Kanber yayımlanmasını istediği bir yazı hakkında mail atmış. Kusura bakmasın çok geç gördüm. Noktasına virgülüne dokunmadan 2008 yılında yazdığını belirttiği yazıyı okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca bu kadar güzel bir yazı için blogumuzu tercih etmesi de çok mutlu etti. Teşekkür eder devamını bekleriz.
***
Beşiktaş'ı hiç bir zaman bir spor kulübü olarak görmedim ben... Başarılı olsun olmasın, takip ettiğim ilgilendiğim branşlarda mücadele etsin etmesin hep yanında ve arkasında oldum. Kutu kolayla takım değiştirmeyi, boynuma -milletin keyfine göre- atkı takmasını engellediğim çocukluk kuşağımın son yıllarından beri Beşiktaş'lıyım. İyi ki de olmuşum.
Orta halli bir hayat gibi Beşiktaş. Arzuladığın her şeyin gerçekleşmediği, sevincinin kursağında kaldığı, vaatlerin gerçekleşmediği, kavga dövüş bir hayat işte. Mutluluklarımız kısa sürdü, tekrar mutlu olabilmek ise yıllar aldı. Millet geldi geçti ağzım açık baktım. Kimisi paramızı yedi gitti, kimisi dalga geçti. Dünyaca ünlü topçular geldi bizim tanımadığımız dünyalardan; çok ünlüydüler, harikalardı. Çok para verdik hatta çok yüz verdik çekti gittiler. Ne kulüpçülüğü, ne yöneticiliği anlayamadım bunca yıldır, anlamaya çalışmayı bıraktım bu koca adamların Beşiktaş'lılığını...
Yağmurda bekledim epey, karda kulaklarım üşüdü. Ama hep beraberdik, hep de beraberizdir. Futbol izlemeye gitmedim uzun yıllardır, maç izlemeyi tercih edersem evde oturup televizyondan izlerim prensibimdir. Sıkı taraftar dediler önce, sonra okulda meşale yakıp, slogan atıp, gazetelerde spor sayfalarına çıkınca adım holigana çıktı. Hiç dinlemedim, umursamadım. Param o kadar azdı ki bazen, bir haftalık tokluğa değişmedim tribünü. Ekmek yedim sadece. Yine de geldim. Gelirim.
İnönü'ye ilk geldiğimden beri seviyorum buraları.
Üniversite yıllarında bir kaç arkadaşımla beraber farkettik ki insanlar arasında konuşma, paylaşma, tartışma oldukça sınırlanmış durumda. Fakülte tiyatro kulübü sosyal bir faaliyet düzenliyor; örneğin giysi yardımı başlatıyor Allah'ın kulu iştirak etmiyor. Fotoğrafçılık kulübü bir yardım başlatıyor kimse faaliyete destek vermiyor. Bu dönemde Marmaralı Kartallar grubunu Bahçelievler İİBF'de kurmuştuk. Maça gidiş gelişleri organize ediyor kendi içimizde eğleniyorduk. Öyle bir gruptu ki içinde İmam Hatip mezunu, farklı mezhepten olanı, etnik kökeni ayrı olanı... grubumuz sadece maça gidip gelen bir topluluk olmaktan çıkmış, beraber tiyatroya giden, film izleyen, akşam yemeklerine giden, her düşüncenin paylaşıldığı-tartışıldığı fakat son söz olarak Beşiktaş ile noktalanan bir yapı almıştı. Sosyal faaliyetlerin katılımsız sürdüğünü görünce kitap toplama kampanyalarını, durumu iyi olmayan öğrencilere yardımı bizzat biz başlattık. Ne güzeldir ki Beşiktaş adı altında bir çok güzel olaya beraberce imza attık.
Sevgilimin yanına gider gibi gittim yıllarca maça. Formam hep temiz, ütülüdür. Sabahında kalkıp hazırlanırdım. Herkes sevgilisini beklerken, biz siyah-beyaz giyenleri bekler buluşurduk. Nevizade'de Vera'da başlardı öğlenimiz. Sonra Kazan veya Büyük Beşiktaş Çarşısı'nın önünde devam ederdik. Gümüşsuyu yokuşunda yerlerde otururduk. Beşiktaş eserdi yüzümüze. En güzel arkadaşlarım oradadır hala...
Ne yaparsam yapayım hayatta canımı sıkan irili ufaklı şeylerden aklımı çekmek, kaçırmak mümkün olmazdı. Bir tek haftada bir gün 90 dakika dünyadan kopup gidiyordum. Sevinmeyi de üzülmeyi de bilerek isteyerek kabulleniyorduk. Hep diyor ya "sevinmek için sevmedik" diye, işte öyle...
İçimde yaşadığım, izah edemediğim bir çok duygu var Beşiktaş'lılığımda. Rahmetli dayımın kendisi, ruhu ve Beşiktaş'lılığı da üstümdedir.
Ne başkanı, ne parası, ne pulu, ne de arsız futbolcusu hiç birisi umrumda değil. Semtini de renksizliğini de sıradanlığını da seviyorum. Gözümde sönmeyen bir parıltı Beşiktaş... Bir ömür içimde dışımda yaşayacağım. En çok sevdiklerimden, en vazgeçemediklerimden. Rahmetli Optik Başkan'ın da dediği gibi;
"ÇOK SEVDİK BE ABİ!!!"

Medical Park Ne İstiyor?

Medical Park'ın İnönü Stadyumu'na yapacağı isim sponsorluğu ile ilgili Demirören şöyle diyor: Kötü tezahürat nedeniyle sponsorumuzu kaçırmak üzereyiz. Yurtdışından transfer edeceğimiz yeni oyuncumuzu da bu nedenle transfer edemedik.

Beşiktaş taraftarının Beko'dan bu yana çok sevdiği bir sponsoru olmadı. Hemen hemen hepsi tribünlerden nasibini aldı. Mesela Ülker'e yıllarca orta saha bayrağı açılırken "3 Hece 8 Harf Sadece Beşiktaş" tezahüratı yapıldı. Ülker'in ismini orta sahaya maç öncesi açması hep ıslıklandı. Kapalı Tribünü'nün tavanı mavi Türk Telekom logoluyken Türk Telekom'da nasibini aldı tribünden. Sonrasında doğru hareket ederek siyah beyaza boyadı. Ama bu kez de ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler genel kanısı hakim oldu. Ne Avea, ne Türk Telekom ne de Ülker zaten sevilmiyor. Beşiktaş taraftarı markalara (Beko) hariç karşı işte.

Muharrem Usta'nın Medical Park'ı Acıbadem sponsorluğundaki Beşiktaş'a nasıl sponsor olmak istiyor onu da anlayamıyorum. Mesela Ülker Beşiktaş'ın sponsoruyken Eti ben geldim hadi beraber yürüyelim dememelidir. Sözleşmeler gereği de diyememelidir. Ya da Turkcell Avea varken Beşiktaş'ın kapısını çalmayı bile akıl etmemelidir. Böyle birşeye imkan dahi olmamalı. Ama Medical Park nasıl oluyorda sponsorluk yapmak için teklifte bulunabiliyor hayret. Acıbadem ne yapacak bakalım.

Hadi tüm bunları geçtim. Medical Park kötü tezahürata, tribünden yükselen küfürlere falan muhatap da olmamıştır. Burası İnönü hastane değil diye bağırdı. Tribün kendi düşüncesini ölçülü bir şekilde dile getirmiştir. Medical Park yönetimi osuruktan nem kapmanın en güzel örneğini sergilemiştir bunu bahane edip çekildiyse. Kendilerinden İsmet İnönü'nün adını silmek istemeyiz bu nedenle çekilmek isteriz gibi bir açıklama beklerdim diyeceğim ama RTE'nin ve ailesinin Muharrem Usta ile ne kadar yakın dost oldukları da konuşuluyordu epeydir. Hitler benzetmesi yapılan İnönü'ye son darbenin iktidar zenginlerince vurulması isteğine de şaşırmadım. Ama onların kapalıda sadece 5 saniye süren tezahürata takılmalarını anlayamıyorum. Hayal edilen Türkiye herşeyi olağan karşılayan, düşünüp hareket etmeyen bir Türkiye olsa gerek.

Yılların İnönü Stadyumu'nun adının değişmesi Ali Sami Yen Stadyumu'nun adının değişmesine benzemez. Galatasaray taraftarı bugüne dek neden Türk Telekom Arena oldu diye sitemde bulunan besteler, pankartlar yapmamıştır bu noktada çok önemli. Günümüz futbolunun böyle sponsorluklara ihtiyacı olduğunun farkında olup bağrına taş basıyorsa ve bunu Ali Sami Yen'in Galatasaray'a olan aşkından dolayı yapıyorsa anlamaya çalışırım orası da ayrı tabii. Ama dünyaya tamamen başka pencerelerden bakan bu iki tribün kültürünün ortasında bir doğru olduğuna da inanıyorum. Ne tarihi isimler silinsin, ne de sponsorların alayına kafadan tepki konulsun.

Gelelim Yıldırım Demirören'e. Yine faturayı tribüne kesmiştir. Huylu huyundan vazgeçer mi? Vazgeçmez.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Al Eline Bülteni, Ara Sergen'i

Sergen'in gençliğinden beri at yarışlarına olan düşkünlüğü bilinir. Sadece oynamakla kalmayıp futboldan kazandığı parayla atlar alıp yarışlara da sokmuştu. Kah havuz başından telefonla yaptırdığı kuponların tutmasıyla, kah atlarının kazandığı yarışlarla bu işten de ekmek yemiştir. Gerçi eline ilk kez kuponu aldığı andan itibaren gelir gider tablosu hesaplanabilse zarar da etmiş olabilir. Beş ay kadar önce 1, 2, 3 gol yetmez blogunda okumuştuk; Gökhan Keskin, kendisiyle yapılan röportajda Sergen hakkında sorulan bir soruya içtenlikle cevap vermiş ve Beşiktaş'a ilk geldiğinde at yarışı oynadığı söylenerek kendisine emanet edilen Sergen'in kendilerini de yoldan çıkardığını ve iki hafta sonrasında Metin'i de yanlarına alarak kupon yapmaya başladıklarını anlatmıştı.

Sergen'in at yarışı tukusu sebebiyle, oynadığı kulüplerde hipodroma yakın ev istediği, antreman saatinde TJK TV izlediği gibi haberler yapılmıştı. O ise at yarışı oynadığını en başından beri saklamamış ve bundan vazgeçmeyeceğini belirtmişti her seferinde. Hali hazırda futbol yorumculuğunu sürdürürken bir yandan da bahis sitelerinde ve gazete eklerinde maçlar için tahminler yapıp, kuponlar doldurmaktaydı. Yarından itibaren bahisseverlerin yanısıra yarışseverlerin de bir kulağı Sergen'de olacak.

Nalkapon out
Sergen in

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Adamlık Böyle Bir Şey

Sahil şehrinden kalkıp ülkenin en önemli takımlarından birine transfer olan bir futbolcu bu başlığa konu olan.

Bir tanıtım için şehrin en önemli alışveriş merkezinin birinde, oynadığı takımın sponsorunun bir lansmanı için yola çıkıyor genç adam. Varıyor alışveriş merkezine. Üstünde t-shirt altında pantolondan biraz daha kısa capri. Altında spor ayakkabı. Tipik futbolcu stili aslında. Çıkıyor asansörden, terastaki kalabalığın içine girmiyor. Her göz göze geldiğine hafifçe kafasını sallıyor, selam veriyor. Kapının eşiğinden öteye bir iki adım ya atıyor ya atmıyor, yanıbaşındaki koltuğa oturuyor. 15 dakika sonra kayboluyor ortalıktan.

"Nereye gitti" diyoruz. "Kendisinden başka capri giyen yok diye kot pantolon almaya gitti" diyorlar. 5 dakika sonra kot pantolonuyla gelip insanların arasına karışıyor.
"Çok rahatsız oldum gidip alayım" demiş.

Hiç kimsenin dikkatini çektiğini düşünmüyorum. Basın da orada ama futbolcunun iki farklı halini tespit edecek durumda değiller henüz. Capri giydi diye kimsenin ayıpladığını da düşünmüyorum. Ona "Git al" diyen de olmamış. Her genç futbolcu gibi ne oldum delisi olmadığının da en büyük belgesi bu olay. Geldiği konumun ne kadar önemli olduğunun farkında. Helal olsun sana.

Yarın gazetelerde görecek miyiz bakalım. Sanmıyorum. Bu arada adam da para bokmuş gibi yorumlarda yapılabilir mi? Bak bunu böyle yorumlayan basın mensubu çıkabilir. Söz meclisten dışarı.

8 Ağustos 2010 Pazar

İspanyol Meyhanesi

Yeni formamıza hasta oldum. Beğenmeyen yoktur heralde. Cenk Gönen inanılmaz başladı maça. İnşallah tek maçla göklere çıkarmaz gazeteler. Sağlam bir kaleci kazanmış oluruz.

Maça kötü başlaması dışında, İsmail ve Fink'in aksamasını da katarsak kötü başka bir görüntüden bahsedemeyiz. Yani Ernst ve İbo bu takıma girdiğinde max. güce ulaşılacak. Bir de Necip var ki kulübede oturacak olması içimizi acıtıyor.

Hilbert'in tek şanssızlığı Beşiktaş'ın böyle bir dönemine denk gelmiş olması. Aslında daha fazla ilgiyi de hakediyor. Onun formasını almak lazım. 9'un uğursuzluğunu kırar inşallah.

Guti'nin ara pasları, Quaresma'nın rakiple .aşşak geçebilme potansiyeli, takımın toplu şekilde -demiyeceğim lan total futbol- pas trafiğini hiç de küçümsenmeyecek ölçüde, başarılı şekilde gerçekleştirmesi başlayacak sezon öncesi beni ekran başında inanılmaz heyecanlandırdı. Takım ileride basıyor uzun yıllar sonra. İlk kez bir sezon öncesi bu kadar heyecanlıyım. Demirören'i yerden yere vuruyoruz, aslında başkanlık koltuğunda bulunmaması gerekiyor diyoruz, yanlışları geçmişte de kalsa Beşiktaş'ın tarihine yakışmıyor diyoruz ama bu heyecanı yaşattığı için kendisine teşekkür etmekten de gocunmuyorum. Keşke tribünümüz de Teşekkür ederiz deseydi. Kendi sloganını desteğe çevirmeseydi. Villa Real taraftarı 2 sene önce kendisine köylü diyen Guti'yi unutmamış. Bu bile bizim insanımızın, bizim standartlarımızın hayata bakışını -iyi mi kötü mü unutmak, onu da bilmemekle birlikte- ortaya koyuyor. Herşeye rağmen böylesine heyecanlandırdın ya Demirören, teşekkür ederim.

Oyuna sonradan girenlere gelince Allah yardımcıları olsun. Bu kadro içerisinde ilk 11 olmak hayli zor. Nobre, Uğur İnceman,Necip, Tabata, Ersan, İ. Toraman, Holosko. Bundan sonra bu isimleri çok sık göremeyeceğiz kadroda. Necip ayrı o mutlaka olmalı.

Bakmayın siz Fikret'in 2-2'den sonra Schuster'e giydirmesine. ATV'nin yayınladığı maç olmasa, kendisi anlatmasa böyle düşünmezdi. Bunun bir hazırlık maçı olduğunun farkında ama yayıncı kuruluş mantığı işte.

Quaresma-Tribün İlişkisi

V.Plezen maçının akıllarda kalanı yalnızca tribünlerimiz değil artık. Muazzam bir kalabalığın muazzam bir şovu vardı. Liverpool'dan bu yana tribün bu kadar iyi olmamıştı. Fenerbahçelilerin ve Galatasaraylıların da aynı fikirde olduklarını duyuyoruz zaten. Bunun dışında asıl değinmek istediğim nokta ise Quaresma'nın yarattığı mutluluk hormonu.
Bir Quresma gerçeği karşımızda dikilmiş duruyor. Tribünü çözmüş geliyor. Topa basıyor, kovalıyor, rakibine basıyor, kayıyor. Golü atınca tribünlere koşuyor. Kulağı tribünde her ismi anılınca dönüp teşekkür ediyor. Biz böyle topçu çok görmedik. Bir Sergenimiz vardı, onun seyri, bir Pascalımız vardı onun hırsı. Biraz İlhan Mansız... Şimdi üçünü de sahada görmek muhteşem. Tribün adamını buldu. Bu takım bu sene bir baltaya sap olamasa da bu taraftar sırtını Quaresma aşkına dönmeyecektir.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Geri Kafalıyız!

İnönü Stadyumu'nun adı Medical Park olacakmış.
Ali Sami Yen'in adı Türk Telekom Arena oldu.
Konya Atatürk Stadyumu'nun adı Konya Büyükşehir Belediye Atatürk Stadyumu oldu.
Metin Oktay Stadyumu'nun adı Hasan Doğan oldu.
Daha niceleri...

Dünya değişiyor, kulüplere kaynak lazım. Spor ekonomisi bazı şeylerin üzerini çiziyor, "Yeni dünya düzeni budur, ses çıkaran da geri kafalıdır" diyor. Bunu diyemeyenler adınızı "futbol romantikleri"ne çıkarıyor. Örümcek beyinlisiniz yukarıdaki değişimlere itirazınız varsa. Düzenin doğrusu budur, ya seve seve ya .......

Türkiye'de Sponsorluk = Bulaşık Teli

4 büyükler, Antalya ve Eskişehirspor dışında Süper Lig'de mücadele eden tüm takımların göğsünde kendisine yer bulan Turkcell bu sene hiçbir takımın göğüs sponsorluğuna talip değil. Ya da ben yanlış biliyorum. Ama öyle olmasa Bursaspor Borussia Dortmund maçında Bursaspor'un önünde Bursastore yazar mıydı hiç? Şampiyonlar Ligi'ne katılacak olan Bursa'nın göğsünden çıkma kararı vermek ne derece mantıklı onu da bilemiyorum ama bilmediğimiz çok şey var bu alemde.

Şu an kulüplerin çoğu sağa sola saldırıyordur. Bize sponsor olun diye. Eminim Bursaspor da öyledir. Şampiyonlar Ligi'ne direkt olarak katılacak olan bir takımın sponsor bulamamasına anlam veremiyorum. Uludağ sırttan çıkıp göğüs sponsorluğuna girebilir mi? Bu maliyeti kaldırabilir mi? Bekleyip göreceğiz.

Bu zamana kadar Türkiye'de Turkcell başta olmak üzere, Türk Telekom ve Ülker spora harikulade bir destek verdi. Bunlar derecesinde olmasa da THY'yi de yabana atmamalıyız. Sağlıkçıları da peşlerine takabiliriz. Medical Park, Acıbadem de iyiler bu alemde. Ha bir de Dufy, Orkide, Anıl Oto:) Bu markalar dahi iş yapıyor. Buradan Anıl Oto'ya tebriklerimi yolluyor, yatıp kalkıp Beşiktaş'a dua etmeleri gerektiğine inanıyorum. Hiçbir maçta Beşiktaş maçlarındaki kadar görünürlük elde edemediler. Dikkatli gözler bana hak verecekler.

Dufy neden futbol üzerinden bu kadar iletişim yapar? Ya da Orkide yağları neden futboldaki kadar diğer mecralarda yoklar? Ben anlam veremiyorum. Basmakalıp "Futbol abi sihirli oyun" falan da anlamama yardımcı olamıyor.

Ülker ve Türk Telekom devam ederken, Turkcell bu mücadeleden çıkıyor mu? Yoksa ligin ismine kanalize oldular da öncelik mi değişti bunun da cevabını birkaç haftaya alırız.

Ligin adının Vodafone olup olmayacağı da şu an meçhullerde. 27 Milyon Dolar verdiklerini açıklayan Sn. Serpil Timuray'ın hala ligin ismini alamayacaklarını konuşmaları da en az Bursaspor'un göğüs sponsoru araması kadar anlamsız.

Sponsorlukların kulüpler için ne kadar önemli bir kaynak olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Bir şirketin başatı konumundaki takımını değiştirmesi başarı sıralamasında büyük değişikliklerin olmasına sebebiyet verecek en büyük etkenken, akılsız yöneticiler nedeniyle bu anlama gelemiyor, sponsorlardan gelen akar doğru yerlere kanalize edilemiyor. Yazık.

Türkiye'de sponsorluk diye çok iddialı bir başlık açınca bahsetmeden geçemeyeceğim markaları da sıralamak boynumun borcu. Bank Asya'ya kocaman alkışımı gönderiyorum. Kendileri için en doğru işi yaptılar. Keza Ziraat Bankası'da Türkiye Kupası ile Anadolu hedefine yönelerek doğru yoldalar.

Çok biliyorum a.k ne ahkam kestim. Blog işte biz de atıp tutuyoruz.

3 Ağustos 2010 Salı

Bu da Yetmez Demirören

"Beşiktaş tarihinin en başarılı kadrosunu kurduk" diye açıklama yaptı malumunuz üzre. Sizce Beşiktaş'ın en başarılı kadrosu kağıt üzerinde bu mu? Ya da kağıt üzerinde en başarılı kadroyu kurmanın anlamı var mı? Mesela kağıt üzerinde bu kadroyla belki yarışamaz ama sahada çok yüksek ihtimal bu kadronun tozunu attıracak bir kadrosu vardı 100. yılda Beşiktaş'ın.


Bu kadar iddialı açıklamayı yapan Demirören bundan önce yaptıkları ve yapamadıklarıyla en başarısız yönetim olduklarını kabul ederler mi acaba? Bir de Beşiktaş tarihinin en iyi kadrosu demek yetmez Demirören. Sahada da en iyisi olması lazım. Yoksa senden önce Türkiye'de Fenerbahçe bunu birçok kez yaptı. Onlar bile öğrendiler muhteşem transferlerle bu işlerin dönmediğini. Bıraktılar Aykut'a, o da aldı yanına Hasan Çetinkaya'yı Fransa Ligi'ni ve futbolunu iyi bilen yardımcısı ile Fransa'dan futbolcu avlıyorlar. Yani Fenerbahçe bile akıllandı artık, isim değil takım peşinde olmaları gerektiğini ama sen daha sezon başlamadan, aldığın adamlar harman olmadan, kendini övmeye başladın. Bırak da başkaları övsün. Övülecek bir tarafın varsa eğer.