22 Aralık 2012 Cumartesi

Şimdi Bana Kaybolan Puanlarımı Verseler

 

Dondurucu soğukta yine (!) bir Cuma akşamı semtte ve Dolmabahçe'den stada doğru yürürken sarıp sarmalanan insanların simalarını seçmekte zorlandık epey. Senenin son maçının bazı inanışlara göre dünyanın son gününe denk gelmesi de manidar olmuştu. Şirince yerine tribünde olmayı yeğleyen binlerce renktaşımızla beraber haykırıyorduk karlı gökyüzüne; "Bekçisiyiz kopsa kıyamet, siyah-beyaz bize emanet!"

Emanetçi sayısı oldukça az olsa da esas sıkıntı üç tribünden farklı tezahüratların yükselmesi ve gelenlerin destek vermek yerine sanki ısınmak amacıyla bağırıp zıplamasıydı. Sahada da üşümek ve puan kaybetmek istemeyen bir Beşiktaş vardı. Öyle hızlı çıkıyor ki takım, tutabilene aşkolsun. Nitekim ilk gol de hızlı gelişen bir atak sonrasında  fedakar Holosko'nun ayağından geldi. Gecikmeyen ikinci gol devreye avantajlı girmemizi sağlasa da geçmişi bilen kimsenin içi rahat etmiyordu. Neredeyse her maç gol yediğimizi düşününce ikinci yarının neler getireceğini kestirmek de pek kolay değildi.

Takımın mücadelesi, hücumdaki yaratıcılığı tatminkar olsa da golü bulma becerisi yüksek yüzdelerde olan oyuncu sayısının azlığıydı bize sıkıntı yaşatan. Gününde olan veya şansı tutan varsa maçı kazanmamız işten bile değilken, ksımetimiz bağlandı mı olan oluyordu. İkinci yarıda golü aramaya devam ederken geride açıklar vererek önce golü yedik sonra da rakibe net pozisyonlar sunduk defalarca ama her maçta takıma daha çok uyum sağlayan İskoç kaleci McGregor buna müsade etmeyerek yaptığı kurtarışlarla içimizi ısıttı.

Günün sonunda ne kıyamet koptu ne de Beşiktaş zirveden. Bir aylık arada yerinde iki transfer yapılırsa ki bunlardan birinin yüzümüzü güldürecek bir forvet olması şart, bu takım şu haliyle şampiyonluğa oynadığı ligde hiç beklenmedik bir sezonda mutlu sona ulaşabilir. Yüzümüzü güldüren forvet demişken; maçın başında eski dost Bobo da es geçilmedi elbette. İsmini bağırmak bile güzeldi. Bir dönem ekranlarda gözümüzü okşayan forvet olarak tarihe geçen Prosinecki'yi de yakından görmek hoş oldu. Maçın tek nahoşluğu son dakikalarda (belki önce de vardı, benim dikkatimi çekmemişti) kapalı tribünün alt kısmında bir Beşiktaş taraftarının elinde salladığı Shalke amblemli bayraktı. Zaten maçın içinde zaman zaman kulakları çınlatılmıştı. Avrupa'da karşılaşacakları rakibin üzerinden gönderme yapmanın bence bir manası yok ve tribün kültürü açısından da bunun artık basit bir hareket olduğunu düşünüyorum. Hatta ve hatta eğer olaya sadece Beşiktaş milliyetçiliği gibi bir yaklaşımla bakacak olursak bile turu geçmelerini isterim. Maç trafiğinden dolayı ligde önümüz açılır ne güzel.

Halamın bıyıkları şeklinde hesap yapmayı hiç sevmem aslında ama gel de son dakilarda haybeden verilen penaltı, kaçan yüzde yüzlük gol ve yenilen saçma goller sebebiyle giden puanlara yanma.


Hiç yorum yok: