30 Eylül 2009 Çarşamba

Rus Ruleti

Bir kez de bize denk gelme be kardeşim. Bir kere de biz gülelim. Rakibin bir umudu biziz, bizim bir umudumuz onlar. Rus ruletinden daha doğru bir benzetme olmazdı bana göre.

29 Eylül 2009 Salı

Bendtner & Aston Martin

Bendtner ve arabası.
160.00 avroymuş.
Yazık olmuş.
Zenginin parası züğürtün çenesi.

Tut Ki Tutunalım

Sarıyer çoğumuzun çocukluğunuzdan kalma bir takım. Tıpkı bizden büyüklerin de 'Vefa' için söylediği gibi. Yıllarca eski adıyla 1. ligde boy gösterirken şimdilerde ne yaptıklarını ancak bakan görebiliyor. Geçen hafta yine eski günlerini arayan Göztepe ile oynadıkları maç için üç otobüs (yaklaşık 150 kişi) gitmişler İzmir'e. Toplamda beş bini aşkın biletli seyircinin izlediği maç bir 2. Lig Klasman müsabakasıydı. Yine geçtiğimiz hafta sonu oynanan Kayserispor-Kasımpaşa maçında ise büyük boşluklar vardı tribünlerde.

Oysa ki daha geçen sene maçlarda takımlarını yalnız bıraktıkları iddialarına karşı çıkmıştı Kayserispor Taraftarlar Derneği. Aradan bir sene geçmesine karşın değişen bir şey olmayınca Avrupadaki Kayserisporlular Dernekleri kampanya başlatmış ve mektup tarzında yayınlanan bir bildiriyle Kayserisporluları, Kayseri'de yaşayanları tribünlere çağırmış. Yazıdaki şu sözler ilginç; "...Kayseri'de yaşayan bir Kayserilinin ne gibi ortak noktası olabilir İstanbul takımıyla. Bu İstanbul takımlarını tutanlar Galatasaray Lisesi mezunumu? Yoksa Kadıköy doğumlu mu? Veya Beşiktaş çarşısında mı ekmeğini kazanıyor?... Hadi Kayserilim, kendi şehrinin değerlerine sahip çık. Çocuklarımız artık doğuştan İstanbullu değil, Kayserili, Kayserisporlu doğsun."

Elbette ki İstanbul takımlarını tutmanın yazıdaki sebeplerle bir bağı yok. Bir takıma sevdalanmanın, peşinden koşmanın sebebinin, şeklinin, şemalinin açıklanması oldukça güçtür. Gönüll verilen takımın maçında kendine ayrılan kısımda bulunmak bir adiyetlik ve alınan hazzın tarifi mümkün değildir. Mektupla, bildiriyle olmaz bu iş.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Şampiyonlar Ligine Bakış


Bilindiği gibi Çarşamba günü Beşiktaş Şampiyonlar Ligi grup maçında CSKA Moskova'ya konuk olacak.


Şampiyonlar Ligi hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra ilginç ve önemli istatistiklerden bahsedelim biraz...


Avrupa Şampiyonlar Ligi UEFA'nın en prestijli kulüpler arası organizasyonudur. Eski adı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası (Kupa 1) olan kupanın adı 1992-93 sezonunda bugünkü şekline ve adına kavuştu. Fransız spor gazetesi L’Equipe’in önerisiyle başlayan bu futbol şölenininde ilk final 13 Haziran 1956’da Real Madrid ile Stade Reims (Fransa) arasında oynandı ve Real Madrid 4-3 lük bir skorla kupanın ilk sahibi oldu. Real Madrid ilk beş sezon kupayı kazanarak Avrupa futboluna damga vurdu. Ancak aradan geçen yarım yüzyılda Şampiyon Kulüpler Kupası’nın çehresi çok değişti. Güney Avrupa takımlarının üstünlüğünü önce İngilizler sonra Hollandalılar kırdı. İngiliz takımlarının 1985’e kadar süren hakimiyeti ise Heysel faciasıyla kesildi.

1992’den sonra Avrupa’nın bir numaralı kupası tamamen nitelik değiştirdi: Şampiyonlar Ligi ismini aldı ve prestijin yanı sıra her yıl sponsorlardan ve yayıncılardan elde edilen 750 milyon İsviçre Franklık (yaklaşık 600 milyon dolar (2005 yılı neticesindeki görünüş)) bir gelirle en çok para kazandıran futbol turnuvasına dönüştü. Şampiyonlar Ligi finali sadece birinci sınıf stadyumlarda oynanıyor ve tüm dünyanın izleyeceği bir gösteri gibi organize ediliyor.

Aslında Şampiyonlar Ligi'nin 1992'den önceki Şampiyon Kulüpler Kupası dönemi de keyifli bilgiler içeriyor. Ama ben bu yazıda sadece Şampiyonlar Ligi adıyla oynanan dönemle ilgili bilgiler vereceğim.

Şampiyonlar Ligi İstatistikler ve İlginç Bilgiler

Şampiyonlar ligi kupası 7.5 kg olup, 62 cm boyu vardır.

Şampiyonlar Ligi'ndeki en farklı skorlara bakıldığında maalesef listenin ilk sırasında bir Türk takımı, Beşiktaş var...
Siyah-beyazlılar, 2007-08 sezonunda mücadele ettikleri
Şampiyonlar Ligi`nde, 6 Kasım 2007`de deplasmanda karşılaştıkları İngiltere`nin Liverpool takımına 8-0 yenilirken, bu skor Şampiyonlar Ligi`nin en farklı galibiyeti olarak da tarihe geçti. Beşiktaş, ilk yarısını 2-0 geride kapadığı maçın ikinci yarısında 6 gole engel olamayınca sahadan 8-0 yenik ayrıldı ve bu sonuç Şampiyonlar Ligi`nin en farklı yenilgisi oldu. "Kara Kartallar" ayrıca 2000 yılında yine bu ligde yine bir İngiliz takımı olan Leeds United karşısında da 6-0 yenilirken, bu mağlubiyet de Şampiyonlar Ligi`nin en farklı mağlubiyetleri arasında yer aldı. İngiltere`nin Arsenal takımının Çek Cumhuriyeti`nden Slavia Prag`ı 7-0, İtalya`nın Juventus takımının da Yunanistan`ın Olympiakos ekibini yine 7-0 yendiği karşılaşmalar da Şampiyonlar Ligi`nin Liverpool-Beşiktaş maçından sonraki en farklı galibiyetleri oldu.

Şampiyonlar Ligi`nde en çok forma giyen oyuncu
Real Madrid`in kaptanı Raul Gonzales oldu. Raul, 123 maçla ilk sırada yer alırken, Fenerbahçe`nin Brezilyalı yıldızı Roberto Carlos, 120 maçla ikinci sırada yer aldı. Manchester United`ın İskoç futbolcusu Ryann Giggs ise 114 maçla üçüncü sırada bulunuyor.

-EN ÇOK GOL ATAN DA RAUL-

1992-93 sezonundan itibaren Şampiyonlar Ligi adı altında oynanmaya başlayan organizasyonda en çok gol atan futbolcu da Real Madridli Raul Gonzales. Raul, oynadığı 123 maçta 64 gol atarken, PSV Eindhoven, Manchester United ve Real Madrid`de forma giyen Hollandalı futbolcu Ruud Van Nistelrooy, 56 golle ikinci sırada yer aldı. Barcelona`da oynayan Fransız futbolcu Thierry Henry ise Monaco, Arsenal ve Barcelona formalarıyla 50 gol atarak, 3. sıraya yerleşti.

-EN HIZLI GOL
MAKAAY`DAN-
Şampiyonlar Ligi`nin en hızlı golünü Hollandalı futbolcu Roy Makaay attı. Makaay, Alman takımı Bayern Münih`in 7 Mart 2006`da İspanya`nın Real Madrid takımını 2-1 yendiği maçın henüz 10.03`üncü saniyesinde gol atarak, bu turnuvanın en hızlı golüne imza atmış oldu.

-BİR SEZONDA EN ÇOK GOL ATAN
NİSTELROOY-
Şampiyonlar Ligi`nde bir sezonda en çok gol atan futbolcu Hollandalı Ruud van Nistelrooy oldu. Nistelrooy, Manchester United`da forma giyerken 2002-03 sezonunda 12 gol atarak, bir sezonda en çok gol kaydeden futbolcu olarak tarihe geçti.

-BİR MAÇTA 4 GOL BİRDEN ATANLAR-
Şampiyonlar Ligi`nde bir maçta 4 gol birden atan 5 futbolcu bulunuyor. Marco Van Basten, Simone Inzaghi, Dado Prso, Ruud Van Nistelrooy ve Andriy Shevchenko (Fenerbahçe'ye karşı) bir maçta 4 gol atan futbolcular olarak dikkati çekti.

-EN HIZLI "HAT
TRICK"-
Ligde en hızlı "Hat Trick"i Blackburn Rovers forması giyen Mike Newell yaptı. Newell, 6 Aralık 1995`te oynanan Rosenborg maçında 9 dakikada 3 gol birden atarak, en hızlı "Hat Trick" yapan futbolcu oldu.

En genç gol atan futbolcu, 1 Ekim 1997`de Rosenborg-Olympiacos maçında, fileleri havalandıran Peter Ofiriquaye olurken, bu futbolcu gol attığında 17 yaş 195 günlüktü. Barcelona`nın genç yıldızı Bojan Krkic de Schalke 04`ü 1-0 yendikleri maçta 17 yaş, 217 günlükken gol attı ve bu kategoride 2. sırayı elde etti.

-
SEEDORF, 3 FARKLI KULÜPTE 4 KUPA KAZANDI-
Şampiyonlar Ligi`nde rekorlara genelde Hollandalı futbolcular sahip olurken, yine bir Hollandalı olan Clarence Seedorf, 3 farklı kulüpte 4 kupa kazanan tek futbolcu olarak tarihe geçti. Seedorf, 1995`te Ajax, 1998`de Real Madrid, 2003 ve 2007 yıllarında ise Milan formalarıyla Şampiyonlar Ligi kupalarını kaldırmayı başardı.

-KUPA 1`İ KAZANAN EN YAŞLI VE EN GENÇ TEKNİK DİREKTÖR-
Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası ve Şampiyonlar Ligi`ni kazanan en genç teknik adam Jose Villalonga olurken, en yaşlısı ise Raymond Goethals. Real Madrid, 1956 yılında kupayı kazanırken teknik direktörü Villalonga henüz 36 yaşından 185 gün almıştı. Olympique Marsilya`nın 1993 yılında kazandığı kupada takımın başında olan Belçikalı Raymond Goethals ise 71 yaş 232 gün ile kupayı kaldıran en yaşlı teknik direktör oldu.


Kupayı Şampiyonlar Ligi adı altında en çok kazanan takımlar 3'er kez ile Real Madrid, Milan ve Barcelona oldu...

Galatasaray-Eskişehirspor: 1-1


Öğrencilik yıllarımızı Eskişehir’de geçirince futbol hasretimizi dindirmek için o dönemlerde 2B’de mücadele eden EsEs’in maçlarına gide gele okul dışında da Eskişehirli bir sürü arkadaş edindik tribünden. Mezuniyet sonrasında da ne onlarla irtibatımız ne de EsEs’le olan kişisel gönül bağımız kopmadı. Maltepe, Kartal, Üsküdar Anadolu maçlarında yine onlarla beraber tribünlerde yerimizi alıp nihayet 2008’in yaz aylarında Süper Lig’e çıkışlarını alkışladık İnönü Stadı’nda. Play–off maçları için Cuma ve Pazar günü üst üste stada giderken, bizim kapalı tribünde ilk defa üç günde iki maç izlemiş oluyordum. Sayelerinde kendi stadımızda bir ilki yaşadıktan bir sonraki sene ilklere yine Kırmızı Şimşeklerle devam ettik. Yıllardır Samiyen ‘de boynumda siyah-beyaz kaşkol varken bir galibiyet göremeyen ben, Eskişehir’in daha ilk senesinde galibiyet sevinçlerine ortak oluyordum. Bu sezon da hep uzaktan duyduğum “Gooolll!!!” haykırışları ilk kez etrafımdan geliyordu. Unutmuştuk gole sevinmeyi, fena da olmadı.
Kahpe Bizans olarak adlandırdıkları İstanbul’a kafa tutan Anadolu takımlarının taraftarlarının çoğu deplasman maçlarında yerlerini almıyorlar. Geçen sene şampiyonluğa oynayan Sivas’ın bile sadece içi saha maçları doluydu. Bir Bursa, Kocaeli kalabalık gelirken az ama öz gelen Ankaragücü’nden sonra gittiği yerde deplasman taraftarının heyecanını yaşatan takım artık Eskişehirspor oldu. Ayrılan tribünün biletleri maçtan önce tükenmişti, Beşiktaş maçında da aynı sayıda bilet satılmasına karşın sanki daha kalabalık gibiydiler. Maça Eskişehirli arkadaşlarımla Taksim’den gelirken telefonla aldığımız haber morallerimizi biraz bozdu. İki Eskişehir otobüsü Ali Sami Yen civarında Galatasaraylı taraftarlarca taşlanmıştı. Bir buçuk saat öncesinden tribündeki yerimizi aldık, bu esnada iki gişeden birinin bozulması maça dakikalar kala yaşanacak olan kargaşanın habercisiydi. Biz içeri girerken EsEslilier de kırmızı, siyah ve beyaz kartonları içeri sokup, yapılacak olan koreografinin hazırlıklarına girişmişlerdi. Tribünlerin her yeri pankartlarla donatılırmış, içeri giren herkese oturacağı yere göre karton dağıtılmıştı. Maçın başlamasına yakın beklendiği üzere girişte izdiham yaşanırken, bir kaç kişinin tribüne tırmanarak dışarıdan nasıl girdiğini hala anlayabilmiş değiliz. (Yazıyı yazdıktan sonra bir blog'da rastladım ve anadım; bkz: http://felsefesis.blogspot.com/)
Alpaslan Dikmen'in vefatının yıldönümü sebebiyle maç öncesi skorboard'da sürekli onun görüntüleri gösterilirdi ve Eskişehirlilerin "Mekanın cennet olsun Alpaslan" tezahüratına alkışla karşılık veren Galatasaraylılar, maçın son dakikalarına kadar da pek bulaşmadılar deplasman tarafına. Maça her zamanki gibi hızlı başlayan sarı kırmızılılar EsEs'in Youla ve Ümit Karan'la çift forvet oynaması ve orta sahadaki diri oyunuyla maçı ilk yarının sonuna kadar koparamadı. İki takım da birer ciddi pozisyon bulup bunları kaçırmıştı ki Galatasaray, Keita'nın göze hoş gelen hareketlerinden sonra yaptığı ortada Nonda ile golü bularak soyunma odasına 1-0 önde gitti . Golde defanstaki son adamın hatası büyükken o topun Süper Lig'de o pozisyonu kaçıracak son forvetin önünde kalması da şanssızlıktı. İkinci yarıya başladığında ben maçın dönemeyeceğini ve geriden gelerek Galatasaray'ı bir takımın yenmesinin zor olduğunu savunurken, blog sahibi yanımda daha pozitif bakarak skorun 1-1 olacağına inancını dile getiriyordu. Nitekim EsEs geride olmasına karşın orta sahadaki presiyle Galatasaray'ın oyun kurmasına engel olup kendine pozisyon yaratmaya çabaladı ve bunun sonunda da aradığı golü biraz da şansının yardımıyla bularak skora dengeyi getirdi. Bu maça kadar üç deplasman maçından da bir puanla ayrılan takım yine bir puanı cebine koymuşken, Rıza Hoca da yaptığı oyuncu değişiklikleriyle elini cebinden çıkarmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Takım halinde defans yapılırken bizim dikkatimizi çeken husus İnönü'de puan almak için yerden kalkmayan takımlara inat Eskişehir'in sahadaki mücadelesi oldu.
Maç hakemin düdüğüyle sona ererken Galatasaray tribünleri çılgına dönmüştü. Maç içerisinde onların "Haydi haydi Allah aşkına ..." diye başlayan tezahüratının içinde geçen küfür yüzünden kısa süreli bir gerginlik olmuştu ama takımı tribünlere çağıran Eskişehirlilerin "Sağlık olsun EsEs, sağlık olsun" tezahüratının ardından Serdar'ı ortaya davet etmesi ve patlatılan üçlüyle sarı kırmızılı tribünlerde sinirler iyice gerildi. Son şampiyon oldukları sene söylenen Çıldırın bestesinin kontrasıyla eğlenen Eskişehirliler, tribünleri ayıran kısımdaki büyük Eskişehirspor pankartı yüzünden önce olaylara uyanamasalar da kısa sürede iki tribünün birbirine yaklaşmasıyla karşılıklı yumruklaşmalar, tekmeleşmeler başldı. Tabi ortada demir parmaklıklar ve kalın plastik bölüm olduğundan bunlardan hiç biri adresini bulamıyordu. Atılan koltuklar ve pet şişeler de üzerimizdeki tel örgüden yuvarlanarak saha içindeki polislerin kafalarına isabet edince, çevik kuvvet çözümü tribünlere girmekte buldu. Bir ara uzaktan da olsa gelen biber gazı genizlerimizi yaksa da, Samiyen'den çıkışımız her seferki gibi kalabalıktan sıkıntılı olsa da güzel bir maç izlemenin verdiği keyifle vedalaştık arkadaşlarımızla ve evimizin yoluna koyulduk.

27 Eylül 2009 Pazar

CSKA Moskwa-Besiktas JK

Hep bir patlama bekledik Beşiktaş'tan. Ha şimdi ha haftaya. Derken geçti dolu zaman, kanıksadı taraftar. Zaten acıdan zevk alan bünyeler çok da dert etmedi bunu. Galatasaray'a patlarız dedik olmadı, Manchester'a niyetlendik olmadı. Hepsinin acısı Kayseri'den çıkar dedik vurgun yedik. Kendi yatağında yapamadığını başkasının yatağında deneyecek Beşiktaş. Avrupalılar da maçın sonucuna dair oranları belirlemişler. Gol yemeden galip gelmemize 9 veriyorlar. Alırsak gol yemeden alırız diyelim bizde.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Eski Biletler

1996-1997 sezonunda 14-15 yaşında tek başıma gittiğim maçın biletleri. Şimdiki nesilden o yaşta olup da giden var mıdır diye düşünürken, Nilay Yılmaz'ın 6 yaşında Bursa deplasmanı macerası geldi aklıma:) Milliyet Gazetesi yazarı -halen öyle sanıyorum- 6 yaşında tek başına Beşiktaş'ın Bursa deplasmanına gitmiş. "Hadi canım nerede okudun, link ekle" deseniz yapamam ama hatırlayanlar varsa yardımcı olsun. Bizim ve birkaç nesil öncemizin futbola merakı daha başkaymış. Bilet biriktirmek bana abi yadigari. Onun arşivi de eklerim arasıra. Çekmecelerde yok olup gideceğine burada tarihe bir iz olarak kalsın.
İş bu posta konu olan 4 biletten 3'ünde neler yaşandığını biliyorum da Fenerbahçe Beşiktaş biletine dair kafada hiçbir iz yok. 30 Eylül 1995. Biletin arkasında 2-0 yazıyor. Yenilmişiz! Enteresan.
20 Ağustos 1996 yılındaki Dinamo Minsk maçı hiç unutulur mu? Rasim Kara'lı Beşiktaş. Yeni Açık'ta "Ateşini Yolla Bana" tezahüratları. Yendiğimizi hatırlıyorum. Arkasına not düşmemişim biletin. Amokachi'nin ambulans girişinden stada girerken helikopter ile maça özel olarak yetiştirildiği anonsundan sonra Danieeeel Amokachi-kachi tezahüratları hala aklımda.
16 Şubat 1997. Beşiktaş-Fenerbahçe. Ertuğrul Sağlam'ın kafa golüyle 1-0 aldığımız maç. Son dakikalarda gelen gol sonrası İnönü Stadı'nda yanan meşaleler. Kapalı'nın köşesi Fener'in.
29 Ekim 1996. Beşiktaş-Legia Warszawa Okul töreninden kaçıp İnönü Stadı'na 09:00'da varış. Akşama kadar kuyrukta beklemece. Polonya taraftarlarının bayrakları eski açıkta. Yine yeniyoruz.

Bana Göre

Antalyaspor-Fenerbahçe: 2
Bursaspor-Diyarbakırspor: 1
İstanbul BB-Sivasspor: 1
Gaziantepspor-Ankaragücü: 0
Denizlispor-Manisaspor: 0-2
Galatasaray-Eskişehirspor: Üst
Kayserispor-Kasımpaşa: 1

Ne Yedin Be Batuhan?!

Yavaş yavaş sakatlıktan kurtulup gol sorunumuza ilaç olabilecek mi diye düşünüyoruz Batuhan için. Uzun ama sıska bir çocuktu aslında Batuhan, golleri atıp formasını çıkarttığında kaburgaları gözükürdü. An itibariyle Vikipedi'de 124 kilo olduğu yazılsa da o kadar da değildir diye düşünürken bir habere rastladım. Mustafa Denizli'nin sakatlığı geçmesine rağmen "102 kilosun, 6 kilo fazlan var. 96 kiloya inersen gelip benden forma isteyebilirsin" dediği öğrenilmiş.
Yazın genelde kilo alanlar olur, tatilde açık büfelerin handikapından bir iki kilo alınır. Batuhan da yazın hem tatil yaptı hem de Antep'e gidip geldi. Gerçi teknik direktörleri onu hiç görmediğinden bahsetmişti ama kimbilir belki de o antreman sahası yerine ocakbaşlarına gidip geldi sadece.

25 Eylül 2009 Cuma

Bir merhaba, bir tebessüm...

Rakamla 10 blogunun yeni yazarı olarak kabul edilmekten duyduğum keyifle Herkese Merhaba...

Bu merhaba yazısında bir fıkra ile tebessüm yaratarak başlamak istedim. Tabi ki fıkranın konusu taraftarlık.

Umarım herkesin hoşuna gider...

Bir Galatasaraylı, bir Beşiktaşlı ve bir Fenerbahçeli,
Arabistan'da yasak olmasına rağmen bir otelde içki içerken yakalanır. Mahkemeye çıkarılırlar. Karar İDAM! Bizimkiler itiraz ederler ve karar ömür boyu hapis cezasına çevrilir. Ama o gün bayrama denk geldiği için Kral Hazretleri ömür boyu hapsi kaldırıp hepsine 20 kırbaç cezası verir. Bizimkileri sempatik bulduğu için de bir kıyak daha yapıp herkese acıyı hafifletmek için bir istek hakkı tanır. Galatasaraylı, "Sırtıma bir yastık bağlayın" der. 10 kırbaçtan sonra yastık paramparça olur ve pek fayda etmez. Uyanık Fenerbahçeli bunu görünce, "Sırtıma iki yastık bağlayın" der. Ama iki yastık bile 20 kırbaca dayanmaz. Sıra Beşiktaşlıya gelince Kral, "Bak Beşiktaşlı sana acıdım, bu yıl ligde durumunuz kötü, teknik direktörlerden çok çektiniz... Bu yüzden sana iki istek hakkı veriyorum" der... Beşiktaşlı bunun üzerine "O zaman bana 40 kırbaç vurulsun" deyince herkes şaşkına döner. Kral Hazretleri, "Peki ikinci isteğin nedir?" diye sorar... Beşiktaşlı pis pis sırıtır ve ekler; "Fenerli'yi sırtıma bağlayın!"

Sadece 1 Kez Gol Dedik

Aradan geçti 6 hafta. Beşiktaşlılar bir kez "goooool"l diye bağırdı. Beşiktaş'ın İBB ile 1-1 berabere kaldığı maçtan bu yana "goooool" diyemedik. Antalya'ya iki tane attığımızda sahamız kapalıydı. 6 haftada sadece bir kez. Bu bile çok şey anlatıyor bizim için.

24 Eylül 2009 Perşembe

İstersen Tespih Salla

Gaziantepsporlu futbolcularda tespih modası başlamış. Kadroya giremeyen Mustafa Cevahir ile yedekler arasında bulunan Hakan Bayraktar kulübede takım arkadaşlarının ısınma hareketlerini izlerken, ellerinde tespihlerle fotoğraflanmışlar.

Antepli futbolcuların ilk onbire giremediklerinden dolayı ya sabır çekmek için mi yoksa racon kesmek için mi tesbih çektikleri meçhul ama bizim yedeklere şu tesbihlerin uzun olanlarından birer tane verip bir kaç da dua ezberletsek hiç fena olmaz aslında. Hani geçen sene dualarla şampiyon olmuşuz ya, belki bu seneki kötü gidişimize de son veririz bu şekilde. Ya da tespih gibi dağılırız, kim bilir.

Bay & Bye

Mustafa Denizli, lig şampiyonluğuna daha altıncı haftadan veda ettiği iddia edilen Beşiktaş'ın, sadece altı maç sonrasında oluşacak puan tablosuyla Şampiyonlar Ligi'ne de 'bye bye' dememesi için Moskova'ya iki gün önceden götürecekmiş takımı. Bu hafta TFF'nin küme düşürdüğünü açıkladığı Ankaraspor maçını oynamayacak olan takımımız, üst üste aldığı mağlubiyetler sonrasında 10 gün kadar dinlenmiş olacak. Moskova takımı da bizim gibi kötü günler geçiriyor, 22. haftasına girilen liglerinde lider Rubin'in 8 puan gerisinde ve 3. sıradalar. Teknik Direktör değişikliği ve moral arayışı açısından onlar için de dönüm maçı sayılır. Hafta sonu Zenit deplasmanında maç yapıp, Salı günü bizimle oynayacaklar. Gruptan çıkmaktan öte, reel hedef olarak seçilmesi gereken üçüncülük sonrası UEFA'dan (Europa Leauge) devam edebilmek. Bunun için de haftalardır aradığımız golü en azından Moskova'da kalemizde bulmamak şart.

Öyle ya da böyle maç sonrası memlekete dönecek olacak Beşiktaş'ın işi kendi liginde de kolay değil. On iki puanlık farktan, takımın oturmamasından ziyade rakiplerinin her maç öncesi oturacak olması büyük handikap. Yıllar öncesinde bıraktığımız 'bay' sistemi, eğer Ankaraspor'un itirazları kabul edilmezse, geri dönüyor. Her takım bir hafta bay geçmiş olacak ve şans bu ya, o haftanın ardından Beşiktaş ile oynayacak. Sakatlar ve moraller düzelecek, iki hafta boyunca maça konsantre olunacak. Zaten Beşiktaş maçlarında yerde yatmaya alışan takımlar artık bir hafta öncesinden yatmaya başlayacak.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Deplasman tshirt

29.99 Euro
19.99 Euro

Şans eseri rastladım bu tshirtlere. Meraklısı http://www.redsquareclothing.co.uk/ adresinden away days ya da Fila Vintage kategorisinden ulaşabilir. Ben siparişi veriyorum. Ortaklığım yoktur:)

20 Eylül 2009 Pazar

Beşiktaş: 0 - 1 :Kayseri


Geçen seneden bu yana değişen saha içindeki adamlar mı diye düşünüyorum. Şöyle bir soldan sağa, yukarıdan aşağıya bakıyorum bulamıyorum eksik. Nihat, İsmail Köybaşı, Tabata, İbrahim Kaş, Fink, Ferrari, Rıdvan... Daha bir senelik Beşiktaş'lı olmamış Yusuf ve Ernst hala bu takımda. Saha içinde bir aksilik yok. Gidenlerle kıyaslıyorum Gökhan Zan, Cisse, Serdar Kurtuluş... Yok kadro da bir sıkıntı. Hoca hala Mustafa Denizli. Oynadığın takımlar arasında geçen seneden farklı tek takım Galatasaray.
Gaziantep, Antalya, Kayseri, İBB geçen seneden daha mı iyi? Rıdvan Dilmen geçen seneki lig Beşiktaş'ı kandırdı diyor. Bu sene çok farklı diyor. Beşiktaş daha ligi kaliteli yapan takımlarla oynamadı bile. Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Manisa, Fenerbahçe...
Bu takım bir anda özgüvenini yitirmiş. Hazır değil takım. Mustafa Denizli nasıl bu kadar zamanda hazırlayamaz takımı aklım almıyor. 4 maçtır golü yok Beşiktaş'ın. Beşiktaş İnönü'de gol atamadı. Doğruları da kaybetmişiz. Mesela Ekrem sağ bektir, Holosko açıktan gelir. Tello orta sahaya daha yakındır. Serdar Özkan Holosko'nun yanından geçemez. Yedek beklemelidir. Nihat hemen hazır edilebilmedilir bu kadar zaman geçmiş aradan, neden hala hazır değildir. 10,5 numara almak için neden geç kalınmıştır. Mustafa Denizli'nin geçtiğimiz sezon abisini kaybetmesi, çok yorucu bir sezon geçirmesi 26. hafta stresi yaşaması, 3 büyüklerde 3 şampiyonluk ve iki kupa sonrası bir rehavet mi söz konusudur gibi sorular var kafamda. Demirören'e rağmen birşeyler başarmış bir organizasyon nasıl bu kadar dip yapıyor ben anlamıyorum. Biri gelse dese Beşiktaş neden böyle cevabım yok. Böyle saçma sapan bir sezon yaşıyoruz işte.
Sonunda kapalı ortadan da istifa yükseldi. Ocak ayı oldukça yoğun geçer artık. Demirören'e tavsiyem 20 tablet...

18 Eylül 2009 Cuma

Yukarıdaki Vadiden

Trabzonspor-Antalyaspor:1
Diyarbakırspor-Manisaspor:2
Sivasspor-Bursaspor:1
Beşiktaş-Kayserispor:1
Ankaragücü-Gençlerbirliği:1

Eskişehirspor-Gaziantepspor:0
Fenerbahçe-İBBSpor:1
Kasımpaşa-Galatasaray:2

17 Eylül 2009 Perşembe

USB Stick

A Senin Neyine


Anarşi işareti yasaklandı Manchester maçında. UEFA karar almış ideolojik pankartlar, göndermeler, simgeler kullanmak yasak demiş. Bizimkiler de ayaklanıyor. UEFA'ya giydiriyor. Vay efendim nasıl yasak olurmuş. Beşiktaş tribünlerinin akıllı insanlardan oluştuğundan şüphe duyuyorum bazen bu ve benzeri tavırları görünce. Arkadaş anarşi işaretini kullanıyoruz tribünümüzde ama nasıl? diye düşünen bir kişi çıkmıyor. Anarşi nedir? Anarşizm nedir?

Tanım: Toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.

Şimdi içinde kural tanımaz bir ruh barındıran A harfiyle öyle pankartlar açmışız ki. Anarşinin özüne aykırı. Misal "Bir gece Ansızın gelebiliriz." Bu cümleleri bir yerden hatırlıyoruz. 80'lerde sağcıların üniversitelere kazıdığı sloganı A ile yazmak komik tabii. Bu ve benzeri bunca komik pankarttan sonra UEFA'nın böyle bir karar alması da komik, bizim anarşiden anladığımız da komik. Rezil oluyoruz, anarşinin ne olduğunu bilen, inanan ve ilk kez Beşiktaş tribünlerinde bu A işaretini kullanan AGF'ye karşı. Boşverelim A harfini bizim neyimize.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Gol Yeter

Ligdeki kötü gidişat hafızalardan silinmiş, yüreklerde bambaşka bir heyecan ve umut dolu bir bekleyişle yerimizi aldık dün İnönü Stadı’nda. Karşımızda geçen senenin finalisti, İngiltere’nin Kırmızı Şeytanları. Biz ise beyaz formalarımızla bu sezona yeni bir sayfa açmak için sahadaydık. Tıpkı Galatasaray maçı öncesi olduğu gibi gerek televizyonlarda, gerek bahis sitelerinde gerekse sokaktaki vatandaşın dilinde hiç şansımız yok. Hatta maçın farklı kaybedileceğinden bahsediliyor. Ya biz başka takım seyrediyoruz ya da futbol hakikaten basit bir oyun. Futbolun basit olan kuralı; gol atan kazanır. İşte Beşiktaş’ın da tek eksiği bu. Şu golü bir bulsak bütün havamız değişecek. Bir önceki yazımızda bazı istatistikler vermiştik. Dün akşamki maçın skoruna baktığımız zaman bu istatistiklerin devamlılığı olduğunu görüyoruz. Yine gruptaki ilk maçımızı ve aynı zamanda ilk golü yediğimiz bir maçı kaybetmiş oluyoruz. Şampiyonlar Ligi’ne evinde galibiyet ile başlamak önemliydi. Üstelik de grubun lideri olacağına kesin gözle bakılan takımdan alınacak puanlar çok daha önemliydi ve buna da yaklaşmıştı Beşiktaş. Kora kor geçen mücadelede zaman zaman rakibe pozisyon verse de kalesini gole kapamıştı son çeyreğe kadar. Manchester United Rooney’i ileride tek başına bırakıp, defanstan kanatlara aktarılan toplarla çıkmaya çalıştı maç boyunca. İbrahim Üzülmez’in ilk yarıdaki mücadele gücü ikinci yarı biraz düşünce daha sık gelmeye başladılar. Mustafa Denizli’nin kurmaylarının bile anlamadığını düşündüğüm oyuncu değişiklikleriyle de skor lehimize değişmedi. Tabata henüz sorumluluk almıyor ve ona atılan her pasta “biz daha o konuları görmedik” diyen öğrenci havasında geri gönderiyor. Yaşlı delikanlı Yusuf sonradan girdiği oyunda sol koridoru kullanmaya çalışıyor ama Türk takımlarına karşı telefon kulübesinde attığı çalımlar İngiltere’nin o meşhur kırmızı telefon kulübelerine yemiyor. Serdar Özkan toptan hızlı, el ele verip koşturmayı, zamanı gelince de veda etmesini bir öğrense.. Sonuç olarak yine de takımda herkes elinden gelenin en iyisini sahaya yansıtmaya çalıştı dün akşam. Defansta Ferrari’nin özellikle hava hakimiyeti Manchester’ın golünü anca geciktirebildi. İyi oynadığımız bir maçta daha golü bulamadığımız için sonuca razı olmak zorunda kaldık. Manchester United ‘1-0 olsun, bizim olsun’ mantalitesi ile çıktığı maçtan tek golle istediğini alarak döndü. Tribünlerde de golsüzlüğe karşın tempo bir an olsun düşmedi ve yediğimiz golden sonraysa sadece tezahüratların sözleri değişti; “Bitmesin dertler..” Önümüzdeki maç Kayseri ile evimizde. Arife günü son iftardan sonra. Bu maçta her şeyin değişeceğini ve Beşiktaş’ın gol orucuna son verip galibiyete kavuşacağını biliyorum. Sonrasında on günlük bir ara olacak (Ankaraspor’un küme düşmesi kesinleşirse). Bu aradan sonra da Beşiktaş grupta kaderini belirleyecek olan Moskova deplasmanına gidecek. Bazıları iyi oynamadan gol atıp kazanırken, Beşiktaş iyi oynayıp kaybediyor. Bu böyle devam etmeyecek çünkü unutulmasın ki iyiler daima kazanır.

Beşiktaş JK : 0 Man UTD : 1
AcıbadeM

14 Eylül 2009 Pazartesi

Who the f#%ck are Man United?

Beşiktaş'ın CL maçlarından bazı istatistikler derlenmiş;

- Gruplarda oynadığımız ilk maçların tamamını kaybetmişiz.
1997-1998 : Bayern München (D) 0-2
2000-2001 : AC Milan (D) 1-4
2003-2004 : SS Lazio Roma (E) 0-2
2007-2008 : Olympique Marseille (D) 0-2

- Evimizde oynadığımız maçlarda ilk golü attığımız maçların tamamını kazanmışız.
1997-1998 : Paris Saint Germain (E) 3-1
1997-1998 : IFK Göteborg (E) 1-0
2000-2001 : FC Barcelona (E) 3-0
2003-2004 : Sparta Praha (E) 1-0
2007-2008 : FC Liverpool (E) 2-1
2007-2008 : Olympique Marseille (E) 2-1

- Evimizde oynadığımız maçlarda ilk golü yediğimiz maçların tamamını kaybetmişiz, hatta bu maçlarda gol bile atamamışız.
1997-1998 : Bayern München (D) 0-2
2000-2001 : AC Milan (E) 0-2
2003-2004 : SS Lazio Roma (E) 0-2
2007-2008 : FC Porto (E) 0-1

- Evimizde oynadığımız maçlarda, toplamda 3 gol ve üstü olan maçlarımızın tamamını kazanmışız.
1997-1998 : Paris Saint Germain (E) 3-1
2000-2001 : FC Barcelona (E) 3-0
2007-2008 : FC Liverpool (E) 2-1
2007-2008 : Olympique Marseille (E) 2-1
Yarın son şampiyon, İngiliz devi Manchester United ile karşılaşacağız.
Bu istatistikler göz önüne alındığında şansımız maçtaki atılacak ilk gole bağlı.
Sezon başından beri bal yapmayan arı misali bir takım izliyoruz.
Baldan şekerden vazgeçtik, yarın kelebek gibi uçup arı gibi sokalım ilk golü, gerisinin geleceğine inanıyoruz...


Tatangalar Sahada Gol Sevinci Yaşıyor


Sakarya golü atınca cana yakın taraftar tribünleri yıkıyor, saha içinde futbolcularla birlikte gol sevincini yaşıyor.

13 Eylül 2009 Pazar

Tatangalar Beykoz Deplasmanında


Zor oldu ama sonunda ekledim. Tatangalar yıktılar ortalığı. 90+5. dakikada gelen golden sonra çevik kuvvet tribüne girince.

Beykoz: 1 - 1 :Sakaryaspor

Hafta sonunu fırsat bildik, oruç ağız ne yapsak ne etsek diye düşünürken Sakarya'nın Beykoz deplasmanına gidelim dedik. KFY'den Kazım, bizim blogdan Premier ve ben koyulduk yola. Ben anne tarafından Adapazar'lı, KFY'den Kazım manevi Arifiye'li, Premier de Sakaryaspor sempatizanı olunca renklerimiz yeşil siyaha çaldı. Sakaryaspor taraftarıyla Beykoz taraftarı arasında barış var herhalde. Bizi görüp salça olan yoktu. Sakaryaspor atkılı gençlere de Beykozlu'lar hoşgeldiniz çekince dostluk havası hakim oldu Beykoz Stadı'nda. Sakarya tarafına girdik. Sakaryalı'lar doldurmuş tribünü. 600-700 kişi. Stad dediğime bakmayın ufacık bir yer. Beykoz'u yerli amcaları destekliyor, eski toprak sahip çıkıyor Beykoz'a. Her şeye rağmen bir futbol havası hakim. Maç başlıyor. Beykoz daha iyi. Sağlı sollu geliyorlar. Hakem biraz toleranslı Sakaryaspor'a. Sakarya tribünlerinde acı dolu şarkılar. Takım çoluk çocuğa kaldı yorumları. "Bu 10 numara var ya Kerem. Sarayönü'nde nargile içiyor pezevenk" gibi yorumlara şahit oluyoruz. Üzülüyoruz Sakarya'ya. Sahada da eziliyorlar. Beykoz daha çok pozisyona giren taraf. Beykoz tribünleri daha kalabalık haliyle ama pek tribün kültürleri yok. 20-30 kişi bağırıyorlar. İlk yarı böyle bitiyor. 0-0
Tribünlerinde güzel besteleri var Sakarya'nın. Leman Sam'ın gönül şarkısını çevirmişler. Oldukça güzel. Ne işimiz var bizim buralarda tadında cümlelerle süslü dolu besteleri var. Premier alayını kaydetti. Hepsini yukarıda bulabilirsiniz. İkinci yarıda Beykoz golü buldu. Beykozlular ilk kez stadyumda gürültü çıkardılar. Gol sonrası Büyük Beykoz resmi şarkıları çaldı. Enteresan renkler. 100 yıllık çınar Beykoz 1908. Yaşlı amcalar forması, atkısı gelmiş stada. Amca bir fotoğrafını çekelim ta Sakarya'dan geldik, her deplasmandan birilerini çekiyoruz dedik. Tam İstanbul beyefendisi çıktı. Hayhay dedi biz de çektik. Golden sonra Sakarya saldırmaya çalışsa da kadrosu çok kötü olduğu için pek birşey anlayamadık. İki tane koca .ötlü forvetle gol arıyor koca Sakaryaspor. Bulamadılar, taraftar hırçınlaştı. Beykoz yedek kulübesine sulandılar. Taş, çakmak, küfür gırla gitti. Bunu gören Beykozlular karşılık verince Sakarya tribünleri okçuları uzun menzilli atışlara başladı. Tribün ağabeyleri "La olm yapmayın Lan" diye esip gürleyene kadar devam etti. Premier, KFY Kazım ve ben Sakarya'dan umudumuzu kestik. Dakika 90 oldu. Sakaryaspor 25 mt'den serbest vuruş kazandı. Takımın en sevilen oyuncusu Mustafa Sevgi geldi topun başına. KFY Kazım gol olacak oğlum dedi -ki genelde tutturur- Koltuğun sırt bölümüne tırmandı. Vurdu ve inanılmaz bir galeyana sürüklendi tribün. Tribün önce sahaya yıkıldı. Teller tartan piste devrildi. Taraftarlar sahanın içinde golün sevincini yaşamaya başladılar. Hakem düdüğünü çaldı maç bitti. Çevik kuvvet tribüne girdi. Çevik kuvvet çekti copu yer misin yemez misin. Yukarılara tırmanmaya başladık. Ben tırmanırken Premier cengaverlik yapıp bütün olayları kameraya çekmiş. KFY Kazım'da koltukları polise atanlara engel olmaya çalışıyor. Sonra polisler orucumuzu bozuyorlar gaz ikram ediyorlar. Biz de alıyoruz. Gaz sıkılınca tribün ulan kaybedecek ne kaldı oruç da gitti diye çevik kuvvete taaruza geçiyor. Polisin kafasından kaskı alıp polise vuruyorlar. Sonra da yere atıyorlar. Polis kaskını ararken Sakarya'lı 16 bilemedin 17 yaşında bir çocuğun kaşını yarıyor polis. Sonra saha içindeki güvenlikçilere poşet içinde amirleri cop veriyor. Polise karşılık vermem ama özel güvenlik ya vurursa diye gözü karartıyoruz. Aslında bu yaşananları anlatmaya son vereyim. Bir sonraki posta Premier'in videolarını ekleyeceğim.

İkram Ekibi: Rüştü&Serdar

Maçın hemen başında Rüştü'nün hatasından kalenizde golü görüyorsunuz. Kamuoyunun beklediği gibi başlıyor maç. Kendinize gelmeniz, aslında durumun öyle olmadığını ispat etmeniz epey alıyor ilk yarıdan. Önce kafa kafaya geliyor maç kora kor. İkinci yarı bastıran taraf Beşiktaş, bir de posizyon bulsak diyorum içimden buluyoruz da Serdar Özkan'la. Ama yok arkadaş beyin denen şey yok işte. Karşı karşıyasın vur bir kez olsun. Herşeyi geçtim kalecinin sağından atıp solundan geçmek de neyin nesi. O kadar mı heyecanlanıyorsun. Vurmadığı gibi arkadaşına pas vermeyi de düşünmüyor. Yusuf gözümün önünde Serdar, Serdar diye inliyor. Serdar'ın umurunda değil. Kaç sezon oldu Beşiktaş'ta hala güven vermiyor. Olmuyorsa olmuyor, hayat onsuz da devam eder. Gider Anadolu'ya orada şans bulur. Denizli'nin ısrarını da anlayamıyorum ki Denizli'nin hocalığına hiç laf etmedim bu blogda ama nasıl rahatsız etmiyor onu Serdar Özkan anlayamıyorum. Bundan sonra yedek başlamalı maça. Bir ara yedeklere ısınanlara baktım Bobo, Holosko, Fink. Bu maç oynamaları lazımdı bu adamların. Ernst ile tek ön libero macera aramaktı, Denizli macera aradı. İkinci gole kadar kafaları kırdım. Kaçan pozisyonlar Bülent Yıldırım'ın goygoyları... Sonra Rüştü aldı sazı eline. Bir ikram daha çekti. 5. hafta 3 gol atmışız 4 gol yemişiz. İnsanın ağırına gidiyor. Daha fazla yazmadan Manchester maçını bekleyelim. Benim hala umudum var. Çok basit mantıklı değişiklikler ve biraz güven lazım. Küsmedik Beşiktaş'a...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Ankara'nın Berlusconi'si


Ankaraspor için birşeyler karalamak lazım. Gözümüzün önünde rezalet kopuyor. Ankara'nın Berlusconi'si Melih Gökçek başkente yaptığı hizmetlerden(!) sonra Türk futbolunu da kalkındırmaya soyunuyor. TFF olayı yargıya taşıyınca "Ankara'yı çekemiyorlar" diyor. Memlekette herkesin Ankara'dakiler gibi tepki vereceğini sanıyor. Süper Lig 17 takımlı şimdi. Yazıklar olsun... Kimse de kardeşim bu nasıl iştir demiyor. Kural hukuk sadece kitaplarda yer alıyor. Yapanın yanına kar kalıyor. Ne olacak Ankaraspor'un sözleşme imzaladığı futbolcular? Kimsenin umrunda değil. Bir sezonda 18 maç yapan 4 takımımız dışında 14 takım 17 maçla sezonu kapatacak. Haksızlık değil mi? O dört takım ligde daha çok yıpranmış olmayacak mı? Bu bile rezaletin daniskası değil mi? Bu kadar mı kolay ligin içine etmek. Güçlü kuvvetliysen herşeyi yapma hakkına sahip misin? Kimse dur diyemiyor bu adama. Başkentin belediye başkanı ve şürekası at koşturmaya devam ediyor. Olayı siyasi taraflara çekip "Bu adamlar böyle işte bakın yaptıklarına" demek de artık bir anlam ifade etmiyor. Berlusconi İtalya'da neyse, bu adam da Ankara'da odur. Ankaragücü gibi duyarlı bir taraftar grubunun Melih Gökçek'e Ahmet Gökçek'e sessiz kalmasını da anlayabilmiş değilim. Kenan Evren bile Melih Gökçek'ten daha çok şey katmıştır Ankara futboluna

11 Eylül 2009 Cuma

Ayhan Akman


Gaziantep-İstanbul uçağı. Sezonun ilk maçı. Kazanılmış dönülüyor. Taraftar-futbolcu aynı uçakta dönüyorlar. Bizim yıllar önce 8 milyon dolar verdiğimiz -Süleyman Seba'nın verdiğini düşünürsek ikiyle çarpabiliriz- sarı kafa " Ben iki takımda da oynadım. Galatasaray ile Beşiktaş arasında dağlar kadar fark var" diyormuş.


Kaç yıl oldu bizden gideli hala bitmedi içindeki kin nefret. Her Galatasaray-Beşiktaş maçında sahada sertliğiyle hınç almaya çalışan adam oldu Ayhan. Sanki biz değerini bilememişiz gibi, sanki biz onu ön libero yapmışız, bir gömlek düşürmüşüz, yeni bir kimliğe büründürmüşüz gibi. Bir adamın ileriye dönük orta sahayken geriye yönelik top oynamasının belirtisidir, sinir, stres, tekme, öfke. 8 yıl öncekiyle şimdiki Ayhan arasında dağlar kadar fark var, onun için daha hayırlıdır değildir, ama bitmiyor bu adamın Beşiktaş'a öfkesi. Ne zaman röportaj verse, fikri sorulsa bir yerden fışkırıyor Beşiktaş. Hala Galatasaraylı Ayhan olamadı da o yüzden belki de bokluyordur sürekli Beşiktaş'ı kimbilir. Christoph Daum'un Ayhan'a ihtiyacımız yok diye açıklamasından tutun da, Gaziantep'e 3-1 yenildiğimiz Antep maçında kulübede gülüyor diye Antep dönüşü havaalanında tartaklanması da onu haklı noktasına getirir mi tartışılır ama aradan geçmiş 8 yıl. Sen hala neden Beşiktaş'a kusuyorsun öfkeni. Beşiktaş maçında sahada olmak istiyorum diye gazetelere başlık oluyorsun. Hedefin bu mudur? Zamanında yediğin kapıya nefret midir? Biz sana dünyaları yatırdık da sen ne verdin bize Ayhan efendi?

Haydi Haydi Haydi Allah Aşkına...

Galatasaray formda, fark olur 3-4 atarız diyen Galatasaraylı dolu etrafımız. Keita'nın İsmail ile neler yapacağının hayalleri üzerine muhabbetler. "Kaç gol attınız 4 maçta söylesene" diyerek üstümüze üstümüze gelmekte Galatasaraylı arkadaşlarımız:) Yeneriz biz sizi diyemiyoruz resmen. Medyası şişirdi durdu Galatasaray'ı, Fenerbahçe'yi. Daha mağlubiyet almamış Beşiktaş'ın şansı mucizelerle sınırlı onlara göre. İddia'nın oranlara bak Galatasaray 1.50, beraberlik 3.50, Beşiktaş 4.00... Galatasaray koyar geçer demiş. Bu maç için en çok yukarıdaki beste yakışır.

10 Eylül 2009 Perşembe

Camdan Bakacağız

Maçın gösterildiği kanalı bilmeden oturdum ekran başına ve sonunda Fox TV'de denk geldim. Her zapladığımda Bez Bebek dizisinden başka bir şeye rastlamadığım kanalda milli maç yayını olmasını yadırgadım. Üstelik de maçın spikeri, Star'ın bir dönem CL maçlarını anlatan at yarışı spikerinden de kötü biri olunca hiç ısınamadım maça. Kameraların açısı da bir enteresandı ve maçın genelini anlamak mümkün değildi. Hep dar alan çekimleri sebebiyle topun nereden nereye geldiğini çözmeye çalıştık resmen. Yersiz zumlamalar yüzünden bir çok pozisyonu kaçırdık. Biz kanala ve spikere alışmaya çalışırken Milli Takım golü buldu daha ilk dakikalarda. Hınca hınç dolu bir statta ve böylesine stresli bir maçta erkenden öne geçmek müthiş bir avantajdı. Bosna üzerimize gelecek biz de hızlı adamlarımızla atağa çıkarak gol arayacaktık. En azından benim maçın golden sonraki bölümü için beklediklerimdi bunlar. Bosna'nın üzerimize gelmesi beklendiği oldu ama bizimkiler doğru dürüst çıkamadı yarı sahamızdan. Her defasında önemli top kayıpları yaşadık ve kalemizde ciddi pozisyonlar vermeye başladık. Bosna'nın ileri uç elemanlarının şanssızlığı, Volkan'ın iyi yer tutuşu, Servet'in yerinde hamleleriyle golün gelişini ancak 25. dakikaya kadar erteleyebildik. Frikikten gelen gol Bosna'yı kendine getirirken skora da eşitliği getirdi. Bu golle birlikte Terim de tribüne çıktı. 'Tam zamanında bir müdahele' ifadesini en az elli kere kullanan vasat spikerin yanında Ersun Yanal bence maçı çok iyi okuyor ve yorumlarıyla golün geleceğini haber veriyordu resmen. Terim'in tribüne çıkışı belki motive gücünü düşürse de oyunu görüp ikinci yarıya yapacağı değişikliklerle fayda sağlayabilirdi. Nitekim ikinci yarıya defansın zayıf halkası Önder'i çıkartıp yerine İsmail'i alması iyi bir hamle olurken, orta sahadan Hamit'i çıkartıp forvete Sercan'ı alarak daha atak oynatmayı planlaması pek de başarılı olmadı. Golü bulmak için orta sahanın topu ileriye taşıması lazımdı ve bizde bu yetenekteki oyuncular yeteri kadar oyuna etki edemediler. Yine de ciddi pozsyonlar bulup harcarken, kalemizde de bir o kadar pozisyon verdik. Arda'nın son dakikalardaki şutu direkten dönmese belki de dün gece her şeye rağmen Afrika biletinin bir ucuna sımsıkı yapışmış olacaktık. Sonuç olarak iyi oynamadığımız bir gecenin sonunda yağmurlu memleketimize geri dönüyor millilerimiz. İki gündür akan sellere camdan bakan arap kızı gibi, onlar da yazın kupada oynayan elin araplarına bizim gibi camdan bakacaklar evlerinde. Bari onun yayın hakkını Fox TV almasa.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Şampiyonluk İddiası

Bir bahis sitesinde yayınlanan oranlara göre Fenerbahçe ile Galatasaray at başı gidecek şampiyonluk için. Son şampiyon Beşiktaş ise 10,5 numarasına 4 hafta sonra kavuştuğu ligde birinci olması halinde 6,5 oran veriyor. Şampiyonluğun sadece ismen adayı olarak kalan Trabzonspor kinayeli bir şekilde İstanbul'un plakası olan 34 oranda kalmış. Dört büyüklerden sonra da şampiyonluk hayaline en yakın takım Bursa. Kümde düşmekten son haftalarda kurtulan Es-Es'in bu sırlamada üst sıralarda olması da iyi bir takım kurduklarının göstergesi. Süper Lig'e yeniden merhaba diyen Kasımpaşa içinse şampiyonluk adeta 1001 gece masalları.

Galatasaray 1,90
Fenerbahce 2.00
Besiktas 6.50
Trabzonspor 34.00
Bursaspor 51.00
Sivasspor 201.00
Kayserispor 251.00
Eskişehirspor 251.00
Ankaragucu 301.00
Gençlerbirligi 301.00
Manisaspor 301.00
Istanbul Bld. 301.00
Gaziantepspor 301.00
Antalyaspor 401.00
Diyarbakırspor 401.00
Ankaraspor 501.00
Denizlispor 751.00
Kasımpaşa 1001.00

Eurobasket 2009


Basketboldan anlamam, yorum yapacak düzeyde bilgim yok. Basketbol bana hep futbolu beceremeyenlerin sporu olarak gelmişti uzun yıllar -evet ağır bir itham ama bana öyle geliyordu- Beşiktaş'ın ve Milli Takımın maçları dışında hala ilgilenemem. Otursam da ekranın karşısına bir müddet sonra sıkılır kalkarım. Litvanya ve Bulgaristan maçlarını büyük bir zevkle seyrettim. Teknik taktik analiz yapamayacağım için sadece gördüklerimi toparlıyorum.


- Semih Erden diye bir adam var. Zamanında bir haber için Şehremini Lisesi'ne gittiğimde okulda iftihar tablosunda ismini görmüştüm. Arda, Orkun Uşak, Ferhat Torun, Sabri bir de bu adam vardı. Bir arada bozuk para atmıştım bu adama BJK tribününden Akatlarda. Neyse Litvanya maçında gözüme batmıştı kötü oyunu ama komşuyla yaptığımız maçta 5 tane saçma sapan faul alıp çıkınca epey bir küfür ettim kendisine. Mahallenin huysuz çocukları gibi. Sorunumu var anlamadım. Tanjevic 3-4 dakika a.... sıçtı kendisinin benchte otururken. Ben de huzura erdim sonra.

- Bizim taraftar hayli etkisiz. Bulgarlar bile kocaman kocaman bayraklarını asmışlar. Bizde bir numara yok. Litvanya maçında şaşırmıştım epey "Adamlara bak nasıl da doldurmuşlar" diye. Meğer komşuymuş Polonya'yla.

-Takımda formda çok adam var. Hido, Ersan çok iyilerdi. Kerem, Sinan, Ender ve Oğuz'da bu ikiliden sonra en çok göze batanlar. Gerisi çorbada bizim de tuzumuz olsun diyor.

-Tanjevic'e turnuva öncesi giydiren giydireneydi. Adam iyi takım sürüyor sahaya. Değişiklikleri de iyi yapıyor. Mustafa Denizli'den iyi:)

-Ntv de bir türlü ayarlayamadı ekranın genişliğini hababam değişiyor. Alıştık sonra sonra batmadı gözümüze.

-Extra basket diye de birşey öğrendim. Bunlar olmalı falan diyorlar. Skorer oyunculara katkı yapanlar daha önemliymiş. Futbolda da böyle mi acep düşünmek lazım.

-Turkcell reklamı bokunu çıkartmış. Hido ile Nuri ikilisinden bıktık vallahi. Nasıl bir reklam anlamak mümkün değil. İbrahim Tatlıses ile Güçlü gibi bir ikili olmuşlar, anlattıkları ise teknolojik yenilik. Allah akıl fikir versin...

-Polonya maçında başarılar diyerek bitirelim. 2001 yılındaki şampiyonadan bu yana akşam basket maçı var demedim vallahi. Merakla bekliyoruz. Başarılar...

8 Eylül 2009 Salı

Muhalefet Ortaya

Geçen sene bir ara şöyle bir beste dolanıyordu dillerde; "Senelerdir bir delikanlı çıkmadı, şu kocaman camiada. Muhalefet çık ortaya, son ver artık uyumaya". O dönemlerde dillerde dolanan sadece bu besteydi. Hiç kimsenin ismi geçmiyordu başkanlık için ve taraftar da buna sitemini hatta isyanını dile getiriyordu. Şampiyonluk ve kupa ile her şeyin üstü örtülmüş gibi olsa da kimse memnun değil hala yönetimden. Var olan yönetim öyle bir fatura çıkartıyor ki yerine gelecek olana da Allah kolaylık versin. 2010 yılında seçimler var. Ramazan bayramı sonrası adaylığını açıklayacak olan ilk isim de Murat Aksu gibi gözüküyor. Murat Aksu denince akla Delgado transferi ve Tümer'e söylediği şu söz geliyor; " Fenerbahçe ile transfer görüşmesine giden bir Beşiktaş kaptanı ile görüşecek bir şeyimiz yok!"

Kim Demiş Ne Demiş (23)

"Benim felsefem şudur; bir ülke federasyonunun en önemli işi o ülkenin çocuklarının futbolunu organize etmektir."

Ali Durak Örnek'in hayatını kaybettiği şu günlerde düşünmemiz gerekiyor.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Yüzde Elli Bir ?

"Sancılı süreçler aşılır. Böyle dönemleri ilk defa yaşamıyoruz. Bu kadro her güçlüğün altından kalabilecek kaliteye sahip. Bu takım biraz geç devreye giriyor ama devreye girince de çıkmaz" demiş Mustafa Denizli. Bu Beşiktaş sancısı, böbrek taşı sancısından beterdir. Takım devreye girene kadar bizim devreler yanmaz inşallah.

Geçtiğimiz haftalarda Fatih Terim'in yerine milli takımın başına geçeceği söylentilerine yalanlama getiren ve böyle bir şeyin abestle iştigal olduğuna deyinen Mustafa Denizli, Bosna Hersek maçıyla ilgili de "Benim Ermenistan karşısında izlediğim Bosna Hersek'i milli takımımızın paramparça etmesi lazım." diye konuşmuş. Kesin kazanacağımızı iddia eden Denizli, beraberlik halinde bile Afrika'ya gitme şansımızın yüksek olduğunu belirtmiş. Şans bu; takımın başındayken elli bir, ekran başındayken bellidir.

6 Eylül 2009 Pazar

Alın Verin Demirören'e Ödül Verin

Sloganın ne kadar gerizekalıca olduğunu, vatandaşla .aşşa. geçmekte sınır tanımadıklarını gösteriyorlar epeydir ekonomimize yol verenler ya da eline verenler mi demek lazım neyse işte. Bence işe Yıldırım Demirören ile başlamalılar. Simitçi, çiçekçi, oyuncakçı yetmez. Bir de tüpçü koymak lazım. Tabata, İsmail Köybaşı gibi adamlara döküyor 15 milyon dolarları. Napıyor alıyor sonra veriyor zararına Schidenfeld, Diatta, Higuain... Amme hizmeti yapıyor adam. Ekonomiye can veriyor. Ali Babacan'ın bir ödül ayarlaması lazım en büyük alan veren diye.

Allah Güney Afrika'da Olmamızı İstiyor


Tarihte Bugün


Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Bülent Ecevit işçilere hitaben; "Tribünlerden sahaya ininiz" demiş. Bundan 29 yıl önce. Futbolla alakası var mıdır söylediklerinin... Ya da neden futbolu tercih etmiş?

5 Eylül 2009 Cumartesi

Helal Olsun


Galatasaray'ı izleme sebebim. Galatasaray tribünlerinde otururken topun oynandığı alandan çok Arda'nın topsuz alanda neler yaptığını izliyorum. Ne zaman, nerede duracağını bir oyuncuya anlatamazsınız bence. Hele hele topsuz oyunu öğrenmesi için uzun yıllar gerekebilir ama Arda'ya bakınca içgüdüleriyle hareket ettiğine daha çok inanıyorum. Futbol saniyeler içinde yapılan hareketler oyunu. İstediğiniz kadar çalıştırın, antrenmanlarda anlatın uygulatın ardarda saniyeler içerisinde pozisyonu yoktan var eden yeryüzünde kaç futbolcu vardır ki. Uzun yıllar izlemek ister bünye Arda'yı ama pek fazla zamanımız yok gibi. Tadını çıkarmak lazım. Çoook büyük beden bir futbolcu bu yarımada futbolu için. Beşiktaşlı olsaydı İnönü'ye her maç omuzlarda gelirdi.

4 Eylül 2009 Cuma

Burası Rosario

Rğsario'daki görüntüler dünyanın hiçbir yerinde olamaz heralde. Fotoğraftaki insanlar gündüz sırada, gece stadın yanına kurdukları çadırlarda kalıyorlar. Tek amaçları maça bilet bulmak. Böylesine bir daha şahit olur muyuz? Sanmıyorum. Tarihinde Dünya Kupası'nı bu kadar riske attığı bir dönem olmamış. Maçın skoru kadar tribünleri de merak ediyorum.

Kümede Kal Yılmaz Vural

90'ların başında henüz Yeni Açık müdavimiyken bir Bursapor maçında gördüm onu ilk kez. Yanılmıyorsam Metin'in golüyle 1-0 öne geçmiştik. Gol sevincini hem topçular hem de taraftarlar doyasıya yaşarken skor tabelası da değişmişti çoktan. Biz tribünde kendimize geldiğimizde gördüğüm sahne hala gözlerimin önünde. Santra yapılmasını bekleyen Beşiktaşlı futbolcular bir yerde, orta hakem, yan hakem, Bursasporlular ve Yılmaz Vural bir yerde. Golle birlikte kulübeden fırlayan Yılmaz Vural ne yapmış etmiş, golü de iptal ettirmişti dakikalar sonra. Orta hakemin eliyle iptal işaretinden sonra da santradan hakeme doğru bizimkilerin hücumu başlamıştı. Sonuç değişmedi, gol iptal oldu ve maç da 0-0 bitti. O maça dair bu pozisyonun dışında aklımda kalan 37 bin küsür biletli seyirci olduğuydu. Evde sakladığım biletin arkasında kesin rakam yazar.

Dün akşama doğru Denizli'den sonra teknik adam değişikliğine giden ikinci kulübün de Kasımpaşa olduğunu öğrendik. Bu gibi değişimlerde isimler hep tanıdık olurken Kasımpaşa en bilindik isme tutunmuş ve takımı Yılmaz Vural'a emanet etmiş. Yıllardır "Şu Fener'i bana verseler, şampiyon yaparım" iddiasıyla ülkemizin liglerinde çalıştırmadık takım bırakmayan Yılmaz Vural'ın hedefi yine takımı kümede tutmak. Merak edip başarılarını araştırdık ve en gerçek bilgilere hocanın kendi sitesinden ulaştık. 06.10.1986'dan beri antrenörlük yapan ve sadece Trabzon'da şampiyonluğa oynama fırsatını ele geçiren Vural, çeşitli takımlarla TSYD ve Başbakanlık Kupası sevinci yaşamasına rağmen henüz Türkiye Kupası kazanamamış. Buna karşın Eskişehirspor, Sarıyer ve Antalyaspor takımlarını Süper Lige (eski adıyla 1. Lig) taşımayı başarmış fakat genelde çıkardığı takımların başında ertesi sezon devamlılık gösteremesi de meşhur. Dört sene amatör, dört sene de profesyonel olarak futbol oynamış. Bitirdiği okullardaki derecelerinden, aldığı ödüllere, katıldığı seminerlerden, gazete ve televizyon çalışmalarına kadar her şeyi yazmış sitesinde. Üstelik sonuna şu notu düşerek; 'CV’de geçen tüm bilgilerin resmi evrakı bulunmaktadır!'. Sitesindeki galeride kulübe önünde attığı taklalardan ve topçusuna savrulan tekmelerden kareler bulamadık ama yeni kulübünde yine değişik enstantanelerle objektiflere takılacağından şüphemiz yok.

AcıbadeM

,2001'den beri Tribündergi'ye üye. 2004'ten beri -Pankartlarından tanırsınız AcademY'i- academybjk.com'da maç yazıları yazıyor. Deneme amaçlı blog açtı ama iş güç ve evlilik arasında içine sinmedi. Bizi kırmadı. AcıbadeM de Rakamla 10 da.

Eylül'de Gel Nihat

BJK Paf Kadrosu:
Mesut Kumcuoglu, Huseyin Anekli, Savas Kaya, Emre Yeşilova, Seymus Demir; Tolga Ozturk, Emrah Eroglu, Zafer Koyuncu, Barbaros Yavasoglu, Nıhat Kahveci, Aydin Tuna
( 1997 Stuttgart, Ergenzingen)

Kaç yılda bir yetişiyor bizden Nihat gibiler belli değil. Ben diyeyim 15 siz deyin 20. İşte çıktığı takım yukarıda. Aydın Tuna biraz tanıdık. Bir ara kadroda yer buldu sonra yalan oldu gitti. Bir de Toschak'ın heveslendirdiği Hüseyin sonra Ankaragücü'nde oynadı o da yalan oldu. (TSYD 6-0 Galatasaray- bu kadrodan çok adam vardı.) Savaş Kaya'dan da umutluyduk bekte ama o da olmadı.
Nihat geçen 12 yılda kendisinin de beklemediği bir sıçrama yaptı. Beşiktaş A Takımı, Milli Takım, Real Sociedad ve VillaReal... Şimdi yeniden başa döndü. Çoğumuz yerden yere vuruyoruz onu. Nihat'ın nasıl bir değişim geçirdikten sonra başa döndüğünü, psikolojisini, alışma devresini düşünmeden yazıyoruz. Onun geldiği yerin İspanya olduğunu geçirdiği 8 senenin azımsanmaması gerektiğini, sakatlıklarla boğuştuğunu, uzun süre İspanya'da gol atamadığını, sezon öncesi bir ay askerlik yaptığını atlıyoruz. Notunu ben de dahil olmak üzere çok çabuk verdik, medyada öyle. Nihat'ın form tutmasına da çok ihtiyacı var Beşiktaş'ın. Bu hafta Galatasaray'a atacağı bir gol kendisine getirir belki. Eylül'de Gel Nihat. Eylül'de Gel.

3 Eylül 2009 Perşembe

Türk Futbolunun Kaderi

Arkadaki dayıya dikkat! Pano düşmesin diye Galatasaray Kulübü'nün görevlendirdiği abi rüzgarla savaşırken önünde bilmem kaç milyon dolarlık Keita poz veriyor. Haldun Üstünel hangi birine koşsun. Panonun düz durması için gereken bir su torbası ama bunu oraya koymak için de biraz özen, biraz yediğin kaba saygı lazım tabii.

Az Bekle Afrika

Bu hafta lig maçı yok. Transfer dönemi bitti, Şampiyonlar Ligi’nde Beşiktaş’ın, Avrupa Ligi’nde de Galatasaray’ın ve Fenerbahçe’nin rakipleri geçen hafta içinde çekilen kuralar sonrasında belirlendi. Kulüp bazında futbola ara verip milli heyecana yöneliyoruz hep birlikte. Milletçe her işimizi son güne bıraktığımızdan milli maç havasına da son anda giriyoruz. Yazılı ve görsel basında hala transferlerin yorumları dönüyor ağırlıklı olarak. Ya Estonya’yı hafife alıp esas Bosna Hersek ile deplasmanda oynanacak olan maçı beklediğimizden ya da maçın Kayseri’de olmasından dolayı heyecanı sadece onlara bıraktığımızdan. Kalan maçların hepsini kazanıp, Bosna’nın puan kaybını bekleyeceğiz Afrika bileti için. Bunlardan biri de İspanya ile yapacakları son maç. İspanya erken rezervasyonla biletini çoktan cebine koydu. Erken rezervasyon her zaman ucuz olur, bizimki ise son dakikaya kalacağından pahalıya patlayacak. Yaza vuvuzelaları dinleyebilmek için şimdi zurnanın zırt dememesi lazım. "Bekle bizi Afrika!" diye çıktığımız yolda biraz endişeli de olsa yürümeye devam ediyoruz.

2 Eylül 2009 Çarşamba

En Çok Bu Gol İzlenmiş

2009'un En Çok İzlenen Golü from GollerCepte4515 on Vimeo.

Turkcell açıklamış. 2009 yılında cep telefonundan golleri izleyen futbolseverler en çok bu golü izlemek istemişler.

Zagreb Sokakları ve Graffiti

Zagreb sokaklarında graffiti almış başını gitmiş. Üzerine bir çizik atan. Buraya bunu çizenin anasını yazan yok. Helal olsun demekten başka birşey gelmiyor içimden. Beşiktaş için böyle birşeye kalkışsam ilk işim Metin Ali Feyyaz olur.