28 Eylül 2009 Pazartesi

Galatasaray-Eskişehirspor: 1-1


Öğrencilik yıllarımızı Eskişehir’de geçirince futbol hasretimizi dindirmek için o dönemlerde 2B’de mücadele eden EsEs’in maçlarına gide gele okul dışında da Eskişehirli bir sürü arkadaş edindik tribünden. Mezuniyet sonrasında da ne onlarla irtibatımız ne de EsEs’le olan kişisel gönül bağımız kopmadı. Maltepe, Kartal, Üsküdar Anadolu maçlarında yine onlarla beraber tribünlerde yerimizi alıp nihayet 2008’in yaz aylarında Süper Lig’e çıkışlarını alkışladık İnönü Stadı’nda. Play–off maçları için Cuma ve Pazar günü üst üste stada giderken, bizim kapalı tribünde ilk defa üç günde iki maç izlemiş oluyordum. Sayelerinde kendi stadımızda bir ilki yaşadıktan bir sonraki sene ilklere yine Kırmızı Şimşeklerle devam ettik. Yıllardır Samiyen ‘de boynumda siyah-beyaz kaşkol varken bir galibiyet göremeyen ben, Eskişehir’in daha ilk senesinde galibiyet sevinçlerine ortak oluyordum. Bu sezon da hep uzaktan duyduğum “Gooolll!!!” haykırışları ilk kez etrafımdan geliyordu. Unutmuştuk gole sevinmeyi, fena da olmadı.
Kahpe Bizans olarak adlandırdıkları İstanbul’a kafa tutan Anadolu takımlarının taraftarlarının çoğu deplasman maçlarında yerlerini almıyorlar. Geçen sene şampiyonluğa oynayan Sivas’ın bile sadece içi saha maçları doluydu. Bir Bursa, Kocaeli kalabalık gelirken az ama öz gelen Ankaragücü’nden sonra gittiği yerde deplasman taraftarının heyecanını yaşatan takım artık Eskişehirspor oldu. Ayrılan tribünün biletleri maçtan önce tükenmişti, Beşiktaş maçında da aynı sayıda bilet satılmasına karşın sanki daha kalabalık gibiydiler. Maça Eskişehirli arkadaşlarımla Taksim’den gelirken telefonla aldığımız haber morallerimizi biraz bozdu. İki Eskişehir otobüsü Ali Sami Yen civarında Galatasaraylı taraftarlarca taşlanmıştı. Bir buçuk saat öncesinden tribündeki yerimizi aldık, bu esnada iki gişeden birinin bozulması maça dakikalar kala yaşanacak olan kargaşanın habercisiydi. Biz içeri girerken EsEslilier de kırmızı, siyah ve beyaz kartonları içeri sokup, yapılacak olan koreografinin hazırlıklarına girişmişlerdi. Tribünlerin her yeri pankartlarla donatılırmış, içeri giren herkese oturacağı yere göre karton dağıtılmıştı. Maçın başlamasına yakın beklendiği üzere girişte izdiham yaşanırken, bir kaç kişinin tribüne tırmanarak dışarıdan nasıl girdiğini hala anlayabilmiş değiliz. (Yazıyı yazdıktan sonra bir blog'da rastladım ve anadım; bkz: http://felsefesis.blogspot.com/)
Alpaslan Dikmen'in vefatının yıldönümü sebebiyle maç öncesi skorboard'da sürekli onun görüntüleri gösterilirdi ve Eskişehirlilerin "Mekanın cennet olsun Alpaslan" tezahüratına alkışla karşılık veren Galatasaraylılar, maçın son dakikalarına kadar da pek bulaşmadılar deplasman tarafına. Maça her zamanki gibi hızlı başlayan sarı kırmızılılar EsEs'in Youla ve Ümit Karan'la çift forvet oynaması ve orta sahadaki diri oyunuyla maçı ilk yarının sonuna kadar koparamadı. İki takım da birer ciddi pozisyon bulup bunları kaçırmıştı ki Galatasaray, Keita'nın göze hoş gelen hareketlerinden sonra yaptığı ortada Nonda ile golü bularak soyunma odasına 1-0 önde gitti . Golde defanstaki son adamın hatası büyükken o topun Süper Lig'de o pozisyonu kaçıracak son forvetin önünde kalması da şanssızlıktı. İkinci yarıya başladığında ben maçın dönemeyeceğini ve geriden gelerek Galatasaray'ı bir takımın yenmesinin zor olduğunu savunurken, blog sahibi yanımda daha pozitif bakarak skorun 1-1 olacağına inancını dile getiriyordu. Nitekim EsEs geride olmasına karşın orta sahadaki presiyle Galatasaray'ın oyun kurmasına engel olup kendine pozisyon yaratmaya çabaladı ve bunun sonunda da aradığı golü biraz da şansının yardımıyla bularak skora dengeyi getirdi. Bu maça kadar üç deplasman maçından da bir puanla ayrılan takım yine bir puanı cebine koymuşken, Rıza Hoca da yaptığı oyuncu değişiklikleriyle elini cebinden çıkarmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Takım halinde defans yapılırken bizim dikkatimizi çeken husus İnönü'de puan almak için yerden kalkmayan takımlara inat Eskişehir'in sahadaki mücadelesi oldu.
Maç hakemin düdüğüyle sona ererken Galatasaray tribünleri çılgına dönmüştü. Maç içerisinde onların "Haydi haydi Allah aşkına ..." diye başlayan tezahüratının içinde geçen küfür yüzünden kısa süreli bir gerginlik olmuştu ama takımı tribünlere çağıran Eskişehirlilerin "Sağlık olsun EsEs, sağlık olsun" tezahüratının ardından Serdar'ı ortaya davet etmesi ve patlatılan üçlüyle sarı kırmızılı tribünlerde sinirler iyice gerildi. Son şampiyon oldukları sene söylenen Çıldırın bestesinin kontrasıyla eğlenen Eskişehirliler, tribünleri ayıran kısımdaki büyük Eskişehirspor pankartı yüzünden önce olaylara uyanamasalar da kısa sürede iki tribünün birbirine yaklaşmasıyla karşılıklı yumruklaşmalar, tekmeleşmeler başldı. Tabi ortada demir parmaklıklar ve kalın plastik bölüm olduğundan bunlardan hiç biri adresini bulamıyordu. Atılan koltuklar ve pet şişeler de üzerimizdeki tel örgüden yuvarlanarak saha içindeki polislerin kafalarına isabet edince, çevik kuvvet çözümü tribünlere girmekte buldu. Bir ara uzaktan da olsa gelen biber gazı genizlerimizi yaksa da, Samiyen'den çıkışımız her seferki gibi kalabalıktan sıkıntılı olsa da güzel bir maç izlemenin verdiği keyifle vedalaştık arkadaşlarımızla ve evimizin yoluna koyulduk.

Hiç yorum yok: