Fenerbahçe ve Sivas gibi iki farklı maçtan 4 puan çıkartmak sezon içerisinde çok da kötü bir tablo gibi durmuyor. Üstelik Sivas maçından bir puan Fenerbahçe maçından 3 puan çıkartmak da olası iken kimse ah vah diye hayıflanmasın. İki ileri bir geri demişti Rıdvan iki sene önce Beşiktaş için. Aynen o durum devam ediyor. Bir maç öncesi ile bir maç sonrası arasında devamlılık arz eden kötü noktalar halen varken iyi noktalar ara sıra kendini gösteriyor. Genelde böyle durumlarda futbolcu rotasyonu ile çare bulunur. Optimum fayda alınan kadrolardan birini oluşturamadık yıllardır. Bir tarafını düzelttiğiniz takımın diğer tarafının elinizde kalıyor olması anlaşılır gibi değil. “E hadi söyle nedir durum? Ne değişmeli?” diye sorana da tatmin edici cevabı veremiyorum. Fenerbahçe maçında üst düzey moral motivasyonun öne geçtikten sonra “e şimdi ne yapacağız” noktasına geldiğini hissediyordum tribünden. Sorun takımın oyun içinde alternatif planı, alternatif oyunu kabaca b ya da c planını bir türlü kurgulayamamasından kaynaklanıyor. Öne geçen bir takımın neler yapacağını hele hele derbide bu ihtimalinde maç öncesi konuşulduğuna inanıyoruz ama sahada bir türlü göremiyoruz. Üst düzey motivasyonun yanına iyi oyunu da ekleyen Beşiktaş’ın skoru ısrarla lehine çevirdikten sonra yapması gereken zaten hepimizin malumu. Maç esnasında da hatırlatmak gerekirse gerisi kabak çiçeği gibi açılmış Fenerbahçe’ye son yumruğu vurmak kalıyor. Bunu bir türlü yapamayışımızın nedeni evet Quaresma idi. Rakibini karşısına aldıktan sonra fantezi üstüne fantezi denemesi farkı ikiye çıkartmaktan daha ağır basıyor. Taraftarın oley çektirmesi ile tribünlerde bu suça ortak. Fenerbahçe ile oynarken tek farklı önde oynayan takımımızı kendi kendimize rehavete atıyoruz. Burada kulübeye daha çok kızdığımı da söylemeliyim. Futbolun dili her yerde aynı. Öndesin. Derbi oynuyorsun. Daha var 20 dakika. İpe un seriyor takım. Belli ki yeterli görmüş, sallanan rakibini indirmek yerine oyunu soğutmaya ve tutmaya çalışıyor. Yani bunu söylemek için ne spor yazarı olmak lazım ne futbolcu ne de teknik direktör. Müdahale edilmeyen noktasının bedelini ödedik Fenerbahçe maçında. Yani ne kadar dövünsek azdır. Evimizde oynadığımız iki Fenerbahçe maçı sonuçları alakasız olsa da aynıdır. Ciddiyetsizlik Portekiz havasından demek kısmen doğru. Ama hatanın hepsini oraya yükleyemeyiz.
Bir diğer canımı sıkan konuysa Fenerbahçe taraftarının yıka yıka stada girmesiydi. Burada tribünün algısı rezil olduk noktasında oluyor çoğu zaman ama eskidendi bu düşüncelerin gerçekliği. Şimdilerde stadyumda ne oluyorsa emniyetin rezilliğindendir. Beşiktaş taraftarı kendi sahasında ağır tahrik altında kalmış, buna rağmen sahaya bir Allah’ın kulu atlamamıştır. Bunda sporda şiddet yasasının ya da günümüz ülkesindeki “girdi mi çıkaman” zihniyetinin de etkisi büyüktür elbet.
Eskiden ota boka atlayan taraftarın bu tablo karşısında hepiniz O.Ç ile sınırlı kalması futbolun medeni tarafı açısından evet bir zaferdir ama tribün raconu kesenler için kocaman ayıptır. Hala var mı? Varsa kaç yaşında bu kardeşlerimiz bilmem.
Uzun bir aradan sonra ilk kez kapalıdan maçı takip ettim. Gerçekten alkol had safhada. Sürekli kavga. Takımı izlemek, desteklemek ve olayları takip etmek arasında gidip geldiği maç oldu benim için.
Van’a gönderilen atkılar ise günün kendi açımdan en önemli olayıydı. Maç çıkışı hala atkıların atışı gözümün önündeydi ama bir dialogla o da uçup gitti. Maçtan atkıyla çıkmak gerçekten tuhaf ama vardı birkaç kişi. Belki de iki tane alıp birini boynuna taktı bilemiyoruz ama alkollü olduğunu sandığım biri boynunda atkıyla maçtan çıkan adama faşist dediJ Adam sadece üşüyordu. Dönmedi bakmadı bile. Sonra etrafıma baktım. Sadece atkı takmayan o değildi. Başkaları da atkılıydı. Sarmış çıkmış maçtan. Sanırım en zayıfıydı lafı yiyen.