31 Aralık 2008 Çarşamba

Kim Demiş Ne Demiş (16)

Jacques Derrida:
"Taç çizgilerinin ötesinde hiçbir şey yoktur."

Gençliğimin Katilisin

Fotoğrafı Serencebey Ergin Aslan gösterdi. İbrahim Üzülmez'in antrenman esnasında Bobo'ya olan muamelesini anlatıyor fazlasıyla. Bıktık bu adamdan kaç kez söyledik, kaç kez yazdık, kaç kez isyan ettik. 8 senedir bu adam maçlarda rakiplerine aynısını yapıyor işte. Sinirlenmemek elde değil. Allah seni bildiği gibi yapsın... Sinir hastası olduk senin yüzünden. Gençliğimin katilisin ulan.

30 Aralık 2008 Salı

Papazın Çayırında Tribünler

Gazete küpüründeki fotoğraf 1900'lerin henüz başı olmalı. Gazete ise 1977 yılına ait. Bu stadyum Fenerbahçe'nin ilk stadyumu. İlginç Statlar başlığında vermek doğru olmayacak. Böyle orjinal haliyle kullanayım istedim. Stadyumun tribünleri hayli güzel. Bağırdığında iyi ses çıkıyor muydu? Akustiği nasıldı acaba? :))) Günümüze kadar korunsaymış keşke. Gazetedeki haberin başlığına ise diyeceğimiz birşey yok. Sene 1977... Türkiye özgürlükler ülkesi o vakit. Adam yazmış işte...

İlle de Beşiktaşlı Olsun

Bursaspor yönetimi Beşiktaş yönetimi ile abukluk yarışında zirveyi kovalamaya devam ediyorlar. En yakın rakipleri Kocaeli, Ankaragücü, Fenerbahçe tabii ki. Ama Bursaspor bu son hamlesiyle liderliği anasının ak sütü gibi hakediyor. Teknik direktörlük görevine Ertuğrul Sağlam'ı getiriyorlar. Hani Bursaspor, Hacettepe, İBB ya da ne bileyim böyle taraftarının etkisi olmadığı Gaziantep gibi bir camia olsa bu yaptıklarını alkışlarız ama yeşil beyazlılar öyle değil. Ligde tek misyon Beşiktaş'a karşı bir duruş sergilemek. Şampiyonluktan Avrupa'da yer almaktan daha önemli onlar için bu rekabet(!). Ha bu ilk denemede değil. Daha önce Samet Aybaba, Recep Çetin'i getirmişsin adamlara galip geldikleri maçlarda dahi ana avrad düz gitmişler, o yetmemiş Beşiktaşlılığı ile bilinen Güvenç Kurtar'ı getirmişsin o da sabredememiş. O kadar komik bir hal almış ki durum hoca arayışları devam ederken John Benjamin Toschak'ın bile ismi anılmış ama Ertuğrul Sağlam'da karar kılınmış. Metin Diyadin'i getir... Hiç mi aklınıza gelmez. İlla birilerine yakın mı olacaksınız?

29 Aralık 2008 Pazartesi

Hangisi Doğru

Ali Tandoğan Beşiktaş'tan gidecek oyuncuların başında geliyor. Bu gazla da dün televizyonlardan açıklamalarda bulunmuş. Klasik giden oyuncu şikayetlerinden yani... Ama en ilginci şu nokta kuşkusuz: "Beşiktaş taraftarları oynamadığım dönemde bana destek olmadılar. Takıma bir şey vermeyen bir oyuncu olmasam belki anlardım bu durumu. Destek oldukları maçlarda iyi oynadım. Keşke beni içlerine daha çok sindirebilselerdi. Üvey evlat muamelesi gördüm. 19 yaşındaki çocuğu bile tribüne çağırdılar, beni çağırmadılar. Yabancılara çok fırsat tanıdılar. Kötü oynasalar bile. Beşiktaş kulübünde her zaman öncelik yabancılarda."

Bunu diyen Ali Tandoğan geçen sene bakın neler demiş röportajında...
Şu son dönemde taraftarın etkisini, kıymetini bir kere daha anladım” diyerek Beşiktaş taraftarlarından övgüyle söz eden Ali Tandoğan, “Bizim taraftarımız takımını çok iyi destekliyor. Mağlupken desteklemeye başladıklarında gördüğünüz gibi kazanmaya başladık. Bizim için çok büyük bir avantaj. Onların desteğini aldığınız zaman çok daha iyi motive oluyorsunuz ve sanki bir kişi fazla oynuyormuş gibi hissediyorsunuz. Zaten misafir takım da saha içinde bunun stresini yaşıyor. Sağolsunlar, desteklerini bizden esirgemesinler. Zaten verdikleri sosyal mesajlardan dolayı kendilerine sadece taraftar demek yanlış olur. Bilinçli bir taraftar kitlesi dersek haksızlık yapmış olmayız. Eğer bir kitle yaptıkları başarılı işlerle gazetelere manşet oluyor, haberlere konu oluyorsa mesajların belirli yerlere gittiğini anlayabiliriz” diyerek tribünlere duyduğu hayranlığı dile getiriyor...

Bu kadarla kalsa yine iyi. Aynı Ali Tandoğan Lig Tv'ye bakın neler demiş.

-Taraftarla, tribünle aran nasıl?
“Beni istemiyorlar diye düşündüğüm çok zamanlar oldu ama şimdi bakıyorum demek ki bir şeyleri başardıktan sonra taraftarında seni çağırıyor. Bu sene her maç oynasamda oynamasamda beni çağırıyorlar, bu benim için çok mutlu edici bir olay. Onları çok seviyorum çünkü çok destekliyorlar. Beşiktaşlı olmak çok önemli. Paraları yok belki ama ne yapıp ne edip geliyorlar maçlara. Onların mutlu olmaları için iyi oynamamız lazım, iyi sonuçlar almamız lazım. İnşallah her şey güzel olarak benim için.”

Tamam taraftar sana destek anlamında birşey vermedi doğru. Ama sen ne verdin Beşiktaş'a? Bu taraftar Baki'ye, her ne kadar ben sevemesem de İbrahim Üzülmez'e hep destek çıkarken acaba sana neden destek çıkmadılar? Geldiğin ilk maçta Erciyes deplasmanında takımı 10 kişi bıraktığından bu yana agresifsin, sevimsizsin, takıma 5 kuruşluk faydan yok, çıkıp taraftara yükleniyorsun. Hiç bir kulübün taraftarı bu kadar yerden yere vurulmuyordur herhalde.

Bu sene 2-3 maç 11'de sahaya çıkan Ali Tandoğan en az bir o kadar da 70. dakikadan sonra oyuna giren isim oldu. Ali Tandoğan ile ilgili enteresan başka bir durumsa oynadığı hiçbir maçta Beşiktaş'ın mağlubiyet almaması. 7 maçta 2 beraberlik 5 galibiyet.

Ne Farkı Var?

Beşiktaş-Galatasaray basket maçında açılan pankart yüzünden karşılaşma 15 dakika geç başladı. Lig Tv İade Ediyoruz yazan pankartta işleyen kurallar Saraçoğlu'nda ne yazık ki işlemiyor. Yukarıda herşey açık zaten.

26 Aralık 2008 Cuma

Ürküttüğün Kurbağaya Değdi Mi?

Yıldırım Demirören'in merakla beklediğimiz toplantısı gerçekleştirildi. Çıkıp ayakkabını atabildin mi dersen atamadım. Biz kim ideallerimiz ya da doğrularımız uğruna hayatımızı, geleceğimizi tehlikeye atmak kim. İyi ki de atmamışım, orada yönetim kurulunun, güvenliğin yanısıra gazeteci ordusundan da dayak yiyebilirdim. Zira Fatih Doğan dışında soru soranların muhabirlik görevlerini yerine getirmek yerine "ben de senin gibi düşünüyorum Sayın Başkan" zihniyetinde olduklarını söylemek mümkün.
Basın toplantısının içeriğine gelince tam bir fiyaskoydu. Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmedi. Herkesin bildiğini herkese anlattı. Telegol gibi bu ülke futboluna milyonlarca kez zarar vermiş bir programın karelerini marifetmiş gibi ekranlara getirdi. Kültür Bakanına İnönü Stadı konusunda eleştirilerde bulundu. "İnönü Stadı Beşiktaş'ın kalbidir bize çıkın diyorlar" diyerek sözüm ona akil adam takıldı. Medyaya çattı. "Yazdıklarınız okunmuyor sanmayın" dedi. Burası bana çok garip geldi. Yazdıklarınız okunmuyor sanmayın demek ne demek ki. Bana mı diyor acaba diye düşündüm. Oğuz Sarvan'a ettiği laflar konusunda özür diledi. Bana yakışmadı dedi. Atıf Keçeci ayağa kalkarak özür dilediği için Yıldırım Demirören'e teşekkür etti. Neye razı olduğumuza bakınca ben utandım. Koskoca Beşiktaş başkanı özür diledi diye sevinelim mi şimdi?

Numaranı Söyle Adını Söyleyeyim

Önceleri 11'e kadardı forma numaraları. Böyle olunca her numara bir ismi çağrıştırırdı. Herkesin aklına tuttuğu takımdan futblcular gelse de sanıyorum bu ülkede bazı numaralar bazı oyuncularla özdeşleşmiş durumda.
1 numara dendiğinde arkadaşların aklına Ergenekon'un 1 numarası gelse de Simoviç bu alemde 1 numara olarak gönüllerdeki yerini koruyor. 2 numara dendiğinde kimilerinin aklına-Anadolu yakasında oturanlar iyi bilir- Bostancı-Üsküdar otobüsü benim aklımaysa Recep Çetin düşüyor. 3 numaraya bir eşi benzeri olmayan Bülent Korkmaz, 4 numaraya Cüneyt Tanman denk geliyor. Tuttuğunuz takıma göre değişir ama 5 numarada Alpay, 6 numarada ise Arif Erdem başı çekiyor. 7 numara Feyyaz, 8 numaraysa Rıdvan ile özdeşleşiyor. 9 numarada Hakan Şükür açık ara önde giderken beni en çok zorlayan numara 10 oluyor. Bu 10 numara hadisesi başlı başına bir olay zaten. Akla birçok isim gelirken zannediyorum en çok dolduranı yani Hagi'yi en tepeye koymak zorundayız. 11 numaralı forma ise bende en çok Aykut Kocaman'ı çağrıştırıyor. Bu listeler birazda yaş ile orantılı doğrusunu söylemek gerekirse. 20-30-40-50 yaş aralığında mutlaka farklı farklı 11'ler çıkacaktır karşımıza.

25 Aralık 2008 Perşembe

Sahadaki Çizgiler...

Fotoğraf Galatasaray'ın Seyrantepe'de yaptırdığı stadyumdan. Tribünler çıkılmaya başlanmış. Benim takıldığım noktaysa sahadaki çizgiler... En son yapacağımızı ilk yaparız bu memlekette biz. İşe sondan başlarız hep. Bunun en güzel örneği bu. Ulan takıla takıla buna mı takıldın diye düşünen olacaktır mutlaka ama o çizgileri çizene ne demeli. Ben düşündükçe güldüm bu fotoğrafa paylaşayım istedim.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Tepki Dediğin Böyle Olur


http://video.haberturk.com/Video.aspx?v_ID=38013&k_A=haberturk
Yukarıdaki linkte yer alan videoyu izlemenizi tavsiye ederim. İçerisinde goygoydan, taraftarın ruhuna, çapulcusundan, akıllısına, sürü psikolojisinden, manyaklığa, takım sevgisinden, alkolik hareketlere kadar daha pek çok detay gözünüze çarpacak. Belki benim görmediklerimi de göreceksiniz. Ben önce gördüklerimi yazayım. Öncelikle maç yok, futbol yok bu kadar kalabalığı akşamın o saatinde toplamak büyük mesele. Bunu başarmış Ankaragüçlüler. Bir başka noktaysa yaş ortalamalarının çok yüksek olması. Çoluk çocuk dolu tribünler gördükten sonra bu videoda karşımıza çıkan yaş ortalaması hayli yüksek. Bir başka detaysa taraftarların sürüyken ne kadar tehlikeli olabildikleri. En ufak tartışmada saldıraya geçmenin örneklerini görüyoruz. Her tribünde bu böyledir zaten. Hurrayı çok sever tribün. Ne oldu ne bitti önemli değildir, bir hareket arar, yeterki ufak bir ses duysun. Buraya kadar herşeyi biçim yönünden ele aldık, içeriğine baktığımızda çok önemli şeyler görüyoruz. Mesela tepki dediğin böyle olur dedim ben izlerken bu videoyu. Yıldırım Demirören Yeteeeeer demekle olmuyor bu işler. Gideceksin göstereceksin kendini. Önce tepki ardından R yapmamak lazımdı. Bir şekilde yapıldı ama ben bu videoyu izlerken Ankaragüçlüler ile Beşiktaş arasında büyük farklar gördüm. Gerçekten bir başkana karşı gösterilecek tepkinin ağa babasını göstermişler. Bunun benzerini Beşiktaş tribünlerinde görmek imkansız. Küfürleri bir kenara bırakalım bu kadar yekten kameralar karşısında çıkıp konuşacak derecede kafayı kırmış durumda olmadıkları da bir gerçek. Ankaragüçlülerin hiçbiri tanınmış değil. Beşiktaşlı amigoların ya da abilerin hepsi tanınmış. Defalarca programlara çıkmışlar. Onları herkes tanıyor. Tribün liderlerinin bu kadar medyatik olmasının kötü taraflarıdan biridir bu. Adın, sanın bellidir. Tribünlerde böyle durumlarda işe yaramaz bu tanınmışlık. Kameralar karşısında bu kadar posta koyacaklarını beklemek zaten imkansız. Ama tepki dediğin nasıl olur işte böyle olur.

Kim Demiş Ne Demiş (15)

Billy Shankly:
"Sosyalizm bence kollektiflik, beraberce çalışmaktır. Bu, hayatta da böyle, futbolda da."

Mehmet Altıparmak

Mehmet Altıparmak. Kartalspor'u 3 seneden bu yana çalıştırıyor. Eski futbolculardan ve birçok kulüp gezmiş, görmüş. En son Elazığspor'u 1. Lige çıkartıp köşeye çekilmiş. O sezon orta saha oynamış ve 17 gol atmış. Ama buraya konu olmasının sebebi Kartalspor'a oynattığı futbol. 3 senedir bu Kartal'dan adam olmaz diye anılan, Kartallıların umutlarını kestiği takımı, bambaşka bir noktaya taşımış. Bu ülkede 3 sene bir takımın başında kalmak büyük mesele. Bu adama dikkat. Kartalspor şu an 7. sırada ve potanın bir sıra altında. Yıllar önce Kartalspor'un Adanaspor ile oynadığı bir play off finali vardı. İlk yarı 3-0 Kartal önde. İstanbul'un bir semti hem de bugüne dek hiç 1. lige çıkamamış bir takımı yükselecek diyorduk ki ikinci yarıda maç inanılmaz bir şekilde 3-3'e gelmişti. Adanaspor 1. lige çıktı, Kartal'da hep altlarda gezindi durdu. Bakalım yıllar sonra o maçta kaçan fırsatı bu sene yakalayabilecekler mi.

23 Aralık 2008 Salı

Muhalefete Bak

Beşiktaş yönetimini eleştiriyoruz. Evet gerçekten o kadar çok yanlış yaptılar ki yanlışları buradan köye yol olur. Evet yönetim Beşiktaş'ı birçoklarının gözünde küçük düşürdü ama şu muhalefet diye ortaya çıkıp beyanat verenleri görünce daha da büyük boşluğa düştüğümüzü söylemeliyiz. Bugün okudum. 2006'da yönetimde yer alan Süleyman Eren sözüm ona muhalefetin etkili ismiymiş ve açıklamasında şunları demiş: "Diatta, Higuain, Gordon'u aldıkları yetmedi bir de Sivok, Zapotocny ve Seric'i getirdiler" demiş. Seric'i anlarım ama Zapo ile Sivok bu takımın değişmez isimleri. Sen çıkıp Yıldırım Demirören'in ender doğru transferlerinden birine böyle dersen Demirören'in alternatifini üretemezsin. O kadar çok yanlışı varken tutup elde avuçtaki birkaç sağlam kiremiti de çatıdan atarsan sana kim güvenir. Beşiktaş'ın sözde muhalefetinden gazeteye yansıyan bunlarken umutlu olmak mümkün mü? Sesimizi duyan yok mu?

22 Aralık 2008 Pazartesi

Derbide Keyfimiz Kaçmadan Önce

Sarı Emrah maç öncesi Beşiktaşlılara sesleniyor: "Mevzu yok, sağa sola salça olmak yok. Adam gibi gideceğiz. İleride polis var çünkü:) Alıntı olmadan girelim. "
Meşale gazıyla parktan stada yürüyüş başladı. Polat otele zarar vereceğimizi sanan polis yolumuzu değiştirdi. Mecidiyeköy'ün arka sokaklarında turist gezdiren taksiler gibi dolandık durduk.
Toplu gidiş. Kortej yapamadık adam gibi. Ama olsun böyle maça gitmenin tadı daha güzel. Etraftan atılan bakışlara karşı kolkola.
Nefeslerin kesildiği yer.
Bu kadar rezalet bir tribün olamaz heralde.
File yırtılmalıydı, yırtıldı.
Maça 1 saat varken stadın hali. Her yer reklam olmuş. Avea cıngılı sürekli dönüyor. 1 saat boyunca aynı cıngıl ve Galatasaray'ın iğrenç kaseti:) döndü. Taraftar kasetlerinden hani. Avea orta sahaya bayrak açmış numaranı al gel diyor. Doymadılar doymayacaklar.
Nobre Nobre Nobre... Nobre Nobre Nobre... Nobre Nobre Nobre... Nobre Nobre Nobre...
Önce o çağırıldı.

Devre arası 2-1

İlginç Statlar (9)

Portekiz, Braga

Ayakkabı Fırlatmak

Sabah sabah şirkette Beşiktaşlı arkadaşlarla konuşurken Ergin, "Perşembe günü Yıldırım Demirören neler söyleyecek acaba" diye sorunca düşünmeye başladık. Şöyle der, böyle yapar, masaya yumruğunu vurur falan dedik. Perşembe gününü merakla bekliyoruz. Çıkacak yine basın toplantısında birşeyler anlatacak, sözüm ona gider yapacak hakemlere, federasyona... Şeytan diyor ki: "Oğlum git basın toplantısına, çıkar Beşiktaş maçında sırıl sıklam olmuş, yağmur suyundan taş kesilmiş ayakkabını fırlat Demirören'in kafaya..." Bak o zaman semte altından heykelini dikiyorlar mı dikmiyorlar mı?

Galatasaray: 4 - 2 :Beşiktaş

Maç öncesinde Beşiktaş’ta bir derbi havası yoktu. Ateşi düşük, heyecanı az oluyor Galatasaray ile yaptığımız maçların. Bireysel olarak Fenerbahçe karşılaşmalarında daha agresif olur bizim taraftarımız ama ben kendi adıma çocukluğumun katili Galatasaray’dan daha çok nefret etmişimdir. Neyse bunlar derin konular. Semtte iki ileri bir geri yapıp saati 4 yapınca yola koyulmanın da vakti gelmişti. Köyiçinden Fulya’ya doğru bağıra çağıra, ama umutsuz bir yolculuk başlamıştı. Hava boktan, tribüncüler keyifsiz, bilet az, tanıdık ender simayla Sami Yen’e doğru giderken anladım ki Beşiktaş tribünleri için Galatasaray maçları bir deplasman ya da bir derbi havasında geçmiyor. Bunu stadyuma girince daha da iyi anlayabiliyorsunuz zaten. Galatasaray taraftarını anlamak mümkün değil. Herhalde onlar da bu maçı bir derbi olarak görmüyorlar. Stadlarında maç başlamadan önce çıt çıkmıyor. Hani biz santradan önce ardarda 5 tane 3’lü çekmesek gaza gelecekleri de yok.
Bir şekilde saati 19:00 yapıp maç başlayınca gördük ki Galatasaray hep bildiğimiz Galatasaray. Şansının yanında, iyi oyunlarıyla da Beşiktaş’a ve tribünlere siz rahat olun biz bu maçı her türlü alırızın sinyallerini verdi.
Rüştü elinden kaçırdı gol oldu. Tello gördü, Delagado attı. Biz tribünde coşup bağıracağız derken bir de baktık ki penaltı olmuş Galatasaray durumu 2-1 yapmış. Bundan sonrası için söyleyebileceğim en önemli nokta Fenerbahçe karşısındaki Beşiktaş’ın Galatasaray karşısında da ortaya çıkmasıdır. İlk yarının son 15 dakikası tek kale oynandı ve Beşiktaş gerçekten çok doğru bir oyun planı ile sahada yer aldı. Mustafa Denizli’yi herkes eleştiredursun bence Mustafa Denizli Beşiktaş için çok büyük bir şans. Bu takıma, camiaya, taraftara layık olduğu futbolu oynatacak birkaç hocadan biridir Denizli. Ama zaman lazım. Yıldırım Demirören’i de bu yüzden tebrik etmek lazım. Yaptığı en doğru iş. Devre arasında bu takımın buradan puanla döneceğine inanmayan yoktu tribünde. Her ne olduysa Delgado kırmızıyı yedi ve bize yine hüsran gözüktü. Takım 10 kişi kalmış ama yine de savaşmayı bırakmıyor. Bu da çok önemli bir nokta derbileri 11 kişi tamamlayamayan Beşiktaş kesinlikle ezilmedi. Ama gelen gollere de engel olamadı. 2 yiyip 1 atınca ve skorboardda da 4-2 yazınca ne yazık ki hem taraftarın hem de takımın hak etmediği bir tablo çıktı ortaya. Neticeye ayarlı Galatasaray taraftarı da başladı Beşiktaş tribünleri ile uğraşmaya. Dalganın bini bir para. Sürekli göndermeler. Zaten siyah beyazlılar gergin, bir de yağmur altında ara ara sesini çıkarmış statta, bu muameleyi kesinlikle hak etmiyor. Zaten bu a.k hayatında kim hak ettiğini buluyor ki.
Not:Fotoğrafları yarın ekleriz artık.

19 Aralık 2008 Cuma

Issız Kuytu Köşelerden Andolsun ki Döneceğiz...

Kimilerine göre birgün başaracak bunu Göztepe , kimileri de endüstriyel futbolda artık yeri yok bu 83 yıllık çınarın diyor. Peki ya tribünler? İzmirin sarı kırmızısına gönlünü vermiş yüzbinler ne düşünüyor acaba? Birçoğu karamsar, kesmişler artık umutlarını. Umudunu kesmiş dediysek desteği kesmiş demedik, hala koşturuyolar İNADINA GÖZTEPE diyerek. Tarih: 20 Ekim 2007 Göztepe amatöre düşmüş, taraftar umudunu kalbine gömmüş, ezeli rakip Kaf Sin Kaf Süper ligi koşturuyor hemde öyle yalandan değil, sağlam temeller atmışlar geliyolar en inanmışından. Durumlar içler acısı uzun lafın kısası İzmir'in sarı-kırmızısında. Göztepe Şirinyer ile oynuyor, arkasında 4 Bin cefakarıyla çıkmış sahaya. Taraftarıyla alıyor Göztepe maçı 1-0 zorda olsa. Amatördeki bir takımı 4 Bin aşığı geliyor desteklemeye ve gelenler gelemeyenlerin yanında devede kulak bile olamaz. Böylesine büyük bir camiayı kim mi bu hale getirdi? Cevabı çok uzaklarda aramayın ben söyleyeyim: Kahrolası endüstriyel futbol. Endüstriyel futbol denilen canavarın midesine inmiş olan Göztepe için şimdilerde bir umut ışığı beliriyor. Altınbaş grubunun kulubü satın almasıyla başladı bu ışık ve kolay kolayda sönmeyecek gibi görünüyor. Bu ışık eşliğinde bizede HA GAYRET GÖZTEPE demek düşüyor tabi... (Söylemeden geçemeyeceğim Göztepeli taraftarların kardeş takım olarak nitelendirdiği Sakarya'nında içler acısı haline bakıp üzülmemek elde değil. Umarım lige verilen arayla birlikte Sakarya da toparlanma sürecine girer ve bu yıl en azından ligde kalmayı başarırlar. Çünkü ipin ucu bir kaçtı mı gerisi geliyor Göztepe'ye olduğu gibi).

18 Aralık 2008 Perşembe

Kulübedeki Dev

Yeşil sahalarda efsaneleşen yıldızların kulübede aynı başarıyı gösteremediklerini defalarca yaşadıktan sonra Maradona’nın teknik adamlığı için de aynı kuşkular dile getiriliyor. Ama biri bu tabuyu yıkacaksa o da hiç kuşkusuz futbolun efendisi Maradona’dır ve bu yüzden de futbolseverlerin ulusal takımı Arjantin.
Diego Armando Maradona Arjantin Milli Takımını çalıştıracak artık. Çoğuna göre dünyanın gelmiş geçmiş en unutulmaz futbolcusu Maradona… Hem de futbolun bu kadar sevilmesine öncülük edecek kadar.
O olmasaydı, belki de futbol bu kadar sevilmeyecekti. Ondan sonra hep veliahtları çıktı yeşil sahalara. Hep karşılaştırıldığı Pele’ye birçoklarının gözünde böyle bir fark attı o. Onun gibi, aynısı, veliahdı… Bunları kimbilir kaç kez okuduk. Bu veliahtların sonraki süreçlerine bakınca futbol âlimlerinin ortak kanaati onun gibisinin gelmediği yönünde. Onun gibisinin gelip gelmediği ile ilgili tartışmalarda yeni kuşak için tek çıkar yol, futbol ulemalarına inanmak. Ona sorsanız ondan daha iyi bir isim vardı: Alfredo Di Stefano. Bunun adı mütevazılık tabii. Maradona öylesine büyük bir efsane ki onu yazmak bile aptallık, onu anlatabilmek için koca bir ormanı kurutmalısınız belki de. Güney Amerika’nın Che ile birlikte simgesi olmayı başaran birinden söz ediyoruz. Yirmili yaşların henüz başındaki futbolseverler için büyük bir kayıp onu izleyememek. Bugün Maradona’yı izleyememiş bir kuşak var inanılması güç olsa da. Maradona’nın 90 dakikasını izleyememiş, 94 Dünya Kupası’nda Yunanistan’a attığı golden sonra kameralara koşuşundan başka bir hatırası olmayan bir kuşak. Bu neslin karşısına teknik direktör olarak çıkacak Maradona’nın en büyük sorunu bu belki de. İsmi o kadar büyük ki teknik adamlığının o mertebeye ulaşması kimilerine göre imkânsız. Akıllarda ölümsüzleşen futbol sihirbazının teknik adamlığı da merakla bekleniyor bu yüzden.
Maradona futbolu bırakalı uzun yıllar oldu, onun gibisi gelmedi ve arayış her daim devam etti. Bu umut bir kenarda beklerken efsane yeniden sahalara inmeye hazırlanıyor ülkesinde. Onu Boca tribünlerinde formasını sallarken görmeye alıştığımız kareler yerini kulübede maça müdahale eden, eli ağzında bir teknik direktöre bırakacak. Futbolseverlerin ömrünün her döneminde deli dolu yaşamış Maradona’ya yakıştıramayacağı bir resim aslında bu.
Arjantin Milli Takımı’nın aldığı kötü sonuçlar nedeniyle uzun süredir eleştirilen teknik direktörü Alifo Basile, Şili karşısında alınan 1-0’lık mağlubiyete dayanamayıp istifasını verince kamuoyundaki yeni teknik adamlar listesine bir anda Maradona da ekleniverdi. 1994 yılında Mandiyu de Corientes, 1995 yılında Racing Club de Avellaneda gibi Arjantin İkinci Ligi’nde iki takım çalıştırma tecrübesine sahip Maradona bu koltuk için küçük kalır mı endişesi baş göstermeden, Maradona’nın yeniden dönüşü heyecan yarattı futbol dünyasında. Her futbolseverin efsanesi Maradona, ismiyle koltuğa kurulurken, başarılı olup olmayacağı konusu hep ikinci planda kaldı. Dünya futbolunda Maradona gibi futbolu bırakıp sonrasında teknik direktörlük yapmış ve isimleri kadar başarılı olamamış yığınla örnek varken Maradona hayranlarının bu tedirginliği boşuna değil. Ronald Koeman, Frank Rijkaard, Gheorge Hagi, Lothar Matthaus, Ruud Gullit, Dunga, Marco Van Basten, Arthur Zico, Mario Kempes ve Dino Zoff gibi olağanüstü yeteneklerin saha dışında aynı beceriyi gösteremediklerini de hesaba katarsak Maradona imajı belki de zedelenebilir. Ama biri bu tabuyu yıkacaksa o da futbolun efendisi Maradona’dır ve bu yüzden artık futbolseverlerin milli takımı Arjantin.

Maradona’nın futbol oynadığı dönemlerde oynadığı her takımda antrenör kadar söz sahibi olduğunu ve saha içerisinde takımı yönlendirdiğini, bu yüzden başarılı olacağını düşünenler hiç de az değil. Fakat futbolu bıraktıktan hemen sonra çalıştırdığı iki takımda aldığı sonuçların pek iç açıcı olduğunu da söyleyemeyiz. Üstelik aradan 13 sene geçmiş ve hiçbir takım çalıştırmamış Maradona. Başarısız olacağı yönündeki eleştirilere ilk cevap Arjantin Futbol Federasyonu Başkanı Julio Grondona’dan geldi. Maradona’nın başarılı olacağına inancının tam olduğunu söyleyen Grondona, Maradona’nın teknik kabiliyetini çalıştırıcılığa da yansıtacağını belirtiyor. Maradona’nın teknik direktörlüğü ile ilgili en çarpıcı yorum ise yıllardır karşılaştırıldığı Pele’den geliyor. “Büyük yıldızlar, büyük oyuncular, genellikle mükemmel teknik adamlar olamazlar. Bazen de bir futbolcu iyi bir kariyere sahip değildir ama mükemmel bir teknik adam olur" diyen Pele, 1986 yılında Arjantin’e Dünya Kupası’nı kazandıran Bilardo’nun Maradona’nın yardımcısı olmasını da doğru buluyor. Maradona göreve geldiğinde hırçın karakterini daha ilk günden ortaya koymuş, çalışacağı isimleri kendisinin belirleyeceğini açıklamıştı. Federasyonla bu ilk çatışmasında şimdilik sular durulmuş ama göreve geldiği ilk günlerde tek söz sahibinin kendisi olacağının da ipuçlarını vermişti Maradona. Futbol hayatını tamamladıktan sonra uyuşturucu ve obezite ile başı yeterince derde girmiş Maradona’nın teknik direktörlüğünün ilk haftası da sorunlu geçmiş ama olay daha fazla büyütülmemişti. Maradona, Arjantin ile ilk sınavına bir hazırlık maçıyla başladı. Tam 150 ülkede canlı yayınlandı bu hazırlık maçı. Saha içinde yaşananlardan ziyade kameraların Maradona’ya ve kulübedeki tavırlarına odaklanması da oldukça anlamlı aslında. Futbol hayatında çok çektirdiği Britanya Adası’nın İskoç tarafında sınav veren Maradona için İskoçlar “Thanks for 86” pankartı açmayı da ihmal etmediler. Arjantin Milli Takımı’nın başında çıktığı ilk karşılaşmada 1-0’lık galibiyet elde eden Maradona gözünü Mart ayına çevirmiş durumda. Maradona’nın asıl hedefi tabii ki Dünya Kupası Grup Elemeleri. Mart ayında karşılaşacakları Venezüella karşılaşması hedefinin ilk basamağını oluşturuyor.. İskoçya maçında görülen o ki Maradona’yı en çok zorlayacak konuların başında kadro seçimi geliyor. Aguero, Riquelme, Messi, Cambiasso gibi yıldızlar olmadan çıktığı İskoçya maçında bu oyunculara nasıl bir yer açacağı ya da kimleri tercih edeceği de merak konusu.

Maradona’nın teknik direktörlüğünün akıbeti ne olacak sorusuna gelince tahmin yapmaktan öteye geçemeyeceğiz elbette. Ancak onun teknik direktörlük görevine getirilmiş olması her şeyden önce duyguların mantığın önüne dev bir set çekeceğini şimdiden söyleyebiliriz.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Ayakta Alkışlarım Vol. 2

Zeki Demirkubuz anlatıyor...
Yıllar önceydi. Bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece, o zamanlar 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım... Sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de Che'nin gençlik fotoğrafları... Tek değişiklik ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı... Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. İçlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin’i tanıdım. Tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına filan dalmıştım ki, bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı, ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam... Uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söyleyemeden, aklıma gelen bin bir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca “Cemil” diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşça kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikte fısıldadı. “Efendim abi” Rahatladım. “Ne yapıyorsun sen, uyumuyor musun?” “Yok abi...” “Oğlum ne oldu, korkutma beni, sabahın bu vaktinde ne düşünüyorsun?” Cemil biraz bekledi ve seslendi “Abi, Feyyaz ne yapıyordur şimdi?” Che kıskanırdı!Cemil’in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. Uzun süre cevap veremeden öylece yüzüne baktım, sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının içlerinde hangisi olduğunu bulmaya, sonra da bir futbolcu parçasının beni, belki Che'yi bile kıskandıracak bir biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım... Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünkü bunu anlamak için maç sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğu beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp İnönü'de mümkünse Kadıköy’de ya da başka bir yer, mesela İzmir'de, bir FB maçında Beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu... Neyse, Cemil şimdi 30’un üstünde. İşsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın, Tümer Metin, İlhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk, kendisi de çok çekti, bize de çok çektirdi. Beşiktaş’ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stat kapılarında ömrünü yedi. Ama bu …… hayatı Fener’e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun hiç önemli değil. İyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu Cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalkmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş... Madem bu hikâyeyi anlattım şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Biz, Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez İnönü'de, kapalıda, bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık ve ikimizde neredeyse ağlayacaktık.Büyük Beşiktaş’ımızın sevgili futbolcularına.


(Ergin Aslan, Serencebey Gazetesi)

16 Aralık 2008 Salı

Sporcu Fabrikaları

Endüstriyelleşen sporun belki de tek amatör ruhlu mücadele alanları lise takımları… “Sporcu fabrikası” liselerin toprak sahalarında, boş salonlarında spor hayatlarına başlayan gençlerin Türk sporuna katkıları inanılmaz boyutlarda. Bir dönemler sporun birçok alanında “kolej takımı” yakıştırması yapabileceğimiz, gerçekten amatör ruhla başarıyı yakalamış kulüplerimiz vardı. Bugün ise profesyonelleşen ve bir endüstri kolu haline gelen sporun amatör ruhunu İzmir, Ankara, İstanbul ve Trabzon başta olmak üzere, yurt dışında ve yurt içinde aldıkları başarılarla liseler yaşatıyor. Liselerin sportif alandaki başarısından bahsedilirken akla ilk gelen isimse, efsane Çavuşoğlu Lisesi Basketbol Takımı kuşkusuz.
Bu okulların bir başka özelliği de hepsinin bir kulüple bağlantılarının olması. Oyuncularından antrenörlerine, hatta müdürlerine kadar bu ilişkiler göze çarpmıyor değil. Ancak ne olursa olsun, bu başarıları kulüp çatısı altında olmadan gösterebilmek de son derece önemli.

1995 yılından 2005’e kadar Galatasaray’ın altyapı futbolcularını okul çatısı altında tutan Şehremini Lisesi, bu konuda en ön sıralarda yer alan liselerden biri. Sadece futbolda değil, basketbolda da şampiyonlukları bulunan okulun yetiştirdiği isimler, bugün Türk futbolu ve basketbolunda önemli başarılara imza atıyorlar. Şehremini Lisesi’nin bu başarısının mimarlarından biri olarak, altyapıyla ilgilenenlerin ve Galatasaraylılar’ın yakından tanıdıkları Salih Bulgurlu gösteriliyor. Şu anda İl Milli Eğitim Müdürü olan Ata Özer de, o dönemde Şehremini Lisesi müdürü olarak, futbola karşı oluşlarıyla tanınan klasik müdürlerden hayli farklı bir tavır sergileyerek, bu çalışmalara destek vermiş. Bu sayede birçok başarıya imza atan okuldan yetişen isimler de gayet tanıdık: Arda Turan, Sabri Sarıoğlu, Mehmet Güven, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun, Emre Belözoğlu, Orkun Uşak, Ceyhun Erişçi, Mehmet Aksu, Mülayim Erdem, Eyüp Kaymakçı, İlyas Kahraman… Bu isimlerin yanı sıra şu an Türkiye’nin 2’nci ve 3’üncü liginde de birçok Şehremini Lisesi mezunu bulunuyor. Okul müdürü İsmail Can “Doğrusunu isterseniz, böylesine bir başarı beklemiyorduk” diyor. Gerçekten de bir Milli Takım kadrosunda, 5 Şehremini Lisesi mezunu olması oldukça enteresan.
Sadece futbolda değil, basketbolda da adından söz ettiren Şehremini Lisesi, Türk basketboluna Semih Erden ve Oğuz Savaş’ı kazandırdı. 2005 yılında basketbolda dünya şampiyonluğuna ulaşan Şehremini Lisesi’nin futbol takımı ise, birçok kez Türkiye Şampiyonu olmakla yetinmeyip, olimpiyat şampiyonluğunu da yaşadı.
Peki, ya bugün? Bir zamanlar Vefa, Karagümrük, Zeytinburnu ve Galatasaraylı futbolcuları bünyesinde bulunduran ve gerçek bir sporcu fabrikası olan lisenin, artık kulüpler için bir cazibe merkezi oluşturduğunu söylemek güç. Şimdilerde Anadolu Lisesi olarak hizmet vermekte olan okulun en eski beden eğitimi öğretmeni Şükran Karakoç, hem futbolda hem de basketbolda artık o günlerin geride kaldığını söylüyor. Eski fotoğraflara bakarken duygulanan Şükran Karakoç, öğrencilerinin fırsat buldukça kendilerini ziyaret etmesiyle teselli buluyor.
Sporcu fabrikası okullardan biri de İzmir Şemikler Lisesi. Yetiştirdiği atletizmcilerle Türkiye’nin atletizm altyapısını oluşturan lisenin beden eğitimi öğretmeni Tayfun Esmer’in adını atletizm meraklıları mutlaka hatırlayacaklardır. Zira o da öğrencileri gibi eski bir Türkiye rekortmeni.
İzmir Şemikler Lisesi’nin en başarılı sporcularından biri, pistlerin rüzgâr kızı olarak tanınan Merve Cansu Çığ. Henüz 14 yaşındayken bir Türkiye rekoru kıran Merve Cansu Çığ, İzmir Şemikler Lisesi öğrencisi. Bu başarının nasıl geldiğini sorduğumuzda, beden eğitimi öğretmeni Tayfun Esmer, Karşıyaka Kulübü’yle yaptıkları ortak çalışmalarından da bahsediyor. Bir kulüp olmadan bu başarılar yakalanabilir mi bilinmez, ancak İzmir Şemikler Lisesi’nin bu alanda hiç de yabana atılmayacak bir başarı yakalamış. Lisenin yetiştirdiği öğrencilerden Çağdaş Aslan, 2003 yılında 3 adım atlama dünya şampiyonu olurken, Tayfun Esmer’in kızı Dilek Esmer, 2005 yılında Avrupa dördüncülüğü elde etmiş. Filiz Kaduhan 2004 yılında olimpiyatlara giden en genç sporcumuz olma unvanını alırken, Ecem Onaran 400 metrede Balkan Şampiyonluğu ve Avrupa üçüncülüğü elde etmiş. Okulun bir başka öğrencisi Pınar Aday ise Finlandiya’da 80 metre engellide koşmuş ve dünya şampiyonluğu kazanmış. Esmer’e, rastlantı olmadığı apaçık ortada olan bu başarıların Atletizm Federasyonu tarafından nasıl değerlendirildiğini sorduğumuzda verdiği cevap ise oldukça anlamlı: “Gölge etmesinler başka ihsan istemem.”

İzmir Şemikler Lisesi atletizmde öylesine başarılı ki, futbol biraz geri planda kalmış. Futbolda da Karşıyaka Kulübü ile ortak bir çalışma içerisinde olduklarını söyleyen lisenin futbol antrenörü Remzi Sevinç, on sene Karşıyaka altyapısında görev yapmış. 1998-2007 yılları arasında Türkiye’de ilk 5 takım arasında yer alan İzmir Şemikler Lisesi Futbol Takımı, 1984 ve 1985 yıllarında Türkiye Şampiyonluğu yakalamış ve Türkiye’yi Nijerya’daki şampiyonada temsil etmiş. Bugün yeşil sahalarda forma bulan futbolcuları ise Manisaspor’un kalecisi Ufuk Ceylan ve İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un oyuncusu Uğur Işıkal.
Sporcu fabrikası liseler arasında, Trabzon Lisesi’nin de ayrı bir yeri var. Dünya Şampiyonluğu yaşamış Trabzon Lisesi Futbol Takımı’nı, Trabzonspor’un efsane kadrosunda yer bulan efsane futbolcularından Hamdi Zıvalıoğlu’nun kardeşi Hakan Zıvalıoğlu 2000 yılından bu yana çalıştırıyor. Trabzonspor’un altyapısından ve Trabzon’un amatör takımlarından yetenekli gençler için bir cazibe merkezi haline gelen Trabzon Lisesi, bundan tam otuz sene önce Dünya Liselerarası Futbol Şampiyonası’nda finale kadar yükselmişti. 2003 yılında Dünya Kupasını kaldıran Trabzon Lisesi, 2005 yılında Dünya Liselerarası Futbol Şampiyonası’nda finalde elendi. Trabzon Lisesi, 2005 yılında da ise dünya ikinciliğini elde etti. Birçok kez Türkiye’de finallere yükselen Trabzon Lisesi, geçtiğimiz sene şampiyonluğu Ankara Deneme Lisesi’ne kaptırdı.
Hakan Zıvalıoğlu, “Trabzon Spor Kulübü ile bir iş birliği içerisindeyiz. Özkan Sümer ve Mustafa Akçay ile devamlı görüşüyoruz. Bu başarının en önemli unsuru, sporcularımızın kalitesinin iyi olmasıdır. Trabzon şehrinde futbola olan ilgi had safhada, bunun dışında ben, antrenörümüz ve müdürümüz bu işe çok inandık. Çok iyi bir ekip kurduk. Bu başarıların gelmesini çok isteyen bir okul müdürümüz var. 120 yıllık bu okulun sevdalısıyız biz. Hepimiz bu okulun futbol takımının kaptanlığını yaptık” diyerek, okulun futbol takımının bir geleneği olduğunu hissettiriyor. Zıvalıoğlu, bu yeteneklerin ilerleyen yaşlarda mantalite olarak gelişememesinin kendilerini çok üzdüğünü, bunun ana sebeplerinden birinin ise eğitime ara verilmesi olduğunu ifade ediyor.
“Peki, bu okuldan Türk futboluna kimler katıldı?” diye sorduğumuzda, şu an Trabzonspor forması giyen Ergin Keleş’in, Dünya Şampiyonu olan kadronun gol kralı olduğunu söyleyen Hakan Zıvalıoğlu, üç isim daha ekleyerek başka söze gerek bırakmıyor: Şenol Güneş, Ali Kemal Denizci ve Serdar Bali.
Söz futboldan açılmışken, Ankara Deneme Lisesi’nden bahsetmemek olmaz. Tanıl Bora, bir süre önce Radikal Gazetesi’nin spor sayfalarında Gençlerbirliği aşkıyla kaleme aldığı bir yazıda, efsane bir kadroyu anlatıyordu. Orta sahanın ortasında John Leshiba Mosheu’nun yanına Avni Okumuş’u koyan Tanıl Bora, Ankara Deneme Lisesi Beden Eğitimi Öğretmenini gururlandırdığını biliyor muydu bilinmez, ama Avni Okumuş Ankara’da bir Türkiye Şampiyonu yaratmayı başardı.
Gençlerbirlikli Avni Okumuş, uzun zamandır Ankara Deneme Lisesinde Beden Eğitimi Öğretmenliği yapıyor ve aynı zamanda da futbolcu yetiştiriyor. Gençlerbirlikli altyapı oyuncularının birçoğunun Ankara Deneme Lisesi’nde okuduğunu söyleyen Avni Okumuş, “On yılda 7 Ankara 2 Türkiye şampiyonluğu kazandık. Bir de Dünya Şampiyonluğu’nda 6’ncı olduk” diyor.
Okumuş, milli takımlarda görev almış ve yıllarca Gençlerbirliği’nin kaptanlığını yapmış bir futbol adamı olarak, Türk futbolunun genç yeteneklerini nasıl harcadığını da anlatan çok güzel bir tespitte bulunuyor: “Gençler yaş grubunda, çocukları amatörce de olsa belli bir noktaya taşıyoruz. Ancak ilerleyen zamanlarda profesyonelliği uygulayamıyoruz. Profesyonellik bizlere ağır geliyor. Bir de oyuncular büyüdüklerinde her şeyin değiştiğine inanıp, egolarının esiri oluyorlar. Çocuk için şu an bir idolüz. Ancak ilerleyen dönemlerde medyası, yöneticisi, taraftarı her beraber kafamıza çıkarıyoruz.”
Okul Müdürü Mustafa Bütüner de futbola verdiği desteği adeta bir kulüp başkanı gibi konuşarak ortaya koyuyor ve şu açıklamayı yapıyor: “Geçtiğimiz dünya kupasında şansızlıklar yaşadık. Önümüzde Antalya’da gerçekleştirilecek bir Dünya Liselerarası Futbol Şampiyonası bulunuyor. Bu şampiyonanın en büyük favorisi biziz.”
Ankara Deneme Lisesi’nin yetiştirdiği futbolcular arasında, Hacettepe kalecisi Ferhat, Kemal Yıldırım ve Trabzonsporlu Giray, Serkan Balcı bulunuyor.
Özel Yüzyıl Işıl Lisesi ise voleyboldaki başarıları ile adından söz ettiriyor. 2005 yılında elde ettiği Dünya 5’inciliği ile dikkatleri çeken Özel Yüzyıl Işıl Lisesi’nin oyuncu topluluğu, tek bir sporcu hariç Eczacıbaşı kökenli. Takımında bir Yeşilyurtlu ve bir de hiçbir kulüpte oynamayan sporcusu bulunan Özel Yüzyıl Işıl Lisesi, voleybol için bir cazibe merkezi konumunda. Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Eczacıbaşı Yüzyıl Işıl Vakfı’nın Yönetim Kurulu’nda yer alınca, bu başarı kendiliğinden gelmiş zaten. Okul müdürü Okan Dilik’in ODTÜ Beden Eğitimi Öğretmeni olması da, lisenin kalbi spor ve tabii ki voleybol için atmasını sağlamış. Son beş sene içerisinde Türkiye’de sırasıyla üçüncülükler, ikincilikler ve birincilikler alan bu takım için, geleceğin yıldızları yakıştırması yapıldığını da belirtelim.
Tam 5 oyuncusunu Genç Milliler’e göndermeye hazırlanan okul takımının gözbebeklerinden biri, Gözde Yılmaz. Meksika’da yapılan Dünya Gençler Şampiyonası’nda ay-yıldızlı formayı giyen Yılmaz’ın yanı sıra Eczacıbaşı’nın pasörü Naz Aydemir de başarılı oyunuyla dikkatleri çekiyor. Okulun Beden Eğitimi Öğretmeni Nejat Yavuz, Aydemir’in 2005 Dünya Kupası’na gelememesinin takımı olumsuz etkilediğini ve bu nedenle 5’inci sırada kaldıklarını söylüyor.
Özel Yüzyıl Işıl Lisesi Müdürü Okan Dilik, şampiyonada baraj elemelerinde İspanya’ya elendiklerini maç sonrasında takımı teselli etmek için otellerine kadar bıraktığını ve üzüntüsünden 14 kilometre yolu yürüdüğünü anlatıyor. İşte böylesine duygularla mücadele ettiklerini vurgulayan Dilik, “Öğrencilerimiz şampiyona dönüşünde Anıtkabir’e gitmek istediklerini söylediler. Orada, bir sonraki şampiyonada şampiyon olmak için söz verdiler. İnanın değerlerine böyle bağlı öğrenciler yetiştirmek, kazanılan kupalardan daha önemli” diyor. Özel Yüzyıl Işıl Lisesi’nin bugüne dek yetiştirdiği oyuncular ise, Asuman Karakoyun, Büşra Cansu, Fatma Yıldırım, Naz Aydemir ve Gözde Yılmaz.

Sami Yen Öncesi

Yine geldi çattı derbi. Saraçoğlu öncesi bilet telaşının bir benzeri hatta daha bir zorlusu başladı şimdi. Sami Yen'de çıkacak bilet sayısı 1500 civarı. Böyle olunca bilet bulmak iki kat daha zor. Tribüncülerin telefon trafiği artıyor böyle maçlarda. Falanca bilet istiyor abi ne yapalım. İzmir 10 tane, Ankara bir otobüs bilet istiyor, şunların 2 eksiği bunların 3 eksiği varmış... Böyle olunca da Perşembe gününden itibaren telefonlar kapatılıyor bilerek. Herkese bilet bulmak imkansız tabii. Deplasmana gitmek içeride maç izlemekten 10 bin kat daha zevkli. Bağırmak, biz geldik buradayız, bakın yıkıyoruz buraları demek daha güzel...
Fenerbahçe maçı öncesi biletleri biletix satmayız biz demişti. Neden satmadıklarını açıklamadılar. Altında yatan nedenler başkaydı aslında. Bu maç biletleri yine İnönü Stadyumu'ndan mı satacaklar göreceğiz. Gerçek taraftar alamıyor biletix satmayınca. Stadyum karaborsa için çok elverişli anında bitiriyorlar yamyamlar. Bu sefer kendi adıma eşeği sağlam kazığa bağladım. Fenerbahçe maçında yediğimiz kazığı bu maç yemeyeceğiz inşallah.

Son Nokta


İkinci Lig'de yer alan bir takımın taraftarı bir stadı bu kadar doldurabiliyorsa, üstelik ortalığı böylesine aleve verebiliyorsa diyecek fazla birşey yok. O yüzden başlığı son nokta. Yurtdışında gördüğümüz tribünlere şapka çıkartıp pohpohluyoruz ama yanıbaşımızda Adana'da kopan kıyameti görmüyoruz.

İlginç Statlar (8)

Bahreyn

15 Aralık 2008 Pazartesi

Tribünde Bunları Yapma

Maça tek giden adamın yapmaması gereken şeyler vardır. Örneğin tek başına sezon öncesi gaza gelip kombine almışsındır. Maçlara gitmeye başlamışsındır. Kendince tribüncü olmuşundur ama kimseyle birebir muhabbetin yoktur. Ya da ara ara maçlara gidersin bilet alırsın derbilere falan. İşte o zaman tribündeki yerin bellidir. Yapmaman gereken şeyler vardır.
  1. Taraftar o sırada bağırmıyordur, arkanı dönüp "bağırsanıza lan" deme sakın, sana düşmez racon kesmek.

  2. Stada yeni girmişsindir elindeki bilette yazan yere oturmak istersin kalk dersin kalkmazsa ısrar etme haklısın ama boşver boş bulduğun yere otur.

  3. Gol olmuştur, arkadan iterler, çekerler, belki üstüne adam düşer. "Napıyosunuz lan iki dakika adam olun. Kim itti lan" deme tribün hoyrat kırılırsın.

  4. Maç esnasında yüksek desibel yapıcaz diye omzuna konulan dirseği savuşturmak için uğraşma. Karanlık bakışlar atma yemez kimse.

  5. Devre arası çömelmiş otururken yanındakiyle aranızdan geçen insanların ayakkabıları üstüne sürülmüşse ses etme iki silkele geçer.

  6. Önünde demirlerin üstüne çıkmış bağıran adama "İn kardeşim aşağıya birşey izleyemiyoruz" deme sakın döverler üzülürsün.

  7. Bir koltukta rahat rahat ayakta bile duramazsın, "yan dur" derlerse korkma sende uy ortama yan dur.

  8. "Bağırsanıza lan" diye bir ses gelirse sese dönme, adamla gözgöze gelme zaten muhatap arıyordur, o salak sen olma.

  9. Kavga çıkar, normal, hümanist olmanın sırası değil. Bırak ayırmaya çalışma, sana da vururlar üzülürsün.

  10. Beste başlatmaya çalışma, o işi yapanlar zaten yeterince var, bağırmazlar seninle .öt gibi kalırsın incinirsin.

  11. Bedava biletin peşine haybeden düşme, dağıtsalarda gidip isteme sakın, "Sen kimsin" derler bozulursun.

  12. Devre arası işemeye gittin, geldin yerinde başkası oturuyor "Burası benimdi kalk deme" kalkmaz yorulursun.

  13. Biletinin üzerinde maç sonuna dek saklanacak yazar inanma, senden başka .iklemez kimse.

  14. Kapıda kaynak yapanlara laf deme dediğinle kalırsın sen yokken onlar vardı.

  15. Çok sıkışmadıkça kimseyle dalaşma 1 iken 100 olur, kaçamazsın.

  16. Polis jopu çektiğinde "Ben birşey yapmadım" deme. Laf anlatmaya çalışma yersiz. Koş arkana bile bakma polis acımasız yakar...

Ha Gayret Caan

Fenerbahçe-Galatasaray Erkekler Voleybol Ligi karşılaşmasının özetlerini arkadaşlarla izlerken iki takımın formaları dikkatimizi çekti. Fenerbahçe Fenerium markasıyla sahada. Üstelik kollara Pilsa reklamı almış. Forma şekil olarak salonda Fenerbahçe'nin varlığını hissettiriyor. Çubuklu ve sarı lacivert. Galatasaray formasıysa hayli dandik geldi bana. Arkadaşlar abartma falan deseler de öyle. Bir Türk markası olması hasebiyle takdirimizi kazanan Caan markasından söz ediyorum. Fenerbahçe'nin karşısında Galatasaray'ın olduğunu ancak spiker söylediğinde anlayabilirsiniz. Sarısı sarı değil, kırmızısıda kırmızı. Üstelik reklamda alamamışlar bu formanın üstüne. Koskoca Galatasaray'ın voleybol takımının sahadaki görüntüsü sıfır. Caan markasının biraz daha özen göstermesi gerektiğini söyleyebiliriz. Yoksa ufak araştırmam sonucu oldukça önemli işler yaptıklarını söyleyebilirim. Mesela Güneş Sigorta, Ziraat Bankası'nın formalarını da Caan markası yapmış. Şirketin asıl adı Kaan Spor Organizasyonları ve Spor Malzemeleri. Bedavadan reklamlarını yaptık, eleştirmiş diye kızarlarsa bahanemiz var. Belki arama motorundan bu yazıyı görürlerde Galatasaray'a adam gibi forma çizerler. Belki de ne kadar ekmek o kadar köfte olayıdır. Napalım kardeşim bu kadar paraya bu kadar forma diyebilirler. Sadece voleybolda değil yamulmuyorsam Yunanistan'da bir basketbol takımına - aşağıdaki fotodan anladığım kadarıyla- ve hentbol takımına da sponsor olmuşlar. Yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı ama şu Galatasaray formasını düzeltsinler.