Geldik, girdik ve yerimizi aldık maçın başlamasına az kala. O esnada kapalıdan yükselen "Yeeteer.." sesleri çınladı kulaklarımızda. Maçın başlamasıyla yerini "Beşiktaş'ım seni ben" aldı. İnanılmaz keyifsiz ve bir o kadar da basiretsiz bir oyun sonrasında ilk yarı gelişen tek organize atakta bulunan golle 1-0 bitti. İkinci yarıda da bu anlayış sürerken Gençlerli bir genç topa uzaktan ve yerden öyle bir vurdu ki tam köşeye, aklımıza Koray'ın Fener'e attığı golü getirdi. Ya da bir tek benim aklıma geldi. Sonuçta zaten ızdırap çekmeden bir maç izlemeye alışık olmayan tribünden yine dumanlar yükseldi birden. Golden on dakika sonra gelen değişiklikler etkisini yine bir on dakika sonra göstermeye başladı ve Bobo'nun golü bizi ızdıraptan kurtarırken Holosko ve Tabata'nın şık golleri alışık olmadığımız skor rahatlığını dakikalarla kısıtlı olsa da yaşamamıza imkan kıldı.
Gelen her gol sonrası "Yeeteer.." diye bağırılırken kimse kimseye müdahelede bulunmadı ve son gollerde tribünün istikameti iki hafta sonraki Galatasaray'a döndü. Maç çıkışında ise hala dillerden düşüremediğimiz operanın (!) söyleniyor olması ise içimi burktu.
Son olarak; on dört yaşından beri bulunduğum tribünü on beşinci dakikada terketmedim. Nedeni ise kendimce çok basit, "..uğrunda her şeyden öyle vazgeçmişken, nasıl vazgeçerim Beşiktaş'ım senden..". Yönetim yeni açık tribüne dijital baskılı ama nostaljik pankartla süslemeye çalışmış ama en önemlilerinden birini unutmuş; 'Aç kaldım, susuz kaldım, terketmedi sevdan beni Beşiktaş'ım'... Ha peşinden koşmak istediğim Beşiktaş'ım bu mu? Hayır. Gollere sevinip, herşeyi unuttum mu? Elbette hayır. Bu galibiyetle herşey düzelecek mi? Bence hayır...
Yani Beşiktaş için artık diyebileceğim; 'Hayırlısı...'
Yani Beşiktaş için artık diyebileceğim; 'Hayırlısı...'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder