30 Eylül 2008 Salı
Haklısın Abi
Futbol Yorumculuğu
Tekrar Futbol ekstraya dönecek olursak. Bağış Erten'in Sivasspor'a getirdikleri yorumları ilgiyle izledim. Geçen seneden tribün olarak ve takım olarak sakinliği kendilerine ders olarak çıkardıklarını söylüyor. Bunun yanında ise Bülent Uygun'un militarizmden uzak durması gerekiğinden bahsediyor. Bu söylemlerden uzak durması halinde başarınında geleceğine inanıyor. Başarı demeyelimde Bağış Erten Bülent Uygun'un futbola siyasetin ya da siyasi kavramların örneğin militarizmin girmesini istemiyor. Evet futbolun içerisinde siyasetin olmasına karşı olabilirsiniz fakat bunu "Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri bireysel silahlanmayken nasıl olurda militarizmin üzerine vurgu yaparsınız" diyerek açıklıyor. Orducu bir kimliği var Bülent Uygun'un. Hem bu yeni de değil. Yıllardır asker Bülent o. Bülent'in orduya olan sevgisi ile bireysel silahsızlanma çalışmalarını sekteye uğrattığını söyleyebilirmiyiz? Bağış Erten'in neden böyle düşündüğünü çok merak ediyorum. Keşke bir daha konusu açılsa da ayrıntılarıyla anlatsa bizde anlasak.
29 Eylül 2008 Pazartesi
Aferin Çok İyi Düşünmüşsün
28 Eylül 2008 Pazar
Alpaslan Dikmen
İBB Spor: 1 - 1 :Beşiktaş
26 Eylül 2008 Cuma
Bundesliga Eziyeti
Umut Gönlümün Ekmeği...
Galatasaray-Konyaspor:1/1.10
İBB Spor-Beşiktaş:2/1.30
Trabzonspor-Antalyaspor:1/1.15
Kayseri-Eskişehirspor:0-2/2.32
Milan-İnter:1/2.60
Hacettepe-Ankaragücü:2/2.30
Kocaelispor-Bursaspor:1-0/1.33
Sakaryaspor-Kartal:1/1.50
Samsunspor-Güngören Bel:1/1.75
Middlesborough-WBA:1/1.60
Toplam oran: 81.4
Müthiş
Formanın Hakkını Verdiniz... from ADSmultimedia on Vimeo.
Uzun süredir bu kadar güzel bir video izlememiştim. Adanademirspor taraftar grubunun reisi futbolculara resmen nutuk çekiyor. Onun dışında patlayan meşaleler, üçlüler, Buca'ya giderler...
25 Eylül 2008 Perşembe
Diyadin-Çubuklu-İstikrar
Bugün bu iki takımında ligde durumu ortada ilk 4 hafta itibariyle. Bugün Çubuklu ile Diyadin olsa bence çok farklı olurdu. Bugün Trabzonsporla Beşiktaş'ın başarılarında hocaların takımlarını tanıması en büyük artıları değil mi? Sürekli Alex Ferguson 6 sene şampiyon olamasa da takımın başında kaldı bizde de istikrar olmalı diye bağırmıyormuyuz? Kalsalardı bu hocalar durum bugünkünden farklı olurdu. Üzüntüm böyle köklü ve geniş bir taraftar grubu olan kulüplerin bu duruma düşmeleridir. Gerisi laf-u güzaf.
24 Eylül 2008 Çarşamba
28 Yaşında Katar'a!
Galibi Sen
23 Eylül 2008 Salı
Arkadaki Atkı
Kim Demiş Ne Demiş (7)
22 Eylül 2008 Pazartesi
Olimpiyat Yolları
Beton
20 Eylül 2008 Cumartesi
Sadece 1 YTL'ye
Adanalıyık Ama...
19 Eylül 2008 Cuma
Silinmiş Öğeler
17 Eylül 2008 Çarşamba
Porto: 3 - 1:Fenerbahçe
Dragao'da 3 Puan
16 Eylül 2008 Salı
Lambayı Tutan Adam: Muhammet Altıntaş
80’lerin ikinci yarısı, 90’ların henüz başında, futbol dünyası günümüzden oldukça farklıydı. Hem saha içi hem de saha dışındaki farklılardan biri de, futbolcuların popülerlik kriteriydi. Örneğin bugün takımı adına faydalı olma göstergesi, daha çok koşmak ve takım oyunu oynamakken, bundan yirmi sene evvel göze hoş gelen futbol oynamak, ayağa topun yakışıp, yakışmaması ya da çalım atma becerisi olarak görülürdü.
O dönemler ön liberolar ya da orta sahanın koşan isimleri, şimdiki kadar takımlarının kilit oyuncuları değildi. İstisnalar yok muydu? Elbette vardı. Günümüzdeki gibi ilgi görmeseler de, o dönemlerde oynadığı mevkii itibariyle Fenerbahçeli Müjdat, tribünü olan ilk futbolcuydu. Bir ön liberonun tribünü olması, bırakın o dönemleri bugünlerde bile zor. Belki de 90’ların başında anlaşılmaya başlandı futbolda çok koşanların, mücadele edenlerin değeri. Bu futbolculardan biri de tartışmasız Muhammet Altıntaş.
Kimse onun kadar koşmadı
Hıncal Uluç, onun için “Lambayı Tutan Adam” benzetmesi yapmış. “Galatasaray önünü görüyorsa, aslan payı karanlıkta kalıp ‘Lambayı Tutan Adam’ındır” diyerek hakkını vermiş Muhammet’in. Anlatılan odur ki, Türkiye liglerinde kimse Muhammet kadar koşamaz. Onun kadar mücadele edemez.
Cevat Prekazi, bugün hâlâ Galatasaraylılar’ın unutamadığı oyunculardan biriyse, bunu en çok Muhammet’e borçludur. Muhammet, Prekazi’nin yerine de koşar. Bir Monaco maçı vardır ki, Muhammet, o unutulmaz maçta Amok koşucusu gibidir. Kalbi duracak kadar koşar, koşar, koşar. Kendisi de söyler: “Türkiye’de kimse benim kadar koşamaz.”
Edirne’den Galatasaray’a
Galatasaray’a uzanan merdiveni de koşarak çıkmıştır Muhammet, nam-ı diğer Mami. Almanya’da aldığı futbol altyapısı sonrasında, Edirne’de yıldızı parlayan Mami’nin, Galatasaray’a gelişi hızlı, ama sessiz olur. Tıpkı yıllar sonra başına gelen o kaza sonrasındaki gidişi gibi…
Derwall’in kurduğu kadroyla Galatasaray’a transfer olan Muhammet’in yanı sıra diğer transferler de hayli güçlüdür: Uğur, Büyük Savaş, Hayrettin, Yusuf, Tuncay, İlyas. Kimseler inanmaz Muhammet’in kadroda yer alacağına, “Ne idarecisi, ne antrenmana çıkan futbolcusu ne de teknik adamlar, benim kadroda yer alacağımı düşünüyordu” diyor Muhammet.
Formayı, gösterdiği üstün çabayla sırtına geçirir, unutulmaz maçlar çıkarır. Uzun yıllar sonra gelecek şampiyonluğun da haberini verir, Eskişehirspor maçında attığı golle. Sonraki yıllar daha da güzel geçer Muhammet için. Artık kadroda yeri garantidir. Ancak bunun rehavetine kapılmaz ve son sürat çalışmalara devam eder. Onun sakatlık yaşadığı pek enderdir zaten. Profesyonel hayatında yaşadığı büyük bir sakatlık yoktur, küçük sakatlıklar da bir elin parmaklarını geçmez. Ancak Muhammet’in bu sakatlıkları, büyük problem olur Galatasaray için. Gazeteler onun oynayacağı maçları, “Muhammet, maça yetişiyor” başlığıyla verir. Bu istikrar abidesi oyuncuyu, ay-yıldızlı formayla da görür futbolseverler. Tam 16 kez milli olur Muhammet. Galatasaray’daki yeri iyiden iyiye sağlamlaşmış, buna rağmen futbolunda en ufak bir düşüş dahi olmamıştır.
Mami’nin araba tutkusu
Derwall’in Galatasaray’ında sırtına geçirdiği formayı, Mustafa Denizli, Sigfried Held ve Karl Heinz Feldkamp dönemlerinde de başarıyla taşır. Muhammet’in bir başka özelliği ise araba tutkusudur, ama ilerleyen yıllarda bu tutkunun bedelini pahalı öder. Önce yeni aldığı arabası soyulur, ardından bir trafik kazası geçirir. Büyük bir kazadır fakat Muhammet şans eseri kurtulmuştur bu kazadan. Kazanın ne kadar büyük olduğunu, “Hâlâ sağ kurtulduğuma inanamıyorum” diyerek açıklar. Hayatının dönüm noktasını oluşturacak sonraki kaza da aynı yerde olacaktır….
Her şey güzel giderken…
1992-1993 sezonuna oldukça iyi başlamıştır Galatasaray. Ligdeki performansını Avrupa Kupaları’na da yansıtan sarı-kırmızılılar, GKS Katowice, Eintrach Frankfurt engellerini geçip, AS Roma ile eşleşir. Galatasaray, hem ligde hem de UEFA Kupası’nda oldukça zorlu bir döneme girer. 25 Kasım’da Roma deplasmanına giden Galatasaray, dört gün sonra, yani 29 Kasım’da Konya deplasmanına çıkar, hemen akabindeyse 5 Aralık’ta Beşiktaş derbisi için İnönü Stadyumu’na konuk olur. Zorlu maratonun son ayağı ise, 9 Aralık’ta Roma ile Ali Sami Yen Stadyumu’ndaki maçtır. Muhammet, takımın değişilmez isimlerinden biri olarak kadrodaki yerini korur bu maçlarda. Kazadan beş gün önce, son kez Roma’ya karşı Ali Sami Yen Stadyumu’na çıkar. Bir başka enteresan olaysa Sepp Piontek’in Türkiye-Hollanda maçı için Muhammet’i kadroya davet etmesidir. Fakat Muhammet bu zorlu maratondan sakat çıkmış ve Milli Takım kampına katılmamıştır. “Kampa katılsaydım belki de olmazdı diyemiyorum, o kazanın olacağı varmış” diyen Muhammet için, bu kaza hayatının en önemli kırılma anıdır.
Öldü zannetmişler
12 Aralık gecesi arkadaşlarıyla Kumburgaz’da balık yiyen Muhammet, İstanbul’a dönerken kaza yapar ve bu kaza diğerleri gibi olmaz. Tavuk yüklü kamyona, Gürpınar çıkışında arkadan çarpan Muhammet için, hayatının dönüm noktası olur bu kaza. Kafatasında ezilme, kaburgalarında ve kolunda kırıklar oluşur. O kadar büyük bir kazadır ki bu, Muhammet’i öldü zannedip, araçtan bir an önce çıkarmayı düşünmezler yardıma gelenler. Arkadan çarptığı kamyonu devirecek kadar büyük bir kaza yaşar Muhammet, daha 28 yaşındayken.
Bütün spor camiası ve Muhammet’in yakın arkadaşları hastaneye akın eder. Yoğun bakımdan çıkar Muhammet, ama hasarı da büyüktür. Kazadan sonra gazeteler başlıklarını, “Mami’nin Futbol Hayatı Bitti” diye atar. Gerçekten de durumu kötüdür Muhammet’in, ama kafatasına yapılan müdahalelerle hayata döndürülür. Kolundaki kırık ise kafatasındaki ezilme nedeniyle, ikinci derecede önem taşır. Kolu yaklaşık bir aya yakın bir süre boyunca alçıda kalır. Kolundaki yaralar, kemiğe kadar sıçrar. Mikrop kemiğe işler ve Galatasaray’ın doktoru Burhan Uslu, Muhammet ile bir görüşme yapar: “Seni ameliyat edeceğiz, koluna ise protez takacağız.”
Kolunu kurtarır ama…
Kazadan kurtulan bir futbolcu ilk önce ne düşünürse, o da onu düşünmüştür aslında, bir an önce sahalara dönmeyi… Kendisini hep böyle telkinlerle ayakta tutar Muhammet. Burhan Uslu’nun yaptığı teklif ise, şok yaşatır Mami’ye. ABD’de tedavi görmek istediğini söyleyen Muhammet’in yolu, sezon ortasında bambaşka bir şekle bürünmüştür artık. ABD’deki tedavisi tam iki yıl sürer. Kesilip protez takılacak denilen kolunu kurtarmayı başarır, ama futbola dönmesi için yeterli olmayacaktır bu tedavi süreci. Bir an önce futbola döneceği günlerin hayalini kuran Muhammet, Türkiye’ye geldiğinde hiç ummadığı bir tabloyla karşılaşır. Muhammet’in futbol hayatı, kafalarda çoktan bitmiştir. “Ben oynamak istiyorum, ama bir tek ben inanıyorum. Kimse inanmıyor. Oynarsam, tüm Türkiye’ye karşı oynamış olacağım” diyen Muhammet, yine de yılmaz ve antrenmanlara çıkar. Ancak elinde Doktor Lamec’in vermiş olduğu oynayabilir raporuna rağmen Türkiye’de gördüğü muamele nedeniyle şevki kırılır. Antrenmanlara yarın maça çıkacakmış gibi hırslı çıkan Muhammet, çevresinde “Ya Muhammet bak olmuyor” ya da “Hadi oğlum az kaldı başaracaksın” diyen insanların olmadığından da bahsediyor.
Yavaş yavaş kendisi de kabul eder ona biçilen rolü ve hiçbir resmi maça çıkmaz. Galatasaray’da antrenmanlara çıkarken kendisine başka kulüplerden teklifler de yapıldığını söyleyen Muhammet, o dönem Galatasaray’ın başkanlığını yapan Alp Yalman’ın, “Şirketimi satarım Muhammet’i satmam” dediğini anlatıyor.
“GS bir teklifte bulunmadı”
Bu sırada söylentiler de alır başını gider. “Muhammet’e Galatasaray’ın altyapısında hocalık teklif ettiler kabul etmedi.” “Muhammet kahvede okey oynuyor” diye haberler yapılır. Muhammet’e bu teklifin yapılıp yapılmadığını sorduğumuzda, gülerek cevap veriyor: “Bundan daha güzel bir teklif olamaz benim için. Neden kabul etmeyeyim?”
Kazadan sonrası oldukça zor geçer. Her futbolu bırakan futbolcu eskisi gibi yazarlık yapar. Muhammet, telefonla yazı yazdırmanın kendisine göre olmadığını kısa sürede anladığını söylüyor. “Boşu boşuna yer işgal ediyoruz. Okulunu okumuş, eğitimini almış insanların uzun tecrübeler sonunda geldikleri noktaya bir anda tepeden iniyoruz” diyerek özetliyor yazarlık tecrübesini.
“TFF’de imkan verilmedi”
Bir zamanlar futbol oynamışsanız, Türkiye’de önünüze açılacak iki kapıdan biri yorumculuk, diğeriyse teknik adamlıktır. Muhammet de tecrübesini gençlere aktarmak adına teknik adamlık yolunu seçer. TFF tarafından Trakya Bölge antrenörü görevine getirilen Muhammet, burada Milli Takımlara 18 yaş altı yetenekli gençler önerir. Ancak Muhammet’in TFF’de de şansı yaver gitmez. Verilen sözlerin tutulmamasına içerler ve buradaki görevi uzun sürmez. TFF yöneticilerinin iki dudağı arasındaki geleceği bir türlü düze çıkmaz. Kimler kimler yol almıştır da, sıra bir türlü Mami’ye gelmez.
Kendisini gösterebileceği fırsatların verilmemesinden muzdarip olan Muhammet’in bir diğer teknik direktörlük denemesi ise, Aydın Güleş ile birlikte çalıştırdıkları Bakırköyspor olur. Ancak makûs talihi burada değişmez ve her zaman karşısına çıkan sözlerin tutulmaması sorunu burada da kendisini gösterir.
“Her Türk gibi işsizim”
“Peki, şimdi ne yapıyor Muhammet?” diye sorduğumuzda, “Her Türk gibi işsizim” yanıtını veriyor ve ekliyor: “Bakkallık bilmem, manavlıktan anlamam, kasaplık hiç yapmadım. Ben ekmeğimi hep futboldan çıkardım.” Buna rağmen şu anda herhangi bir kulüple çalışmadığını ifade eden Muhammet, elinden tutacak bir dayı ya da amca olmamasının sıkıntısını yaşadığını söylüyor. Yine de ne Galatasaray’a, ne de kişilere bir kırgınlığı olmadığının altını çiziyor. Yeşil sahalardayken etrafını saran, kendisine sözler veren insanların, şimdi yanında olmamalarını da anlayışla karşılaşan Muhammet, “Böyle olacağını biliyordum” diyor. Her zaman kendisini arayan insanların artık telefon açmadıklarını ve kendisinin de aranmadığı sürece aramadığını söyleyen Muhammet, “Beni aradıklarında, onlardan para isteyeceğimi mi düşünüyorlar acaba” diyerek dile getiriyor duygularını.
“İnsanlar hasta zannediyor”
Muhammet’i üzen bir diğer konuysa, medyanın kaza sonrasında akıllara kazıdığı Muhammet profili olmuş. Sokakta rastladığı insanların “Muhammed sen iyiymişsin, maşallah iyileşmişsin” demelerinden rahatsızlık duyduğunu anlatıyor ve soruyor: “Beni böyle hatırlayan Türkiye’de, benim bir teknik direktör olarak görev yapmam mümkün mü? Birilerinin bana görev vermesi mümkün mü? Siz olsanız, Muhammed’e iş verir misiniz?”
Kazadan hemen sonra ekranlarda kekeleyerek konuşmasının, bu imajın yaratılmasında büyük bir etkisi olduğunu söyleyen Muhammet, yıllar önce yaşadığı kazanın yaraları geçse de, kalıcı izlerin bu nedenle daha başka olduğundan bahsediyor.
Cemal Cevizcioğlu/Sporist Dergisi
15 Eylül 2008 Pazartesi
Seçmece
Trabzonspor: 0 - 0 :Beşiktaş
14 Eylül 2008 Pazar
Doğum Günü
Yenilme
Ortak Düşman Medya
Hepsi de uzun süredir hayatımızın içinde. Ama sızlanmaları dertleri bir türlü bitmiyor. Lider olmak ne zor iş. Bugün her birinin apayrı görevleri olsa da hepsi aynı dertten mustarip. "Benden önce ne vardı ki, 'ben' başardım, 'ben' yaptım. Bu eleştiriler niye?"
İyi kötü 6 senedir iktidarda(!) bir hükümet, 12 sene kapalı kalmış bir partiyi yeniden şahlandıran(!) bir muhalefet başkanı, Fenerbahçe'yle rakipleri arasında uçurumlar yaratan Aziz Yıldırım, Türk futboluna en büyük başarıları getirmiş Fatih Terim. Her biri hırçın, çünkü hep bir düşman var. Dışarıda değil bu düşmanlar içeride onlara göre. Birşeyler yürümüyor, düzenin önüne taş koyuluyor fikrinde olanından, herşey iyi giderken neden önümüze taş koyuyorsunuz mantığına sahip olanına kadar . Bugünlerde hep en önlerde yer alıyorlar, hep bir tartışmanın içindeler. Hepsinin ortak düşmanı medya. Medyanın eleştirileri. Lider olmak ne zor iş. Kimseden bir geri adım yok. Herkes yaptığının arkasında. Kimse yanlış yapmaz mı bu dünyada? Recep Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal, Aziz Yıldırım, Fatih Terim bir gün de "Bu noktada yanlış yaptık" özeleştirisinde bulunamaz mı? Güçlü olmanın, lider olabilmenin şartlarından biri midir bu? Hep ufak hesaplarla uğraşmak Türkiye'nin kaderi midir? Medya gruplarıyla, ya da bir kısım medya gruplarının yanlı yayınlarıyla,taraftar gruplarıyla ya da yazarlarla böylesine güreş tutmak bulundukları konumlara yakışıyor mu? En azından muhataplarıyla aralarında bir aracı olması gerekmez mi? Bu saydığımız isimlerin her konu hakkında bu kadar çok konuşması doğru mudur? Yoksa bu toplumun içinde bir kıskançlık bir hasetlik mi var? Bizler nankörlük mü yapıyoruz herşey güllük gülistanlık giderken.
13 Eylül 2008 Cumartesi
Hangi Forma Bayrak
12 Eylül 2008 Cuma
Ana Avrad Bıyık
10 Eylül 2008 Çarşamba
Hadi Lan
Kara Delik
İzmir'e Kıyak
9 Eylül 2008 Salı
Kantarın Topuzu
8 Eylül 2008 Pazartesi
Futbolun Beceriksizleri
6 Eylül 2008 Cumartesi
Zora Sokmak
4 Eylül 2008 Perşembe
Yıldızın Bedeli
Ankara'da Protesto
3 Eylül 2008 Çarşamba
Ankaragüçlü Adil
2 Eylül 2008 Salı
Ermenistan - Türkiye
Seric
Her sene 3 defans oyuncusu alınmış. Hele hele bunların içinde bir Diatta var ki onun öyküsü çorap söküğü gibi birçok ismi de peşinden sürüklemiş. Beşiktaş şampiyonlar ligine girince defansa tecrübeli birini alalım dediler. Diatta alındı ve gelir gelmez bu oyuncunun aslında 2 yaş daha büyük olduğu söylendi. Oynadığı Marsilya maçında ipi çekildi. Aslında bu oyuncu alınmayacaktı da son anda çıkmıştı piyasaya asıl izlenen ve alınacak olan İtalya'da yıllarca oynamış Juventus tecrübesi olan Legrottaglie'ydi ama beğenilmedi Sağlam tarafından. Neyse... Diatta gönderilmeliydi yerine oyuncu arayışları devam etti. Hırvat Drpiç alındı anlaşıldı dendi. Meğer adam sürekli .ıçını açıyormuş. Vazgeçildi onun yerine Gordon Sciheldenfeld alındı. Onu da Kayseri deplasmanında canlı izleyenlerden biri olarak yeni oyuncuyu merakla izledik. Meğer adamın gözlerine bir anda perde iniyormuş. O da gönderilecek ve yerine Seric alınacaktı. Gordon gitmeden Seric geldi. Seric için birşey anlatmaya gerek yok. Yunanistan'da namı yürümüş. İzlemedik inşallah mahçup eder. Şimdi Gordon'u göndermek için üstüne para ödüyor yönetim. Seriç, Gordon gitmezse oynayamayacak. Bu kadar da kötü yönetilmez ki bir kulüp. Buna rağmen takım bu sene iyi başladı lige. Her kötülüğün içinde bir iyilik var dedikleri bu heralde. Bakalım Gordon gönderilecek mi? Merakla bekliyoruz. Yok gönderilemeyecekse Seric ne yapacak:) Kara kara düşünüyordur heralde kendisi de.