21 Şubat 2016 Pazar

Bir Elde Biramız, Bir Elde Rakımız

Sezonun son Beşiktaş maçından eve dönmüştüm. Ligin sona ermesiyle Ağustos ayına kadar hafta sonları evde olacak olmam onu sevindirdiği için yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. O gün maçın kaç kaç bittiğini bile sormamıştı ama şampiyon olmadığımızı biliyordu. Daha Pazartesi gününden Cumartesi-Pazar için planlar yapılmaya başlamışken telefonum çaldı; "Abi maçlar İstanbul'da..."


1997'de üniversite için Eskişehir'e giderken yanımda götürdüklerimden biri de Akmar Pasajı'nın yanındaki Kadıköy Çarşısı'nın en alt katındaki spor mağazalarından birinden aldığım Milan formasıydı. O zamanlar kulüp ürünlerinin satışlarının yapıldığı mağazalar yok. Tuttuğun takımın formasını almak kolay değil. Onun yerine renkleri tutan bir yabancı takımın formasının çakması ile idare ediliyor. Beşiktaş'tan ayrı kalmak koyarken, futbolu ekranlara sığdırmakla kalamayacağım için  yıllarımı geçireceğim şehrin takımının tribünlerine karışacağımı hissederek ben de kırmızı-siyahlı formayı bavula koymuştum.

Yine azınlıktaydık kampüste. Eskişehir'in ayazında boyunlara dolanan siyah-beyazlı atkılardan tanınan Beşiktaşlılara kafamla selam verirken ilk Beşiktaş maçını tesadüfen girdiğim bir kahvede yanyana dizilmiş sandalyeler üzerinde bir elimde çay, diğeriyle sigara dumanından sebep gözlerimden süzülen yaşları sile sile izlemiştim. Çömezdim ve öğrenci mekanını bulamadığım için yerel bir kahvede nüfus kağıdında Eskişehir yazanlarla izliyordum maçı. Yediğimiz bir gol sonrası ağladığımı düşünerek bana dönüp "Üzülme delikanlı, futbol bu. Bak biz nerelere düştük ama yine fırtına gibi eseceğiz ve bir gün döneceğiz bu lige" demişti biri.

Daha sonraları az da olsa Beşiktaşlılarla izleyebileceğim yerleri keşfettim. Daha çok Beşiktaşlı ile tanıştım. Hatta üçüncü sınıfta grup kurarak İstanbul'a ve diğer illere otobüs bile kaldırmaya başlamıştık. Bir yandan Beşiktaş'ı kovalarken, öğrencilik ve maddiyat sebebiyle sürekli gidemediğimden , yeşil çimler ve tribünlere olan  hasretimi dindirmek için de Eskişehir Atatürk Stadı'nda alıyordum soluğu. Kabak çekirdeğimi kendim getirerek, gazete kağıdından şapka yapan amcaların, kıçının altına koyacağı minderi kolunun altında taşıyanların, maç başlayana kadar yanında çocuğunu uyutanların arasında, açık tribünde maçları izlerken gözlerim hep karşı kapalı tribünlerde yer alan bir avuç güruhtaydı. Tüm tezahürat oradan çıkıyor ve kendine özgü besteleriyle fark yaratıyorlardı.

Gel zaman git zaman o güruha ben de dahil oldum. Bir çok arkadaşlık kurdum ve ne sezon açılışlarında pankart bağlamışlığım, ne Kızılcıklı Caddesi'ne bayrak asmalarım kaldı. Beşiktaşlıydım onların arasında ama tribünü seviyorduk hepimiz. Siyahın yanına beyazı koyarken ben, kırmızıydı onların kalplerine giden yollar. Takım çok kötüydü. Maça gelen yoktu. 'Çay parasına bilet' başlığıyla tribüne çağrıda bulunuyordu yerel basın. Belki de işte tam bu zamanda katılıdığım için aralarına en sevdalıları, en delikanlılarıyla tanılmıştım hep. "Arkanızda biz varız, biz taraftarlar. Bitsin artık bu hasret, gelsin başarılar" derken neredeyse Süper Lig'den, bir alt lige, oradan da ikinci lige düşen takım bulunduğu gruptan da aşağılara gidecekti. Gitmedi. Petrolofisi'ni güçlükle yenerek kümede kaldı. Yaşı yeten hangi EsEsli'ye sorsanız Haydar'ın son dakikalarda attığı o günkü golü unutamaz.

Okul biraz geç bittiği için dönem arkadaşlarımı ben uğurlamışken, beni de Eskişehirli bir kardeşim uğurladı terminalden. O şehri, takımını ve tribününü çok sevmiştim. İstanbul'a döndükten sonra da Güngören, Beylerbeyi, Kartal, Maltepe semtlerindeki tribünlerde buluştuk hep onlarla. O dönemki adıyla Bank Asya Ligi'ne çıkışlarıyla da hayaller ümide dönüştü Süper Lig için. İşte o telefon da bu ümidi taşıyanlardan birinin sesiydi. Play-Off maçlarının İstanbul'da olacağını müjdelemek için aramıştı. Yarı final maçı Cuma akşamı Diyarbakır'laydı ve İnönü'deydi.

İşten eve gelip yemeğe oturduk. "Cuma akşamı maça gideceğim" dedim. Anlamsız bir bakışın ardından anlamlı bir soru geldi; "Hani sezon bitmişti?!". Eskişehir'in maçı olduğunu söyleyip detay vermedim. Çünkü her kupa maçına gidişimde şakayla karışık "İnşallah elenirsiniz de bir de hafta içi maçları devam etmez" derdi. Şimdi bunun yarı final olduğunu söylesem koca şehre yazık. Gittik, yedik içtik, hasret giderdik, maçı da aldık döndük eve gecenin bir yarısı. Hanım uyumuştu. Sabah kahvaltısında günü ve yarını planlamaya başlarken ben yine o sihirli cümleyle kesmek zorunda kaldım; "Yarın maça gideceğim"... Anlamsız bakışlara kısa bir sessizlik eşlik ettikten sonra soru da gelmedi peşine. Ben durumu açıklamaya çalıştım; "O yarı finaldi, EsEs kazandı. Yarınki final. Bu sefer gerçekten son" dedikten sonra o sadece "Ne diyeyim ki?" diyebilmişti. Bir kaç dakika sonra farkındalık arttı ve can alıcı soru deldi böğrümü; "Bir dakka, bir dakka... Şimdi bu finalse, bunu kazanınca seneye Fener'le, Galatasaray'la olan maçlarına da mı gideceksin???".

 Gittim. Hayatımda ilk kez İnönü Stadı'nda üç günde iki kere maça gittim. Final maçında yılların pekiştirdiği dostluklar arasında kucaklaşmalarla sevinçlerine ortak oldum. Ertesi senlerdeki Kadıköy ve Samiyen deplasmanlarına gittim. Mezuniyetten altı sene sonra Beşiktaş maçı için Eskişehir'e gittim. Bu Pasolig belası çıkana kadar hep bir vesile ile yer aldım Eskişehirli dostlarımın yanında. Şimdilerde uzaktan bakar olduk. Futbolu masa başından, dev ekranlardan değil, gönülden ve tribünden seven şehirlerin takımlarını Süper Lig'e beklerken, lig sonunda belki de Eskişehir'i tekrar ait olmadığı yere uğurlayacak olmak hiç de kabul edilebilir bir durum değil.


'Eskişehir'de oruç dışında sadece Eskişehirspor tutulur' yazıyordu bir yerde. Ülke genelinde Trabzon ve Eskişehir dışında yaşadığı şehrin takımının taraftar sayısı İstanbul takımlarından çok olan başka bir şehir çıkmamış. Alt liglerde hep Göztepe-Karşıyaka seyirci rekoru konuşulur da EsEs'in Afyon'a çıkartması bilinmez herkes tarafından. Uzak geçmişi başarılar yakın geçmişi sıkıntılarla dolu bu şehrin takımı tekrardan o sıkıntılara düşerek sevenlerini alkole verdirecek mi göreceğiz ama temennimiz keyiften içip şarkılara eşlik etmek, yine onlarla birlikte tabi; "Bir elde biramız, bir elde rakımız, kıyak olacak o gece kafamız".


Hiç yorum yok: