Beşiktaş’ın forması da rotasyona girmiş. Bazen siyah şort beyaz forma, bazen beyaz forma siyah şort. Rotasyon takım sahaya çıkar çıkmaz kendini belli ediyor. Kadroya bakmaya bile gerek yok.
Benim için ilk hüsran stadyumun dolmamasıydı. Bizim Mersin İ.Y maçındaki halimiz neyse stadyumlarının hali oydu. Beşiktaş’ın böyle maçlara çıkması çok canımı sıkıyor daha maç başlamadan kafamda stadyumdaki çoğunluğun düşüncesi hakim oluyor.
Aslında maça da fena başlamamıştık. Yüksek pas isabeti, Guti’nin klas pasları, Nihat’ın Bobo’yu pozisyona sokması ümitleri yeşerten alametlerdi. Defansta Ersan Gülüm ile İbrahim Toraman’ın doğru yet tutuşunu da eklersek hiç de kötü değildik.
Oyun içerisinde böyle bir süreklilik sağlamak mümkün değil tabii. Bireysel hataların olduğu, pas trafiğinin azaldığı dakikalardan sonra takımın toparlanması nedense uzun zaman alıyor, bazen verimsizlik 90 dakikaya yayılıyor. Beşiktaş’ın 1 ay içerisinde ortaya koyduğu olumsuz futbol ve aldığı kötü sonuçlar takımın özgüveninin üzerine kalın bir çizgi çekmiş. Bunu belirli dakikalar hissetmemek mümkün değil.
Gerisi zaten çorap söküğü gibi geliyor.
Ersan ve İbrahim’in yaptıkları ufak hatalar sonrası paniklemesi, yavaş yavaş orta sahada pas trafiğinin yok oluşu, geriye oynama hastalığının baş göstermesi Beşiktaş’ın golü kalesinde göreceğini sadece televizyonu başındaki bizleri değil emin olun takımı da sarmalamıştı.
Şu Hakan Arıkan için şanssız adam demekten başka bir şey gelmiyor içimden. Başka türlü bir yorum bu adama haksızlık olur. Topa çıkması gereken bir anda çıktı. Rakibinin durup dururken dengesini kaybettiğini de dikkatli gözler yakalayacaktır. Dengesini kaybeden Falcao Hakan’ın müdahalesine yakalandı. Yine çok talihsiz bir gol yedik Porto’dan.
Maç yazısı yazmaktan keyif almıyorum ama tek başına İlker Yasin’i yazmak da istemedi canım. Yine ahkamını kesti, felaket tellallığı yaptı. Gereksiz yorumlarıyla kafayı yedirtti.
Efendim “Schuster neden Necip’i oynatmıyormuş da Aurelio’yu oynatıyormuş.” Haklı olabilir, belki birçoğumuz da böyle düşünüyoruz ama sen kimsin arkadaş. Sanane…
Senin görevin maçı anlatmak. “Bu oyunla puan ya da puanlar alamazmış Beşiktaş.” Senin de çok umurunda Beşiktaş’ın puan alması.
“Az şut çekiyoruz attıklarımız da kaleyi bulmuyor.” Bu yorumu yaparken bir parça üzüntü duyduğundan değil, bu adamın hissiyatını nasıl tarif ederim bilemiyorum. Sürekli yıkım yaşayan negatif insanların hisleriyle anlatmaktan zevk alıyor.
Holosko’nun maça 11’de başlamaması hataymış. Schuster bu hatadan dönmüşmüş. Ulan yatacak yerin yok senin. İnanın Fenerbahçe maçı anlatsa böyle ahkam kesemez, kesse de kablosunu keserler İlker Yasin’in. Dayanamıyorum bu adama.
Yine İlker Yasin’in anlattığı bir maç hatırlıyorum. Romanya’da Steau Bükreş maçı olması lazım. O maçı sanırım Kanal D vermişti. O maçta da çileden çıkmış kanalı arayarak küfür etmiştim. Anlatmasın artık Beşiktaş maçı. Dayanamıyoruz.
Önce Holosko'nun direkten dönen topu, sonrasında karşılıklı çıkan kartlar arasında Nihat'ın yaradana sığınıp Helton'un havasını almasıyla kan basıncı normale dönüyor. Maça da zevk geliyor. Bazen düşündüğüm maçlar 60 dakika olsa 10'a 10 oynansa daha zevkli olurdu fikri baş gösteriyor. Bu maçı izledikçe daha da hak veriyorum kendime. Derken Beşiktaş'ta rakibin 10 kişi kalmasıyla özgüvenini kazanıyor. O sırada da golü buluyor zaten. Maçı alacağımızı işaret eden pozisyonlar buluyoruz. Bir de Bobo'nun hayatının golüne bir direğin şerefsizce engel olmasına kahroluyoruz. Nefis bir dönüş sonrasında orta sahanın biraz önünden attığı enfes şutun yine Helton'un havasını aldıktan sonra acıyıp dışarı çıkmasına inanamıyoruz.
Ersan Gülüm'ün bir sonraki maç yeri garanti. Öyle bir top çıkarıyor ki Yasin Çakmak bile kıskanır. Beşiktaş'ın daha cesur oyunu İlker Yasin'e olan nefretimi biraz dindiriyor. İyi de oluyor, nefret kötü şey:)